|

'Beni kara gömün anne' diyenleri unutmadık

Sarıkamış Harekatı'ndan yola çıkan Kadir Akel'in kaleme aldığı roman Allahu Ekber Dağları'nda 90 bin askerin şehit olma olayını üç kahramanın gözüyle anlatıyor. Sinema kurgusuyla yazılan kitap, Türk tarihinin hazin öykülerinden birine davet ediyor bizi. Yani, umut, ayrılık, hasret ve ölümün kol gezdiği günlere.

Eyyüp Akyüz
00:00 - 14/02/2013 Perşembe
Güncelleme: 17:39 - 13/02/2013 Çarşamba
Yeni Şafak
'Beni kara gömün anne' diyenleri unutmadık
'Beni kara gömün anne' diyenleri unutmadık

Kadir Akel'in kaleminden Sarıkamış Savaşı. Akis Kitap, Kadir Akel'in 'Beni Kara Gömdüler Anne' isimli kitabını yayımladı. Ardeşen'in köylerinden biridir mekân. Dörtnala bir asker gelir köye ve muhtara bir kâğıt uzatır. Üç isim yazmaktadır kâğıtta. Ruslar işgale başlamıştır memleketi ve karşı taarruz gerekmektedir. Bu köyden de üç kişi seçilmiştir savaş için. Herkes şaşırmıştır bu işe. Çünkü çağrılan üç kişiden ilki Halil'dir ve çocuk denebilecek yaştadır. Bir diğeri Deli Mustafa'dır. Altmış beş yaşlarında bir ihtiyardır. Şen şakrak ve hatta alaycı biridir. Bir o kadar da gözü karadır Deli Mustafa'nın. Gençler dururken neden o seçilmiştir ki? Hiç mi hiç sorgulamaz Mustafa. İş başa düşmüştür. Vatan göreve çağırmaktadır ve o her şeyiyle hazırdır cepheye. Üçüncüsü ise Hasan'dır. Yirmi üç yaşında nişanlı bir gençtir ve düğün arifesindedir. Bu kara haberi alan Hasan'ın annesi çılgına döner. Gidip de dönmemek vardır hesapta. Göndermek istemez biricik oğlunu. İstemez ama emir büyük yerdendir. Önce vatan, sonra can ve canan gelir hiyerarşide. Derken veda vakti gelir. Nişanlısına döneceğine dair söz verir Hasan. Umutsuz gözler eşliğinde dağlara yolculuk başlar. Yolda karşılaşılan çavuş ve bir bölük askerle birlikte Yüzbaşı Yusuf'un komuta ettiği bölüğe katılırlar.

ALLAHU EKBER DAĞLARI'NDA

Yusuf Yüzbaşı büyük karargahta bir odada otururken bir başka yüzbaşı girer odaya. Askeri okuldan arkadaşı Selim'den başkası değildir kendisini selamlayan. Sarılıp kucaklaşırlar. İki eski dost hasret giderirler. Ancak bu güzel sahne uzun sürmez. Selim, arkadaşı Yusuf'a kötü haberi verir. Hafız Hakkı Paşa ve Alman komutanlar Enver Paşa'yı savaşa ikna etmişlerdir. Ruslarla mücadeleye girişilecektir. En zor görev de 10. Kolordu'ya düşmüştür: Rus birliklerinin arkasına sızmak. Bu da Allahu Ekber Dağları'nın aşılması anlamına gelmektedir. Söylemesi kolaydır. Ya icraat? Keder gelir konaklayıverir yüzbaşının yüreğine. Dağları aşma görevi ona ve talihsiz askerine verilmiştir ne yazık ki.

Emir demiri kesmektedir. Yusuf Yüzbaşı ve bölüğü dağlara çıkmak üzeredirler. Bu uzun ve dönüşü olmayan yolculuk öncesi Hafız Hakkı Paşa ile görüşecektir Yusuf Yüzbaşı. Paşaların ne denli sert olduğunu da bilmektedir. Askerin durumunun hiç de iç açıcı olmadığını, hele ki fırtınanın hiç dinmediği dağları aşmak zorunda olmanın hiç de mantıklı olmadığını kibarca dile getirmeye çalışır Hakkı Paşa'ya. Çalışır çalışmasına da yediği fırça yanına kâr kalır. Kazanılan hiçbir savaşın iyi şartlar altında kazanılmadığını anlatır Paşa. Askerinin yanında zayıflığını belli etmemesini ve onlara güçlü görünmesini ister. Sıcacık odalarda keyif çatarken emir vermek çok kolaydır elbet.

Selim, Yusuf'a son yolculuğu öncesi esaslı bir kahvaltı hazırlatmıştır. Bir tek kuşsütü eksik denebilecek masaya bakar Yusuf Yüzbaşı: 'Askerlerimin yiyemediği şeyleri ben nasıl yerim? Boğazımdan geçmez.' der ve sessizce odayı terk eder.

Askerler, savaş için çağrılmışlardır orduya; fakat savaş için hiç de uygun değildir koşullar. Ne parka, ne kışlık bot… Giyecek nevinden birkaç yazlık çapuldan başka bir şey yoktur. Düşünün ki savaşa gidilmektedir ve yeterli sayıda silah yoktur. Silah verilemeyen askerler mevcuttur orduda. Keklikten farkı nedir bu erlerin? Bu kadarla kalsa iyi. Yanlarında götürecekleri kayda değer erzak bile yoktur. Yazarın ifadesiyle: 'Savaşı planlayan paşalar, erzakın yetersiz olacağını düşünmemişlerdi. Sıkıştıklarında, 'bölge halkı karşılasın, Rusların erzak depoları ağzına kadar doludur. Asker ele geçirsin' diye düşünüyorlardı.'

KAR YAĞAR, DÜŞMAN DURMAZ

İşte bu şartlar altında Ruslar'a karşı müdaafa yapılacaktır. Günlerce kar, tipi, fırtına ve dondurucu soğukla mücadele edilecektir aynı zamanda. 'Su uyur, düşman uyumaz' atasözünün 'Kar yağar, düşman durmaz'a dönüştüğü yerdedirler ve düşmanın duramadığı yerde durmak zorundadırlar. Doğa, Rus güçlerinden daha kuvvetlidir; fakat askerimiz, doğal şartlarla mücadele edecek hiçbir donanıma sahip değildir. Ruslar çok az askerimizi şehit etmiştir. Donduran hava ve şartları bilmelerine rağmen planlamayı yapamayan paşalardır şahadete götüren asıl etken.

YÜREK BURKAN SAHNELER

Nice acıklı sahne yaşanır bu zorlu savaşta. Aş bulma umuduyla gidilen köyde annesinin ve karısının cesediyle karşılaşan bir asker… Ermeniler tarafından basılmıştır köy. Herkes vahşice öldürülmüştür. Yalnızca bir ihtiyar sağ kalmıştır her nasılsa. Yapacak bir şey yoktur. Sağdan soldan toplanan birkaç buğday tanesi ile bir tas çorba kaynatılmış ve ihtiyara sunulmuştur. İhtiyarın sözleri yürek yakıcıdır: 'Ben nasılsa ölürüm. Varın siz için, ziyan olmasın.' der ihtiyar adam. Dağdaki aç arkadaşlarını düşünen askerlerin de boğazından geçmez çorba. Ölüme terk edilecektir ihtiyar çaresiz. Büyük acı, keder ve gözyaşları içinde dağlara dönülecekken, hayatta kalmayı başarmış minik kızını bulur asker ve çaresiz bir şekilde onu da yanında, ölüme ayarlı dağlara götürür. Hata mıdır götürmek? Doğru olan ne vardır ki zaten bu şartlar altında? Kalsa da ölecek, götürse de. En azından yanında olacaktır yavrusu.

Ölüme gidilen bir yolculuktur bu. Geride bırakılan anneler, eşler, sevgililer, evlatlar… Bir tutam ot, birkaç buğday tanesiyle mideyi avutma çabaları… Esprilerle, hikâyelerle birbirlerini eğlendirme uğraşları… Bir defalık geyik avlanması ile doymuştur karınlar yalnızca. Onun dışında müzmin açlık vardır dağlarda. O kadar ki kıyafetler bol gelecek kadar zayıflamıştır askerler. Her şeye rağmen umutlar bitmez. Asıl ölüm, umutların ölümü değil midir zaten? Gözyaşları bile donarken hayaller vardır. Evinde sıcacık sobanın başında aileyle olma hayalleri…

Kitabın eksik yanına gelirsek eğer, kitapta çok ciddi tashih hatalarına rastlıyoruz. Noktalama ve imla yanlışları bir hayli rahatsız ediyor insanı. Daha titiz bir editöryal çalışma gerekirdi.

Sinema kurgusuyla yazılan kitap, Türk tarihinin hazin öykülerinden birine davet ediyor bizi. Umut, umutsuzluk, ayrılık, hasret, açlık, sefalet, gayret, direniş, dirim ve elbette ölüm…

Beni Kara Gömdüler Anne
Kadir Akel
Akis Kitap
2012
223 sayfa
11 yıl önce