|

Askıda kitap var!

Fatma K. Barbarosoğlu
00:00 - 2/01/2008 Çarşamba
Güncelleme: 12:28 - 7/01/2008 Pazartesi
Yeni Şafak
Askıda kitap var!
Askıda kitap var!

"Hiç kitap yazmadı. Ama Haldun Taner Öykü ödülü aldı" Haberi Hürriyet'te okudum. İhsan Yılmaz, Kitaplık ekinden iktibasla aktarıyordu olan biteni. Olan biten. Yani birkaç yıl önce Haldun Taner Öykü ödülü almış olan Nurten Ay'ın hayatında hiç kitap yazmamış olduğu. Tek satır yayınlamamış bir kız, Engin Ardıç'ın ifadesiyle "dolgun dudaklı iri gözlü Kürt güzeli" ödül almıştı. Bu ödül dolayımından Güneş gazetesindeki köşesinden uyarmak ihtiyacı duyuyordu Engin Ardıç. "Aman bacım" diyordu. Edebi kamunun müflis yüzlü erkeklerine karşı Nurtey Ay'ı uyarırken.

Ali Teoman yıllar sonra "kitap benimdi" dedi. "Bu oyun da benim mizansenim. Edebiyat çevreleriyle sadece kitap içinde bir post-modern kurgu üzerinden şaşırtmaca değil aynı zamanda yazılan ile yazarın kimliğinin uyuşmazlığı üzerinden bir oyun oynamak" istediğini söyleyerek, arkadaşının arkadaşı olan Nurten Ay'dan yardım aldığını ifşa ediverdi.

Bu olayın beni en çok ilgilendiren kısmı Nurten Ay ile Zafer Hanım arasında kurmuş olduğum bağlantı. Çünkü Nurten Ay da bir kitap ile ortaya çıkmış bir daha tek bir satırına rastlayan olmamıştı. Zehra Toska tarafından Aşk-ı Vatan'ı yazan ve dolayısıyla ilk kadın romancımız ilan edilen Zafer Hanım neden başka bir eser kaleme almamıştı? Ahmet Mithat Efendi'nin Fatma Aliye Hanım'a yazdığı mektubun satırlarına inanmak gerekirse Aşk-ı Vatan'ı kaleme alan Zafer Hanım'ın kendisi değildi zaten. Birisine yazdırmıştı. Neden yazdırsın diye sormanın bir anlamı yok. Çünkü o dönemin imaj yöneticileri, Avrupa'ya karşı Müslüman Türk kadınının durumu ve konumunu korumaktan kendilerini mesul hissettikleri için bir Osmanlı kadının roman yazması pek makbul bir durumdu. Ta ki Fatma Aliye Hanım Muhadarat'ı yayınlayana kadar. Zafer Hanım Aşk-ı Vatan'ı yazan muharrire olarak pek ortalıkta görülmemiş, Avrupa basınına röportajlar filan vermemişti. Bu da eseri kendisinin yazmadığına yeni bir delil olarak sunulabilir. Nitekim Fatma Aliye Hanım eserlerini yayınlamaya başladığı tarihten itibaren Batılı gazeteci ve yazarların sorularına muhatap olmaktan çekinmemiştir.

Emanet kitap faslı bu kadar değil. Türkan Şoray'a ait bir beste ve roman olduğunu bilir misiniz? Ya inanılır gibi değil.( İnanmayın zaten.) Yıllarca ha sahneye çıktı ha çıkacak diye haber yapılan, musiki hocalarından yıllarca ders aldığı söylenen "Sultan" iki arada bir derede roman yazıvermiş. Roman tam bir marka pazarlamasının ürünü esasında. Pazarlama Uzan'ların satın almış olduğu Yeni İstanbul gazetesi adına gerçekleştiriliyor. Ve gazeteye tam 60 bin tiraj sağlıyor. Nasıl mı?

Gazetenin tirajını arttırmayı düşünen Cihat Baban, Erol Dallı'ya, 'Git Türkân Şoray'a teklif et' diye önerir. Dallı, Türkân Şoray'ın roman yazmadığını, yazamayacağını belirtince de, 'Ben roman yazdım yayınlansa diyen o kadar çok adam var ki, alırsın birinden, üstüne de Türkân Şoray'ın adını koyar yayımlarsın' der. Dallı'nın aklına Cumhuriyet'te tashih servisinde çalışan ve romanını yayımlatamayan Adnan Özyalçıner gelir. Özyalçıner, romanın Türkân Şoray adıyla yayımını kabul eder. Erol Dallı konuyu, Türkân Şoray'la birlikte olan ve Galatasaray'dan arkadaşı Rüçhan Adlı'ya açar. 10 bin lira ödenmesi karşılığında anlaşma olur. Kemal Uzan, fikri 'çok harika' bulur. Romana 'Buruk Acı' adı konulur ve tefrikası gazeteye tam 60 bin tiraj aldırır.

Anlaşmaya göre yazara 5 bin, Türkan Şoray'a 10 bin lira verilecektir. Gazetenin patronu "bunlar sanatçı değil mi ömür boyu bize muhtaçlar" diyerek vaat ettiği parayı asla ödemez. Nedim Şener'in kitabında, yalnızca Buruk Acı romanı değil, Buruk Acı şarkısının güftesinin de Türkân Şoray'a ait olmadığı belirtiliyor. Bu bilgiyi veren, romanın gerçek yazarı Adnan Özyalçıner... Özyalçıner'in anlattığına göre romanın Yeni İstanbul'daki tefrikası büyük ilgi uyandırınca, aynı adla önce bir sinema filmi çekilmiş, arkasından romanda geçen şiir Buruk Acı bestelenmiş. Şarkıyı besteleyenler, Türkân Şoray ismiyle yazılmış bir romandan alındığı için şiirin de Türkân Şoray'a ait olduğunu sanarak, şarkının tanıtımında 'güfte: Türkân Şoray' yazmış. Oysaki roman gibi şiir de Türkân Şoray'a ait değil. Dahası var, şiir, romanın gerçek sahibi Adnan Özyalçıner'e de ait değil. Özyalçıner anlatıyor: 'Romanı yazıyordum ama şiir yazmadığım için arkadaşım Sennur Sezer'den rica ettim. O da sağ olsun beni kırmadı ve bilinen meşhur Buruk Acı adlı şarkının sözlerini yazdı. Ben de romanın içine aldım. Yani yalnız roman değil, herkesin bildiği şarkı Buruk Acı da Türkân Şoray'ın değildir.'

O meşhur şarkı şöyledir:

Gurbet içimde bir ok, her şey bana yabancı,

Hayat öyle bir han ki, acı içinde hancı.

Sevmek korkulu rüya, yalnızlık büyük acı,

Hangi kapıyı çalsam, karşımda buruk acı.

Yıllar yılı gönlümde, bir gün sabah olmadı,

Bu ne bitmez çileymiş, neden hâlâ dolmadı.

Sevmek korkulu rüya, yalnızlık büyük acı,

Hangi kapıyı çalsam, karşımda buruk acı.

Ruhumda bir yara var, için için kanıyor,

Kalbimde buruk acı, alev alev yanıyor.

Edebi kamu için pek kıymetli olan sırlarını faş eden Adnan Özyalçıner'e ve Ali Teoman'a teşekkürler. Markalı yazarlık neye benziyor "tecrübi" olarak öğrenmiş olduk. Daha doğrusu "kimlik" in, eserin önüne geçişine, dahası eseri görünmez kılışına. Bu yazıyı birbirinden güzel hikayeler yazan, ama yazdıklarını yayınlatamayan genç yazarlara ithaf ediyorum. Yayın evleri bastıkları dalı çoktan kestiler. "Markalı yazarlık" edebi kamuya genç yazarların girmesini nice zamandır engelliyor çünkü. Herhangi bir sahada ünlü olmuş (isterse yüz kızartıcı bir suçtan) "marka"lı isimlerin kendi yazdıkları meçhul ya da ortada yazı denilmeyecek kadar "basit iş"lerini yayınlamayı tercih ediyor yayınevleri.

"Askıda ekmek var", "bir tam bir öğrenci" uygulamaları gibi; isim sahibi yazarların genç yazarlara destek vererek; benim kitabımı edebi kamuya ilk adımını atacak filan genç yazar ile basmanızı istiyorum şeklinde yayınevleri ile pazarlık yapması gerekiyor. Bunu yarının okuyucularına borçluyuz.

Yani askıda kitap var.

16 yıl önce