|

Ateş hattındaki bir şehrin hikayesi

Küre Yayınları arasında çıkan Bir Osmanlı Şehri: Şam kitabında yazar Richard Van Leeuwen, Şam'da bulunan Osmanlı vakıf eserlerini ve bunların işlevlerini inceleyerek Osmanlı'nın bir şehrin siyasi ve kültür hayatına neler kattığını mimari ve toplumsal yapısını vakıflarla nasıl şekillendirdiğini anlatıyor.

M.Talha Çiçek
00:00 - 19/12/2012 Çarşamba
Güncelleme: 14:55 - 19/12/2012 Çarşamba
Yeni Şafak
Ateş hattındaki bir şehrin hikayesi
Ateş hattındaki bir şehrin hikayesi

Bugün Ortadoğu, Balkanlar ve Anadolu diye adlandırdığımız coğrafyada 600 yıldan fazla hüküm süren Osmanlı Devleti'nin, geriye kendine has bir şehir yapısı mirası bıraktığı kuşkusuzdur. Fakat bu mirasın yapılan tarih çalışmalarıyla yeterli derecede incelendiğini iddia etmek oldukça zordur. Osmanlı dönemi Arap coğrafyası söz konusu olduğunda ise durum daha da vahimdir. Zira Arap topraklarının bir zamanlar Osmanlı hâkimiyetinde olduğu bile, son yıllara kadar yapılan çalışmalarda göz önünde bulundurulmuyor, bu bölgeye Osmanlı varlığının zayıf olduğu yerler gözüyle bakılıyordu.

Geçtiğimiz günlerde Küre Yayınları tarafından dilimize kazandırılan Bir Osmanlı Şehri: Şam kitabı bu bakımdan önemli bir istisna oluşturmaktadır. Küre Yayınları'nın 'Şehir Tarihi' dizisinin ilk kitabının (Nelly Hanna, Osmanlı Kahire'sinde Tüccar Olmak, 2006) ardından yayınlanan eser, 18. yüzyılda şehir kimliğinin ve şehir mekânının organizasyonunda dinin rolünü Şam'daki vakıflar temelinde incelemektedir. Osmanlı şehrinin oluşumunda vakıfların rolünden hep bahsedilir. Fakat bunun ayrıntılı olarak incelendiği çalışmaların sayısı çok değildir. Richard Van Leeuwen'in kitabı, tam da bu boşluğu doldurmakta ve Şam şehrinin toplumsal ve mimari yapısının belirlenmesinde vakıfların işlevini incelemektedir.

Kitapta ilk olarak vakıfların hukuki sınırları tanımlanmakta ve vakıf alanı denilen şeyi tanımlayan teorik sınırların genel bir taslağı sunulmaktadır. Buna göre vakfedilen bir mülk, onun statüsünü korumak ve genel toplum menfaatine yönelik kullanımını geliştirmek amacıyla, özellikle oluşturulmuş bir kurallar sistemine tabi olur. Osmanlı sisteminin oturmasıyla birlikte vakıf kurumu ve kurumun ilgili taraflarla ilişkileri giderek daha sıkı bir hukuki kurallar dizisi ile tanımlanmıştır ki vakıfların statüsünün toplumun temel değerler sistemi ile bağlantısı bu kurallar aracılığıyla gerçekleşmiştir. Böylelikle vakıflar, toplum içerisinde gelişen sosyal ilişkiler sisteminde köklü bir yer edinmişler ve toplumun ekonomik potansiyelinin bir bölümü, kavramsal, hukuki ve sosyal olarak tanımlanan bu alanda sermaye hizmeti görmek üzere ayrılmıştır. Aynı zamanda böyle bir yatırım hayır işi olarak kabul edilmiş ve dini olarak da büyük bir meşruiyete sahip olmuştur. Kitapta anlatıldığına göre vakıf kurumuna artı değerini bahşeden ulemadır ki bu değeri kavramsal olarak oluşturan ve koruyan da bu sınıf olmuştur.

Vakıfları reforme etmek

Vakıf kurumunun ve bunlardan sorumlu kişiler olarak ulemanın Osmanlı hâkimiyetiyle birlikte nasıl reforme edildiği de kitapta detaylarıyla anlatılmaktadır. Osmanlı yönetimiyle birlikte ulema devlet hiyerarşisinin içine girmiş ve böylece eskiye oranla, hukuki tartışmalara tesir etme, idari tedbir ve politikaları şer'i hukukun kavramlarına uydurma konusunda çok daha başarılı olunmuştur. 16. yüzyılın sonuna gelindiğinde devlet vakıf alanında neredeyse tam bir kontrol sağlamıştı. Yazara göre 'bu dönemde vakıf kurumundan, az çok gevşek bir biçimde yapılanmış yönetici seçkinler topluluğunun bir parçası olan sultanlar ve emirlerin süregiden iktidar mücadelelerinde kullandıkları bir mekanizmadan ziyade, devlet politikalarının bir aracı olarak bahsetmek mümkündür'. İmparatorluk siyasetinin ayrılmaz bir parçası olarak vakıflar, idare merkezi ile fethedilen eyaletler arasındaki uyumu geliştirme mekanizması olarak kullanılmışlardır.

Mahkeme sicilleri

Bununla bağlantılı olarak kitapta, Şam valilerinin vakıf alanındaki faaliyetlerine bu imparatorluk siyaseti açısından bakılmaktadır ve valilerin kurduğu vakıf külliyelerinin, eyaletlerin tümünü kapsayan hatta eyalet sınırlarını aşan bir imparatorluk ağının bir parçası olduğu ifade edilmektedir. Şam'daki Murad Paşa ve Lala Mustafa Paşa vakıflarını inceleyen yazar devletin bu vakıf külliyelerinin işletimi konusunda korumacı bir yaklaşım benimsediği sonucuna ulaşmıştır. Böylelikle vakfılar, başkent ile Suriye eyaletleri arasındaki idari bağlantılar açısından önemli bir araç haline gelmişlerdir.

Gerek ulema gerekse ayanın elde ettiği resmi statüler ve vakıflar üzerindeki tasarruf yetkileri yerel hiziplerin baskılarıyla sağlanmış değildir. Bu statüler çoğu zaman İstanbul'daki çeşitli gruplarla kurulan bağlantılar sayesinde elde edilmiş ve tayinler Bab-ı Ali'nin kontrolünde olmuştur. Yazar kitapta mahkeme kayıtlarını da inceleyerek vakıflarla ilgili meselelerin mahkemelerde nasıl ele alındığını da tartışmış ve davaların çoğunun standart bir usulün parçası olarak ele alındığını göstermiştir. Yazara göre mahkeme sicilleri devletin denetleme sisteminin bir parçası idi, zira mahkeme sicillerinde otoritenin icrası ve politika ve kuralların uygulanması için vazgeçilmez bilgiler yer almaktaydı. Vakıfların şehrin sosyal yapısındaki rolünün yanı sıra yapısal gelişimindeki katkıları da kitapta incelenen bir diğer konudur. Bu bağlamda inşa edilen Emeviye, Sinan Paşa, Muradiye cami ve külliyeleri, Lala Mustafa Paşa, Çakmak ve Sultan hanları ve diğer birçok yapı şehrin mimari gelişimi açısından incelenmiştir.

Son tahlilde kitap bir Osmanlı şehri olarak Şam'ın 18. yüzyıldaki toplumsal ve siyasi atmosferini anlamamıza önemli bir katkı sağlamaktadır.

Bir Osmanlı Şehri: Şam

Richard van Leeuwen

Küre Yayınları

256 sayfa

2012

11 yıl önce