|

Bir Uzak Ülke Fatma Aliye

"Uzak Ülke ne yazık ki bizim için hem Osmanlı tarihi hem de Fatma Aliye'nin bizzat kendisi." diyen Fatma K. Barbarosoğlu, Fatma Aliye'nin hayatını konu alan romanını o mesafeyi bir parça da olsa kırabilmek, Uzak Ülke'yi yaklaştırmak ümidiyle yazdığını söylüyor.

00:00 - 3/01/2007 Çarşamba
Güncelleme: 22:06 - 5/01/2007 Cuma
Yeni Şafak
Bir Uzak Ülke Fatma Aliye
Bir Uzak Ülke Fatma Aliye

Fatma Karabıyık Barbarosoğlu, bütün İslam dünyasının ilk yazar kadını olan Fatma Aliye'nin hayatını 'Uzak Ülke' ismiyle romanlaştırdı. Osmanlı'nın en sancılı döneminde dünyaya gelen, birbirinden değerli eserler verdikten sonra Cumhuriyet dönemi ile birlikte unutulan Fatma Aliye, ömrünün son demlerini tanassur eden kızı İsmet'in izini sürerek geçirmiş bir edibe. Kitap, kızının gidişiyle yüreğine düşen yangını söndüremeyen, kendini yaşarken bir uzak ülkeye dönüştüren Fatma Aliye'nin, grafiği inişli-çıkışlı olan hayat çizgisini ortaya koyuyor. "Uzak Ülke ne yazık ki bizim için hem Osmanlı tarihi hem de Fatma Aliye'nin bizzat kendisi." diyen Barbarosoğlu, bu romanın o mesafeyi bir parça da olsa kırabilmek, Uzak Ülke'yi yaklaştırmak ümidiyle yazıldığını söylüyor. Hazırladığımız haberde Uzak Ülke'nin yol haritasını Nazan Bekiroğlu, Nazife Şişman, Münire Daniş, Sema Karabıyık ve Seval Akbıyık'ın yazara yönelttiği soruların cevaplarıyla çözeceksiniz.

Nazan Bekiroğlu [Yazar]: Kitapta üç üst bölüm var: Okumak, Yazmak ve Kilitli Kalmak. İlk iki bölümün dili ve üslubu kendi dönemine yaslanırken son bölümün dili ve üslubu günümüze yaslanmakta. Buna dayanarak, ben ilk iki bölümü Fatma Aliye'nin romanı, son bölümü ise Fatma Aliye'nin romanını anlatma sürecindeki bir yazarın çok yönlü hikayesi olarak algıladım. Yanılıyor muyum?

Hayır bunun fark edilmiş olmasına çok sevindim. Üç farklı dönem var. Okumak kısmında Fatma Aliye'nin okuma yazma ögrendiği Abdülaziz dönemi var. Zaman yavaş akıyor. Hem yetişmekte olan bir genç kızın zamanı olarak yavaşlattım anlatışı hem de Abdülaziz dönemindeki gündelik hayatın durgunluğuna uygun olarak. Yazmak kısmı Fatma Aliye Hanım'ın yazı yazma eylemini merkeze alıyor. Dönem Abdülhamit dönemi. En çalkantılı,sosyal değişmelerin en hızlı olduğu dönem. Üçüncü bölüm ise modern Türkiye Cumhuriyeti. Böylece Aziz döneminde doğdu Hamid döneminde ismini kazandı Türkiye Cumhuriyeti'nde unutuldu demiş oluyorum. Unutuluşun izini onu bulmaya çalışan "şimdi" de yaşayan biri aracılığı ile yapıyorum. "Şimdi" yani "ben". Sizi böyle aradım diyorum. Siz bende böyle yaşadınız.

N.B: İlk iki bölüme ilişkin beğenim mahfuz kalmak kaydıyla da olsa, itiraf etmeliyim ki, şu günlerde ayrıcalıklı yazar kalbiyle çok ilgilendiğimden olacak, son bölüm beni daha fazla heyecanlandırdı. Beni heyecanlandıran şu ki; Fatma Aliye Hanım ve Fatma Karabıyık Barbarosoğlu ile özdeşleşen anlatıcı figür bütünleşiyor. Nasıl bir maceraya dayanıyor bu bütünleşme?

Üçüncü bölüm bu macerayı anlatıyor. Ama bu maceranın da bir macerası olmalı değil mi? Kutu içinde kutu. Bu soruyu ben de çok sık sordum romanı yazarken. Nerede başladı? Nasıl başladı? Hayatıma Fatma Aliye ne zaman girdi bunu net olarak hatırlayamıyorum. Bazen geldi ve 'beni yaz' dedi diye düşünüyorum. Ama bir defa olsun rüyama girmedi. Son ana kadar bekledim oysa. Fakat kitabın ön okumasını yapan arkadaşlar, Fatma Aliye, Uzak Ülke'deki Fatma Aliye'yi severdi dediler. Rüyalarıma girmesini beklemekten vazgeçtim onun için. Belki de Kadıköy meydanında torunu Suna Selen ile aniden karşılaştığım o şubat akşamı atıldı ilk tohum. İlk yazar kadının unutulmasına razı olmayış belki de benimkisi. Bütünleşme? Bütünleşebildim mi bilmiyorum. Yazdıkça fark ettim esasında. O da hayatının bir döneminde felsefe talebesi oluyor, ben de. İsimlerimizin aynı olmasını söylemeye bile gerek yok.Yüz yıl ara ile dünyaya geldik. 1862-1962 O üst sınıfa mensup bir ailenin içine doğdu ben orta sınıf. Onun yaşadığı dönemde yabancı dil öğrenme tutkusu üst sınıfın meselesi idi. Şimdi herkesin. Misyonerlik faaliyetleri ve koparılmaya çalışılan vatan toprakları... Diğer katmanları okuyucunun fark etmesini isterim.

Nazife Şişman [Yazar]: Kitabı bir nefeste soluksuz okumuş biri olarak soruyorum. Siz yazarken soluksuz mu yazdınız? Köşe yazılarınız devam etti. Bazı yazarlar roman yazarken köşe yazarlığını bırakıyor. Roman yazmak için kesintisiz bir zaman gerekmiyor mu? Bunu aşmak için ne yaptınız?

Evet okuyanlar bunu söylüyor. Soluksuz okuduk ama birkaç defa daha okuruz diyorlar. Bu benim için çok önemliydi. Akıcı olan ama tüketilmeyen bir metin olmasını önemsiyorum. Çünkü ben de bir okuyucu olarak böyle metinleri seviyorum. Ama ben bu kitabı bir nefeste yazmadım. Yıllarca soluk biriktirdim içimde. Yazmaya başlamadan önceki süreç çok uzun sürdü. Ama benim genel tarzım böyledir. "Hiçbiryer" dekileri biriktirmek de yıllarımı almıştı. Fakat bunları biriktirirken bir roman olacak diye biriktirmiyorum. Fatma Aliye üzerine okumalarım da bir roman yazacağım için başlamadı. Okumu yüzyıl öncesine germeye çalışırken, duraklardan bir durak idi Fatma Aliye. Sonra kendimi Fatma Aliye üzerine yazarken buldum. Yazma eylemi dört yılda tamamlandı.

N.Ş: Kesintisiz bir zamanınız olmadı o halde. Kesintiler içinde roman yazmak zor olmadı mı? Nasıl yoğunlaşabildiniz.

Uzak ülke çalışacağım zaman hep aynı kasedi koydum. Hep aynı kokuyu kokladım. Müzik ve kokunun insan zihninde açtığı yekpare bir zaman olduğuna inanıyorum. Adeta şartlanmıştım. Adını bilmediğim bir koku ilk defa beni 19 yüzyıla götürmüştü. Minicik bir esans şişesinin içinde idi. Hediye gelmişti. Şişenin kapağını açıp sadece kokluyordum. Derken şişe kayboldu. Gerisini tahmin edersiniz. O kokuya benzeyenini buluncaya kadar bir daha romana giremedim. Derken bir gün... Minibüste bir kadının o kokuya çok yakın bir parfüm kullandığını fark ettim. Devamı bir hikaye konusu aslında. Şöyle özetleyeyim: Kokunun ismini o da bilmiyordu. Çünkü rast gele almıştı. Dibinde bir parmak kalmış şişesini bana hediye etti. O gün eve bir gelişim var. Ne kadar çok içimde Fatma Aliye birikmiş meğer. Önce bir parkta el yazısıyla yazmaya başladım. Sonra eve geldim. 1920 İstanbul işgalinin yazılış hikayesi böyle.

N.Ş: Belki bütün bölümlerin bir yazılış hikayesi var. Notlar aldınız mı buna dair?

Esasında bu bana hep söylendi. Çünkü bana selam veren herkesi özellikle son üç yıl içinde Fatma Aliye tutsağı haline getiriyordum. En son Rikkat Kunt üzerine Fransız asıllı torununun yazmış olduğu Hattatların Gecesi adlı kitap için Uğur Derman bey ve Çiçek Derman hanımefendinin karşısındaki mahcubiyetimi hatırlıyorum. Başka bir zamanda sohbetin akışına kendimi teslim eder ve sohbetten ziyadesiyle müstefid ayrılırdım. Fakat parmağımı kesseler, kan yerine Fatma Aliye hanım akacak kadar dolu olduğum için, her sözü Fatma Aliye Hanım da böyleydi diye kestiğimi, ancak onların yanından ayrıldıktan sonra fark ettim ve tabi çok utandım.

N.Ş: Bu kadar yoğun olmanızın sebebi neydi?

O'na dair edindiğim bilgileri kağıtlara yazmamaya çok dikkat ettim. Zihnime ve gönlüme yazacaktım. Böyle olunca da bir taşma durumu kaçınılmaz oluyor.

N.Ş: Neden kağıtlara yazmadınız?

Kağıtlara yazarsam uzaklaşırdım. Onu bir araştırma öznesi kılabilirdim. Soğuk olabilirdi yazdıklarım. Oysa ben onu zihnimde taşıdım.

N.Ş: Evet bu romanda bütün yoğunluğuyla hissediliyor zaten. Peki ya unuttuklarım olursa endişesi yaşamadınız mı?

Yaşamadım. Çünkü bu bir roman. Bir araştırma kitabı değil. Unuttuysam demek ki o benim vücudumun kimyasına karışamamış.

Sema Karabıyık [Yazar]: Şu soruyla çok sık karşılaşacaksınız bu roman üzerine konuşurken zannediyorum: Kahramanınız gerçek bir kişilik. Bu romandakiler ne kadar gerçek?

Romandaki bilgiler tamamen gerçek. Neyi kastediyorum bunu söylerken? Orada anlatılan olayların hiçbirisini masa başında kurgulamadım. Bilgileri tek tek dönemin kitaplarından, özellikle kadın hatıratlarından topladım. Sonra o bilgiler ile romanı kurguladım.Roman gerçek olamaz zaten. Gerçek olduğu zaman roman olmaz. Ama romandaki bütün bilgiler gerçek. Fatma Aliye Hanım'ın küçük kızının Katolik rahibe olması,unutulması, yaşarken ölüm ilanının çıkması. Hepsi. Mesela evden kaçan kızına yazdığı o mektup dahi gerçek. Ama o mektubu romanın içinde kurgusal bir boyuta taşıdım.

MÜNİRE DANIŞ [YAZAR]: Kitabın üçüncü bölümünü şimdiye taşımışsınız. Bu da kitabın hareketli atmosferini daha da hareketlendirmiş diye düşündüm. Ama sizin bambaşka bir amacınız da olabilir mi?

Bunu uzaklık-yakınlık izleğinden cevaplayabilirim. İlk iki bölümde daima baş tacı edilmiş hatta ona imrenilerek 1890'dan sonra doğmuş kızlara Fatma Aliye ismi konulmuş bir öncü kadının romanı akıyor. Akış şelaleden ince bir dereye dönüşerek nihayet kesiliyor. Henüz hayattayken öldü haberi çıkıyor gazetelerde. Bütün İslam dünyasının ilk yazar kadını Fatma Aliye 1900'lerden itibaren görünmez kılınıyor. Uzaklaşıyor. Cumhuriyet dönemi edebiyat tarihleri kadınların yazma tarihini Halide Edip'ten başlatıyor. Bütün bunları "şimdi" görüyoruz. Anlatıcı bugünde yaşıyor. Tarihe de bugünden bakıyor. Tarihe vuku bulduğu dönemin bakışıyla bakamayacağımızı düşünüyorum. Onun için romanın bir ayağı "şimdi." Zaten romanda geçmişten günümüze akışı sağlayan "dün hiç bu kadar bugün olmamıştı" anlayışı.

M.D: Israrla yazar kadın ifadesini kullanıyorsunuz. Fatma Aliye Hanım kadın yazar olmadığı için girmemiş olabilir mi edebiyat tarihlerine?

Hayır hiç sanmıyorum. Ayrıca Halide Edip de kadın yazar değil yazar kadındır. Çağdaşı olan erkek yazarlar kadınları zayıf, aciz tipler olarak çizerken Halide Edip son derece güçlü kadın kahramanlar çıkartır ortaya. Güçlü kadın kahramanların ilk sahibi Fatma Aliye Hanımdır. Bu mânâda kalemleri ve düşünceleri her ikisinin de kadınsı değildir. Her ikisi de bilgi sahibidir ve bu bilgilerini iktidardan yana kullanmışlardır.

Seval Akbıyık [Editör]: Sizin öykülerinizi okurken bir ses eşlik eder. Tınılı bir ses. Ama Uzak Ülke'de okuyucuya eşlik eden ses değil. Görüntü. Bunu nasıl açıklıyorsunuz?

Aslında görüntünün eşlik ettiği öyküler de var ama. Sanırım bazı öyküler çok öne çıkıyor. Bu algı onunla ilgili olabilir diye düşünüyorum. Mesela ses ile ilgili benim en çok sevilen öyküm “Şiirleri Şehirleri Dolduran Kadın”dır. Ama şu bakımdan haklısınız: Uzak Ülke ne yazık ki bizim için hem Osmanlı tarihi hem de Fatma Aliye'nin bizzat kendisi. Bu roman o mesafeyi bir parça da olsa kırabilmek umuduyla kaleme alındı. Uzak Ülke'yi yaklaştırma ümidi. Bu bakımdan gördüğümüze dahil olduğumuz bir dünyada, görüntü önemli elbet. Kelimelerle görüntü çizmek de. Uzak Ülke'yi yakın kılabilmek için bu defa sesi değil görüntüyü yardıma çağırdım.

17 yıl önce