|

Buğulu aynalar galerisinde bir yığın figür

Miguel de Unamuno'nun açıkça söylediği bir şey var. Karakterlerin hepsi "buğulu aynalar galerisinde bir yığın figür"dür. Unamuno'nun kendisi bile Unamuno değildir. Tıpkı bizim bir romanı okurken kendimizden başka biri oluşumuz gibi.

Fatih Balkış
00:00 - 4/04/2007 Çarşamba
Güncelleme: 18:03 - 6/06/2007 Çarşamba
Yeni Şafak
Buğulu aynalar galerisinde bir yığın figür
Buğulu aynalar galerisinde bir yığın figür

Topraklarından Don Quijote'yi doğurmuş olmanın verdiği bir güvenle tüm İspanyollar Altın Çağ'dan beri, insan düşüncesinin ve özgürlüklerinin peşinden cesaretle gittiler. Don Quijote bir kahraman ve bir roman olmanın ötesinde ayaklarını güvenle bastıkları bir adaydı aslında. Onun saldırdığı ve yok etmek istediği her şeye onlar da saldırmak istiyordu ve bu itki onları kurmacaya, yaşamın belirsizliklerine, her türlü siyasal ve ahlaki baskının karşısında yer almaya itiyordu. Kısacası Don Quijote onları bir ve tek yapıyordu. 1605'te karşı çıkılması gereken şey modası geçmiş şövalye romanlarıysa, yirminci yüzyılda bilincin parçalanmasına eşlik eden biçime saldırılmalıydı. Dahası sosyal bilimlere, Dilthey'in sözünü ettiği doğa ve tin bilimlerine. İnsan adına yürütülen çalışmaların eksikliği çok geçmeden bu karşı saldırıyı haklı çıkarmıştı, çünkü bir çeşit şizofreni içinde yakıp yıkma üzerine kurulu politikalar Avrupa'nın yakasını bırakmayacaktı. Bütün bu belirsizlikler yüzünden İspanyol aydınları kendilerini üniversite kürsülerine adadılar, sokaklara bilgiyi halkla paylaşmak için düştüler, düşünceyi anlaşılır hale getirmek için çabaladılar. Bunu Ortega y Gasset'nin dediği gibi yaşam için, yaşamak adına yaptılar ve ünleri pek yerinde olmasa da, derin izler bıraktılar. Yeniden o büyülü zamanlara, modern çağın başladığı o görkemli yollara çıkmak istiyorlardı.

Yüzyılın başındaki bu evrimin yalnızca İspanyol Edebiyatı çevresinde döndüğünü söylemek de pek doğru bir yaklaşım olmaz. Ruben Dario önderliğinde birleşen ve İspanya'nın kültürel buyurganlığından kurtulmaya çalışan Latin Amerika Edebiyatı'nı da bu sürecin bir parçası saymak gerekir. Bütün yönleriyle yirminci yüzyılın hemen başında başlayan aydınlanma hareketinin gücünü görmezden gelmek gerçekten de Franco döneminin baskılarını haklı çıkarmaktan başka bir işe yaramayacaktır. Şimdi bir çeşit melankolik bir tavırla anımsanan o zor yılların Lorca, Santos ve Unamuno gibi pekçok aydının sürgününe ve ölümüne neden olduğunu unutmamak gerekir. Ve her nasılsa bir insanı intihara sürükleyen umutsuz toplumsal yapının korkunçluğunu düşünmek bizleri irkiltmek için yeterli olur. Çağımızın en önemli düşünürü saydığım Ortega y Gasset, Unamuno'nun öğrencisiydi ve iç savaş çıktığında ev hapsinde ölen hocası için şunları söylemişti: "İyi olmuş. Yolun sonuna varmıştı. İki yüz bin yurttaşının başına geçmiş, onlarla birlikte tüm ufukların ötesine ulaşmış..."

Unamuno'nun Franco tarafından öldürülen halkın başında olarak görülmesi bir tesadüf değildir. Bir yazar, denemeci ve aktivist olarak yaşamını tek gerçek olarak gördüğü, gerçeğin araştırılmasına adamıştır. Yaşam gerçeği karmakarışık sanılan ve yolu yazgıdan geçen bir süreç değil, tam tersine kesinleştirilemez, belirlenemez ve anlamlandırılamaz bir bütündür. Söz konusu olan insanın hikayesiyse, Unamuno belirgin çözümlemeler yapmaktan, başı sonu belli olan öyküler anlatmaktan, yalnızca tek bir bakışın olduğu romanlar yazmaktan alıkoyar kendini.

Söz gelimi daha 1915'te yazdığı Sis romanı, bugün bile içerdiği yenilikçi yönleri sayesinde aşılabilmiş değildir. Giderek kendi özbilincinin farkına varan kahramanımız Augusto Perez, yaşamla girdiği mücadelede soluğu yazarının kapısında, Unamuno'nun evinde alacaktır. Aşkından, dostlarından hatta yazarından bulamadığı yakınlığı ona köpeğinden başkası göstermez. Bu sarsıcı ve etkin romanın taşıdığı umutsuzluk, hem varoluşçuları derinden etkilemiş hem de roman sanatına eşsiz bir yön kazandırmıştır.

Sel Yayınları tarafından İsmail Yerguz çevirisiyle yayımlanan Satranç Ustası Don Sandalio'nun Romanıyla Unamuno, temelde kurmaca üzerine olan düşüncelerini geliştiriyor. Tıpkı Werther gibi kentten kasabaya kaçmış olan anlatıcımız, arkadaşı Felipe'ye bu kasaba üzerine olan gözlemlerini mektuplar halinde iletir. Konu bir yana Unamuno'nun asıl göstermek istediği şey kurmaca yapıtın boyutlarıdır. Bir önsözle bu mektupların kendisine gizli bir okuru tarafından gönderildiğini söylerken, hikayenin sonunda o gizli okurun kendisi de olabileceğini, ama yok belki de tüm bunları Felipe'nin yazdığı savını ileri sürer. Hepsinden önemlisi Unamuno'nun açıkça söylediği bir şey var. Buradaki karakterlerin hepsi "buğulu aynalar galerisinde bir yığın figür"dür. Unamuno'nun kendisi bile Unamuno değildir. Tıpkı bizim bir romanı okurken kendimizden başka biri oluşumuz gibi. Camus ve Sartre'dan daha fazlasını bekleyenlerin Unamuno okumalarını, Calvino ve Perec sevenlerinse keşfedilecek başka adaların da olduğunu bilmelerini isterim.


17 yıl önce