|

Bir kadını öldürdük. Adı özgürlüktü...

Mustafa Aydoğan
00:00 - 7/05/2008 Çarşamba
Güncelleme: 20:59 - 6/05/2008 Salı
Yeni Şafak
Bir kadını öldürdük. Adı özgürlüktü...
Bir kadını öldürdük. Adı özgürlüktü...

Kuşatma Altında Beyrut Günlüğü, Beyrut'un İsrail tarafından işgali sonrasında Arap şairler tarafından yazılan şiirlerden seçmelerin yer aldığı bir kitap. Kemal Kahraman tarafından hazırlanmış kitabın başında Abdullah al-Udhari'nin çağdaş Arap şiirindeki akımları ve bu akımların özelliklerini anlatan Çağdaş Arap Şiiri ve Beyrut başlıklı bir de yazısı yer alıyor. Bu yazıya, çağdaş arap şiirinin kısa tarihi desek yanlış olmaz. Arap şiirinin son 60 yıllık tarihini kısa ve özlü bir şekilde tanıtıyor. al-Udhari, bir edebiyat tarihçisi ve şair. Çevirileriyle, çağdaş ve klasik Arap şiirini Batı'ya tanıtan en önemli isimlerden biri. 1941 yılında Yemen'de doğmuş. 1950 yılından bu yana Londra'da yaşıyor.

Kitapta al-Udhari'nin yazısını takiben 5 büyük arap şairinden bir çok şiir çevirisi yer alıyor. Adonis, Mahmut Derviş, Muhammet El Magut, Sadi Yusuf ve Nizar Kabbani'nin Beyrut üzerine yazdıkları şiirler gerçekten çok güzel ve etkileyici. Kemal Kahraman'ın bu çevirilere ciddi bir emek verdiği anlaşılıyor. Hatta emeğin de ötesinde, şiirlerin dünyasını solumaya çalıştığı anlaşılıyor. Şiir çevirisinin kolay olmadığını biliyoruz. Çevrilen şiirleri çevrildiği dilde sevdirmek, o şiirlerin 'dil'ini mümkün olduğunca çevrilen dile 'yedirebilmek'le mümkün. Şiir çevirisinde aktarılması gereken asıl şey bir tutam 'duygu'dur. Başka dile çevrilmeyi bekleyen şiir, yetim bir çocuk gibidir. Onu kazanmanın yolu, onu anlamaktan ve sevmekten geçer. En küçük dikkatsizlik havayı dağıtır, özü katleder, imgeleri katılaştırır.

Bu gece ona arkadaş ol,

onunla daha uzun kal bu gece

Yoksa ölüm kucağında oturmuş bekliyor

Günlerini sürgit çeviriyor

eskimiş sayfalar gibi

Resimlerini iyi aklında tut sevgili ülkenin

Yoksa kendi çölüne dönüyor

Bir kıvılcım havuzunda

Ağlaşan insanlarla, sancılarla beraber.


Her bölümde, o bölümde şiirleri yer alan şairin kısa hayat öyküsüne yer verilmiş. Bu, iyi olmuş. Ne demişler: 'Şairin hayatı şiire dahil'. Cemal Süreya mı demişti? Şiire dahil hayatların, şiirin bir parçası olarak görülmesi gerekir. Özellikle, 'yabancısı' olduğumuz Arap edebiyatından çeviriler yaparken kişiler hakkında verilecek bilgilerin özel önemleri olduğunu düşünüyorum.


GELENEĞİ GÖMEN İŞGAL

Çünkü bilmiyoruz onları, 'tanıdık' değiliz, çünkü birbirimize 'çok uzağız'. Bu kadarla kalsa gene de iyi. Birazcık da küçümsüyoruz galiba! Onlar bizi, biz de onları. Yazık! 1982 Beyrut işgali, Ortadoğu'nun geleneğini, düşüncesini, varoluşunu sisler içine gömen bir işgaldi. Beyrut aslında sadece Ortadoğu'nun değil, dünyanın merkeziydi. Bir bakıma böyleydi. Yakıldı, yıkıldı, sürgüne gönderildi. Doğal olarak, şairlerinin dudaklarında ateşten bir çığlığa dönüştü. Şair, bu işgalin, geleceğin işgali olduğunu bildi, sezdi. Ve bu işgali, şiirle bir yeniden dirilişe döndürme uğraşına girişti. Adonis'in şu mısraları bu yeniden dirilişin bir manifestosu gibidir:


Fırat'a şöyle derim:

Genişle İslam toprağı gibi;

Bırak yalnız şiir seçsin Halifeyi


Ve, kitabı özetleyen bir şiir. Nizar Kabbani'den. 'Ey Beyrut, Ey Dünya Hanımefendisi'. İlk bölüm:

Ey Dünya Hanımefendisi, ey Beyrut

Yakut işlemeli bileziklerin nerede?

Sihirli yüzüğünü kim çaldı?

Saçının altın örgülerini kim kesti?

Kim yok etti yeşil gözlerinde uyuyan sevinci?

Yüzünü bıçakla yaralayan kim?

Harika dudaklarına ateşin suyunu döken?

Deniz suyunu kirleten, pembe

sahillere kin tohumları eken?

İşte geldik... Özür diliyoruz... İtiraf ediyoruz.

Sana ateş ettik kabileci bir ruhla.

Bir kadını öldürdük. Adı özgürlüktü...


KNUT HAMSUN'UN HİKAYESİ

Her okurun, mutlaka, unutamadığı bir kaç 'yazarı' ve bir kaç 'kitabı' vardır; sevdiği, etkilendiği, zaman zaman yeniden okuma ihtiyacı duyduğu... Ama, nedir bu 'unutamayışın' gerisinde yatan neden? Sanıyorum, her zaman tek neden 'nitelik' olmuyor bu unutamayışlarda. Kitap dışı, nitelik dışı şartlar da o unutamayışa etki ediyor. Mesela, yıllar önce, öğrencilik döneminde, iflas etmiş bir yayınevinin mezata düşmüş, ucuz, pırıl pırıl kitapları arasından, hiç hesapta yokken, ama tam da birazcık para varken o an 'keşfettiğiniz' bir yazarın kitaplarından bir iki tane alırsınız. Okur ve doyamazsınız. Sonra, o mezata tekrar koşar yazarınızın diğer kitaplarını da kucaklayarak evin bir köşesine yığarsınız. Ve doyumsuz bir okuma süreci böylece başlamış olur. Knut Hamsun'un bendeki hikayesi böyledir. Tur Yayınları iflas etmemiş olsaydı kim bilir ne vakit karşılaşacaktım Hamsun'la! Benoni ile, Son Bölüm ile, Victoria ile, Pan ile ve özellikle Dünya Nimeti ile. Dünya Nimeti ve kahramanımız İsak'la. İsak, mümkün olduğunca az konuşması, kabalığı, azmi, kadını ve toprağı ile çarpıvermişti beni. Şimdi düşünüyorum da bu 'çarpılmada' o kitapların 'birdenbire' ucuzlamış olmasının ve o gün rastlaşmış olmamın katkısı olmuş mudur acaba?

***

Ve, Unamuno.

'Satranç Ustası Don Sandalio'nun Romanı'nı okuduktan sonra, yeni bir kitabını aramaya başlamıştım Unamuno'nun. Arif Ay, Dost Kitabevi'nde 'Sis'i elime tutuşturuverdi. İyi ki tutuşturmuş. Sonra, diğer kitaplarını arayışım... Derken, Unamuno ile tanış olup çıktık. Geç bir tanışma sayılabilir ama iyi bir tanışma oldu. O günden sonra yeni bir kitabı çevrilmiş midir diye, kitapevlerini gezip durdum. Derken, geçen ay 'Günlükler'i kitapevlerinin raflarında yerini aldı. 'Günlükler', yazık ki, okunma sırasını beklemek zorunda şimdilik. Kendinden önce sıraya girmiş, kısım kısım okunmuş ve devamlarının okunması gereken kitapların yanındaki yerini alması için biraz beklemesi gerekecek.


35 YIL SONRA ÇÖZÜLME

"Bu, ilk aldanışı değildir: sevecen bir ortamda yetişmişlerin sık sık başına gelen bir olaydır.”(Çözülme'den)

Rasim Özdenören, hem öykücü hem de bir düşünce adamı olarak '60'lı yıllarda doğan kuşak başta olmak üzere takip eden bir kaç kuşağı etkilemiş bir isimdir. Özellikle '60'lı yıllarda doğan kuşağın hem dil hem de teknik açıdan öyküye yaklaşımında belirleyici bir işlevi olmuştur. Rasim Özdenören, benim için, Hastalar ve Işıklar demektir. Aradan onca yıl geçmiş olmasına, daha sonra yayımlanan bir çok kitabıyla 'kurduğum' sıkı ilişkiye rağmen hâlâ o ilk kitabının adının zihnimde yankı bulmasını, yazarının ismi ile hemen hemen aynı anda zihnimde belirmesini kendime izah edebilmiş değilim. Böyle oluyor demek ki, bazı kitap adları yazarının adına bitişiveriyor. Onun bir mütemmim cüzü gibi. Ayrılmaz parçası gibi. Bu, zihnimizin bize oynadığı bir oyun mudur, yoksa yazarın ve kitabın kaderi midir, açıklaması güç. Dahası var: Bu kitabın adına tanık olmamış olsaydım belki de hasta ile ışık arasındaki ilişki bana bu kadar anlamlı ve heyecan verici gelmeyecekti. Elias Canetti'nin "Bir kaplanın ne olduğunu gerçekten Blake'in şiirini okuduğumdan beri biliyorum" cümlesini kurarken neler düşünmüş olduğunu tahmin edebiliyorum. Gerçi benim üzerinde durduğum konu Canetti'nin kastettiğinden biraz farklı. Ben hasta ile ışık arasındaki ilişkiyi Hastalar ve Işıklar'ın içeriğinden yola çıkarak düşünmüş değilim. Kitabın içeriğinden bağımsız bir etki, bir çağrışım bendeki. Yani kitabın adı bende, kendi başına ve kendine özgü bir serüven edinmiş. Ve bu serüven hâlâ devam ediyor. Oysa, benzer serüvene ikinci öykü kitabı Çözülme'nin sahip olduğunu söyleyemem. Ve diğer kitaplarının... Çözülme adının bende uyandırdığı etki ya da çağrışım sınırlı kalmıştır. Üstelik beni, içerik olarak Hastalar ve Işıklar'dan daha fazla etkilemiş bir kitap olmasına rağmen.

Elbette bir yazarın bütün kitaplarının hem adı hem de içeriğiyle okur tarafından algılanışında aynı güçlü etkiyi yaratması mümkün değil. Etkilenmenin biçimi, içeriği ve boyutu bazen yazara bazen de okura rağmen kendi özgünlüğü içerisinde var olur ve yaşar. Ta ki serüveni sona erinceye kadar. Çözülme'nin geçen aylarda yayımlanan dördüncü baskısını görünce bunlar geldi aklıma. İlk baskısı 1973 yılında yapılmış. Aradan 35 yıl geçtikten sonra dördüncü baskıya ulaşmış. Kitapların zamanla ilişkisinde hangi kıstasların belirleyici olduğunu tahmin etmek kolay değil. Çözülme, toplumsal ve bireysel 'çözülmeyi' döneminin Türkiye gerçeğinden hareketle anlatan dört hikâyeden müteşekkil bir kitap. Aradan geçen onca yıla rağmen hâlâ canlılığından bir şey kaybetmemiş. İnce ve inci bir kitap. Sağlam öykü dili ve tekniği ile hâlâ özgün ve yeni. Rasim Özdenören öykücülüğüne ve Türk öyküsünün serüvenine yeniden bakmak ve bu serüvenin kavşak noktalarına yeniden uğramak isteyecekler için Çözülme bir fırsat olarak dördüncü defa kitapçı raflarında.

16 yıl önce