Ruhsal bilinen hastalıkların altında bazen bir hormon yatabiliyor. Bedenin ve organların ayrı akıllar kullandığını düşünüyorum. Baudelaire 'yaşamın önemli durumlarında bedensel devinilerin abartılı gerçeği'nden söz eder. Kurukafalar insandan kalanı acı acı anımsatan şeyler. Böbrekse incecik kanallarında kanı süzüyor. Aşk aşağılarda bir yerdedir. Şiir de öyle. Birkaç damla kan ve endişeden ibaret insanın hayatta kalabilmesi için hiç de ulvi olmayan organlara ihtiyacı var.
Şimdi Aşk Ebediyyen Değişir, her türden değişimi işaret etmekle birlikte bahsettiğin dişil sesi, ait olmanın sesini de içeriyor. Bunun böyle olduğunu psikoloji okumalarımla teyit edebiliyorum. Örneğin bir erkek terk edildiğinde kendisine 'ne olduğu' sorusunu sormazmış. Hemen aklıma 'Bana Olanlar' şiiri geliyor bunu okuduğumda. Böyle farkların yanında şiirde erkek sesi bulguladığım oldu. Şöyle açayım bunu; kadın piroman sayısı erkeğe oranla azmış, çocukken ateşle oynamak erkeğe mahsus sayılıyor. Bu ilginç bir veri benim için. Benim ateşle oynama alışkanlığım vardı çocukken, yalnız kalabildiğim zamanlarda yakabileceğim her şeyi yakıp ateşi izlerdim, yangın çıkarma hayallerim vardı. Bu böyle sürüyor galiba işte. Bu kitap, ateşle oynama deneyimidir. İlk şiiri 'Pirus', süreç olarak da ilkti ve yangının başlamadan önceki temsilidir. Her aşk Kral Pirus'u yeniden sahneye koyar. Bir türün, bugün lirizmin ne kadar mümkün olduğunun bir araştırması Şimdi Aşk Ebediyyen Değişir. Bir kundakçının kitabı. John Wild, Platon'la ilgili değerlendirmesinde 'Arzularımız evrensel hakikat türünde bir bilgiye hemencecik ulaşamayacak olmanın hasretiyle titreşir.' der. Benim için lirizm, arzu ve ulaşmama bilgisi arasındaki paradokstur. Bu yüzden aşk ağlamaz, konuşur. 'Sev beni.' demez 'Konuş benle!' der.
Benliğimin çevremi soğurması ile ilgili gibi. Ben algıma dâhilse kent, o aşk olamaz, aşk bu durumda başka bir kent olmalı. Mümkün olan en uzaktaki… Ankara giyindiğim elbise kadar tenime temas eden bir şehir. Benim uzantılarım kenti oluşturuyor gibi hissediyorum. Bir tür siborg gibi otoyollarla, geçitlerle genişlemiş bir ben o.
Aşk şiirlerini kitap olarak hazırlamaya başladığımda bir gün siyah arabamla simsiyah giyinmiş olarak gezintiye çıktım. Siyah olmayan hiçbir şey taşımıyordum o gün. İçinde karanlık bir şey saklayan bir hediye paketi veya bomba kutusu gibiydim. Bir bankta dalmıştım, biraz sonra elimi montumun cebine daldırdığımda orda bir deniz kabuğu buldum, bembeyaz parlak bir deniz kabuğu. Biri cebime bırakıvermiş belki, ya da ben koymuş unutmuşum. Anımsayamadım. Kim neden böyle bir şey yapar? Ne tür bir mesajdı bilmiyorum. Siyahlığımla nasıl bir tezat, gülümsetti beni tabii. O deniz kabuğu bir fetiş nesne oldu, 'Yük' şiirini yazarken aklımdaydı hep. Başka şairlerden aldığım mısralar o sedef gibi, sahibini bilmek okurun hakkı. Bazen de kendi karanlığına eşdeğer görüp şiire kattığın mısralar olur, kim olduğunu sadece yazan bilir. Örneğin 'Babama Bahsetmediklerim' şiirinde 3 mısra bana bir şair arkadaşımdan hediyedir. Şiir bittiğinde hayretle fark ettim ki, onun konsantre karanlığı o şiirimin her yerine yayılıp onu daha da koyulaştırmış.
Sözcükler, binlerce başka başka fikri taşırken anlam aşınmasına uğrayarak bugüne gelirler. Son dönemde gündelik dili şiirde egemen kılma çabaları, şiiri, bu durumu şairleri bile fark etmeden, yaşamın her şeyle birlikte aktığı şeyler ırmağına karıştırıp gitmiş, akıntının kişiliksiz bir parçası yapmıştır. Modern şiirde bulunması beklenen girdap yaratma yetisi, şairlerin namevcut başka bir merkez buyruğuna –kimisi buna şiir tarihi diyebilir-kimisi için bu teknoloji gibi görünüyor- itaatleri nedeniyle askıda bekliyor. Bu arada dilin dizgeselliği ve hayati durumu ihmal ediliyor. Bir dizgenin durumu gözler önüne apaçık serilmek isteniyorsa, o dizgeden olabildiğince uzaklaşmak gerekir. Bunu kendim için yaptığım kadar, başkalarında yabancılaştırma etkisi uyandırmak için de yapıyorum. Bildiğin gibi, kurama da ilgi duyuyorum, şiir eleştirisine de. Düşündüğümde dil, kuram ve eleştiri merakımın ardında hep aynı içgüdü var: edebîlik olgusunun nasıl oluştuğu. İçimde hep yeni gereçler yaratma tutkusunu hissediyorum. Dilimdeki her garabet bunlarla alakalı olmalı.
Roman karakterlerini, özellikle iyi donatılmış olanlarını gerçek birçok insandan daha çok severim. Onlar konuşurlar çünkü. Onun bedeninin işaretlerini yorumlayan bir de yazar vardır. Gerçek hayatta bunu bulamazsınız; verdiğiniz işaretlerin okunduğuna dair hiçbir deliliniz yoktur. Okuyamadığınız için mesajı kaçırdığınız binlerce durum vardır. Roman kahramanları ise bütün işaretleri muhataba okutacak şekilde görünür yerlere bırakırlar. Bu çok şiirsel bir durum.
Şimdi Aşk Ebediyyen Değişir
Hayriye Ünal
Pan Yayıncılık
2013
111 sayfa