|

Bu ülkenin Hataylı münevveri Cemil Meriç

Yirmi üç yıl önce ayrıldığı “bu topraklar”a kelimelerle hâlâ sıkı sıkıya bağlı sıradışı bir entelektüelin, “Cemil Meriç'in Dünyası”nı tanımak ya da bir kez daha hatırlamak... Davet, Mustafa Armağan'a ait.

Ali Duman
00:00 - 18/08/2010 Çarşamba
Güncelleme: 23:05 - 18/08/2010 Çarşamba
Yeni Şafak
Bu ülkenin Hataylı münevveri Cemil Meriç
Bu ülkenin Hataylı münevveri Cemil Meriç

Cemil Meriç'in Dünyası, ülkemizin önemli entelektüellerinden Cemil Meriç'i ve eserini belli başlı yönleri ile tanıtmayı amaçlayan, 'seçki' niteliğinde bir kitap. Bu bakımdan Meriç çapında bir fikir adamını derinliğine tanımak isteyen okura söyleyecekleri sınırlı; onlar, Meriç'in dünyasına doğrudan girmek isteyeceklerdir. Benjamin'in dediği gibi, bir şehri tanımanın en kestirme yolu, o şehirde kaybolmaktır.

Bununla birlikte 'seçki', 'derleme' veya 'antoloji' mahiyetindeki kitapların yararı inkâr edilemez. Daimî bir ilgi ve yoğun bir emeği gerektirdiklerine kuşku olmadığı gibi, kimi zaman hazırlayıcısının özgün bakış açısını yansıtan paha biçilmez bir hazineye kimi zaman nüfuz edilmesi güç bir alanda mükemmel bir kılavuza dönüşebilirler. Mustafa Armağan'ın imzasını taşıyan Cemil Meriç'in Dünyası'nı, Meriç araştırmalarına mütevazı bir katkı olarak değerlendirmek mümkün, bu bağlamda. Meriç, “Her kitap bir davettir.” demişti. Nitekim Armağan da “Bu çalışma, Cemil Meriç'in dünyasına girmek isteyenlere uzatılmış bir davetiyedir.” diyor.

“Hatay vurgusu” ve Tanpınar

Mustafa Armağan, dört yazıdan mürekkep (“Sunuş: Cemil Meriç'e davet”, “Cemil Meriç'le Tanışma ve Vedalaşma”, “Cemil Meriç'i Anlamak”, “Cemil Meriç'e Kuş Bakışı”) uzunca bir koridordan giriyor Cemil Meriç'in Dünyası'na. Bu yazılar arasında, Meriç'in entelektüel portresinin oluşumunu daha ziyade tarihsel bir geri plan üzerinde göstermeye çalışan “Cemil Meriç'i Anlamak” bilhassa önemli. Armağan, burada “Hatay'ın ayrıcalıklı ve deyim yerindeyse benzersiz konumu”, “o gizemli 'Hatay gerçeği'” üzerinde duruyor ve sonuç olarak şöyle diyor: “Cemil Meriç'i farklı kılan bir başka faktör ise yukarıda genişçe değindiğimiz “Antakya”nın kendine mahsus şartlarıdır. Denilebilir ki, Cemil Meriç Antakya gibi Osmanlı İmparatorluğu'nun son bakiyelerinden birinde ve Fransız mandası altında kısmen bir sömürge tecrübesiyle yetişmemiş olsaydı, İstanbul aydınlarında müşahede ettiği nasırlaşmış hassasiyetler karşısındaki “yabancı” duruşunu koruyamaz ve harf devrimi, kelimelerin namusu (“Kâmus namustur” sözü bu tavrının en bilinen tezahürüdür), yabancılaşma, dinî hassasiyet, millî kimlik gibi ana problemler ekseninde geliştirdiği çarpıcı görüşleri, mevcut keskinliğinden çok şeyler kaybederdi.”

Cemil Meriç, “Benim Tanzimat ricalinden bir farkım da bu. Onların hiçbiri benim gibi bir tecrübeden geçmediler. Ben Fransızlara meftun iken Türk Şiirine de meftundum. Lise tahsili boyunca hep Osmanlıca yazdım. Hür bıraktılar, harfleri kullanmada. Türk hocalar da Osmanlıydılar. Ali İlmi Fani gibi. Belki Osmanlı'dan kopmadığım için inkılâp aydınlarına benzemiyorum. Ben, bir yerde, kendimi kaybetmedim. Arapların ve Çerkezlerin yanında, onlara karşı kendi an'aneme gömüldüm. Fakat aynı zamanda Avrupalılaşmayı bütünüyle yaşadım. Fransız mahremiyetine girme imkânım oldu. Halbuki inkılâp nesli bunların hiç birini yaşamadı” diye yazmıştı. Keza Hilmi Yavuz da, bu özeliğine atıfla Meriç'in “Tıpkı Ahmet Hamdi Tanpınar gibi, tıpkı Kemal Tahir gibi, Tanzimat'la birlikte radikal bir biçimde farklılaşan iki aydın soykütüğünün ('Batıcılık ve Moderncilik: İslamcılık ve Gelenekçilik) ortasında, 'ara-konum'da” yer aldığını belirtir. Mustafa Armağan'ın “Cemil Meriç'i Anlamak” başlıklı yazısında dikkat çeken bir diğer nokta, tam da burada ortaya çıkıyor; Armağan, 'ara-konum'da bulunan bir başka entelektüelle; Tanpınar ile karşılaştırarak Meriç'in (şahsiyetlerindeki büyük tezatlara rağmen) çağdaşları arasında “kendisine en yakın bulduğu” ismin Tanpınar olduğunu belirtiyor


Davet

Cemil Meriç'in Dünyası-Seçme Metinler, yedi bölüme ayrılmış. İlk bölüm, “Benim Trajedim” adını taşıyor ve doğal olarak Jurnal kaynaklı metinleri bir araya getiriyor. “Tayflar Geçidi” adlı ikinci bölümde, Meriç'in “Kendi Semasında Tek Yıldız” dediği İbn Haldun'a ilişkin makalesi dikkat çekiyor. “Batı'nın Putları” adlı üçüncü bölümün çatısını, Cemil Meriç'in “oryantalizm”, “ideoloji”, “terakki” ve “hümanizm” kavramları etrafında gelişen düşünceleri kurmuş. “Sırları Dökülen Ayna” bölümünde yer alan “Kitap” adlı denemesinde Meriç, “Şuursuz bir büyücü Gütenberg! Işığı paçavraya hapsetmiş. Yüzyılları kutulara doldurmuş Gütenberg'in çocukları, peygamberleri işportaya dökmüş; tuğla kadar değeri kalmamış dehanın. Eflatun, bir sokak kadını gibi her isteyenin yatağına koşuyor. Don Kişot futbol maçı biletinden ucuz.” diyor. Kitabın nisbeten daha dar hacimli diğer bölümleri ise, “İki Dünya: İslam ve Hint”, “Roman ve Eleştiri”, “Bu Ülkenin Macerası” adlarını taşıyor.

Cemil Meriç'in ilk telif çalışması, Altın Gözlü Kız tercümesiyle birlikte yayınlanan Balzac incelemesidir. Ardından 1964'te, “Hint ormanlarının uğultusunu” taşıyan ve Cemil Meriç külliyatında özel bir yere sahip olduğu şüphesiz, “Hint Edebiyatı” (nam-ı diğer Bir Dünyanın Eşiğinde) gelir. Hiç unutmam; Teoman Hoca (Duralı), her zamanki gibi devleştiği derslerinden birinde şöyle bir duraksamış, samimiyetini ve hayranlığını ifade eden bir ses tonuyla, Meriç'in “O kitabı, nasıl olup da Hindistan'a hiç gitmeden yazdığına” hâlâ hayret ettiğini belirtmişti. Eseri 1970'lerde gövdelenen Meriç, ne yazık ki ideolojik kamplaşmaların gölgesinde kalmış ve “yaşarken ne Sağ-Muhafazakâr kesime ne de Sol-Modernci kesime (her iki tarafın da, kendi yanlarına çekme çabalarına karşı durduğu için) yaranabilmiş”tir.

Yirmi üç yıl önce ayrıldığı “bu topraklar”a kelimelerle hâlâ sıkı sıkıya bağlı sıradışı bir entelektüelin, Cemil Meriç'in Dünyası'nı tanımak ya da bir kez daha hatırlamak… Davet, Mustafa Armağan'a ait.



14 yıl önce