|

Cağaloğlu'ndan bir anı

Espas, eski Cağaloğlu'nun profili eşliğinde edebiyatımıza yenilik ve hareket katacak ilginç mi ilginç bir dönem romanı. Selma Sancı'nın kendi çalışma yaşamından izler taşıyan romanı Espas, 1980 öncesinin tedirgin ortamı ile basımevlerinde çalışanlar hakkında. Hikayenin altında ise bu hayatlarla ilintili pek çok farklı tema ve metafor var.

Münevver Soylu
00:00 - 17/10/2012 Çarşamba
Güncelleme: 22:46 - 17/10/2012 Çarşamba
Yeni Şafak
Cağaloğlu'ndan bir anı
Cağaloğlu'ndan bir anı

Selma Sancı'yı Sel Yayıncılık'tan yayımlanan çeşitli şehirler, bölgeler üstüne öyküler dizisi projesiyle, kadın öykülerinde İzmir, Avrupa ve Doğu adlı kitaplara katıldığı öyküleriyle tanıyoruz. Kendi çalışma yaşamından izler taşıyan romanı Espas ise 1980 öncesinin tedirgin ortamı ile basımevlerinde çalışanlar hakkında. İş hanlarını, bir lokantayı, matbaayı, dergi bürosunu oralarda çalışanların gözünden anlatıyor. Hikayenin altında ise bu hayatlarla ilintili pek çok farklı tema ve metafor var. İlk sayfasından resimle ilgilendiğini, basımevleri, matbaa ve dergilerde çalıştığını öğrendiğimiz kitabın yazarı, birbirinin devamı bölümlerde, sadece Cağaloğlu'nu değil gömlek, çorap atölyesini de başarıyla yansıtıyor. Yalın, sımsıcak bir dille ve okuyanı hemen saran içtenliği ile kendi halinde insanları anlatıyor. Onun kaleme aldıklarındaki sihir, hayatımızda yer etmiş, hiçbir zaman dikkat etmediğimiz ayrıntılara yer vermesinde yatıyor, gözlem gücü bu ayrıntılarda ortaya çıkıyor.

Dönemin atmosferinde kiraladığı posta kutusu ile çalıştığı işler arasında mekik dokuyan Nebile, her cumartesi paydostan sonra postaneye giderken bile tedirgin; "Kutu boştu. Boş olduğunu gördüğü halde eliyle içinin tozlu soğukluğuna dokundu. Tahir'den yine bir haber yoktu." Bu huzursuzluk kimi zaman aldığı mektuplarla değişir ama sorunları yakasını bırakmaz.

Darbe günlerinin tedirginliğine

Dizgi, tashih, montaj, mücellit, çocuk kitaplarını resimleme gibi sektörün neredeyse her aşamasında çalışan kahramanlar aracılığıyla bir taraftan değişen teknolojiye şaşıp, öte yandan sokak sokak Cağaloğlu'nda dolaşıyoruz. Oradan Kadıköy'e, Adalar'a uzanıyoruz.

Espas, ülkemizi derinden sarsan darbeyle sonuçlanan günler, olaylar üzerine kurulan, sürükleyici hikâyesiyle okurlara yok olup giden rotatifleri, mücellitleri, mürettipleri, hurufatı hatırlatıyor. Anlatıcının birdenbire ortadan kaybolan arkadaşı için neler yaptığını anlatan romanı okurken, 1980 öncesine, sokaktaki insanın bile duyumsadığı korku, güvensizlik, endişe ve dönemin günlük yaşamına doğru ilginç bir yolculuğa çıktığımızı fark ediyoruz.

Merakın anahtar öğe olduğu romanda çatışmalar hayattaki pek çok şey gibi içsel ve rastlantısal. Nebile'nin temel sorunu, sevgilisinden haber alamaması.

Boşluğu çaresizliği yansıtıyor Bu sıra dışı romanın öteki kahramanı Nesrin ise bir taraftan çalışan üniversite öğrencisi. İlkin birlikte çalışırlarken, zaman zaman Nebile'ye yazdığı mektuplardan benzer işlerde çalıştığını öğreniyoruz. Mektuplar bizi bir yakınlık içine atıyor, onları çok iyi tanımamızı sağlıyor, bu doğrudan anlatım ile çözüm gücü yoksunluğunu aynı kişide bir araya getirmekle de onların duyduğu boşluk, çaresizlik, bize yansımış oluyor.

Ne yapabileceği ile ne yapması gerektiği arasındaki farkı anlamaya çalışan kahramanımızın yaşamı, güvencede kalmak ile arkadaşının başına gelenleri öğrenmek arasında kalan, doğru ve sonradan pişman olmayacağı şekilde hareket etmeye çalışan diğerlerinin yaptıklarıyla birbirine bağlanıyor.

Yeni yıl hatırası mahkum

Yazar dönemin argümanlarından yararlanıyor ve somut bir tutum içinde oluşu, anlatımını dolambaçsız, süssüz, açık ve net kılıyor. Böylelikle sımsıcak dokusuyla herkesin kendinden bir şeyler bulabileceği bir kitap ortaya çıkıyor.

Vapurdaysa gökyüzünün masmavi, geniş ve rahatlığına rağmen, güneş batarken ve doğarken denizin üstüne yuvarlanan bulutlar, her seferinde anlatılması zor bir şey hissettirir. Nebile'nin en müthiş yeni yıl hatırası sürpriz bir mahkum mektubudur.

Yalnızlıktan bir tepeye sokulan, yüksek dağların arasındaki kasabayı ise sürgüne giden sürgüne giden öğretmen ablanın mektubundan tanıyoruz. Rüzgarda sağa sola eğilen uzun kavakların esintisini duyuyor, çatıların üstündeki eğri büğrü dumanları görür gibi oluyoruz.

Hayattan çok az şey istiyor Nebile, azıcık sevgi, dostluk bir lokma huzur ve bir sevdiği işi yapsın, o zamanki adıyla Tatbiki'yi kazansın. Çevresindekilerin yüreğinin katılığından değil de dönemin, eli kulağında darbe günlerinin ve rastlantıların sonucu bu kadarı bile esirgeniyor ondan. Kederler içinde mektup yazan, bütün olanları anlatıp da başkalarının ruhlarının ne hissettiğini açıklayan, cesaretle, azimle işlere giren, işlerden ayrılan, montaj yapmayı bilmediği halde ona umut bağlayanları yarı yolda bırakmamak için bilmiyorum demeyi beceremeyen, posta kutusuna gelecek bir habere tutunan Nebile'nin, yaptıkları, içler acısı haline hiçbir faydası olmuyor.

Yazmak konusunda büyük tutkuları, sınırsız düşlerini Tashih adlı bölümde okuyoruz, belki de bir gayret gösterip bu işe girişmenin bir öykü yazmanın zamanı gelmiştir.

Küçük börek salonunda arkadaşının mektubunu okuduğunda, düşlerinin yarıda kalmasına üzülmüyor. Sonunda bir haber alabilmiş olması, esip geçen bir rüzgârın aniden bulutları dağıtması gibi birden içini aydınlatsa da artık kayıtsız kalmasında belki de yaşadığı dönemin damgasını yemiş duygusal dünyasının payı var. Posta kutusunu kapattığında, dirilmesi imkânsız bir geçmiş de kapanmış oluyor

Yazlar herkes için şen değil

Adadaki günbatımını anlatışı ise ihtişamın ötesinde, görüntü çok etkileyici, insanda bir tablonun içindeyim hissini uyandırıyor. Marmara denizinin ortasında küçük bir ada Burgazada. Bir ucundan öbür ucuna bir solukta yürünebilecek kısacık bir kıyı şeridi. Yazlar herkes için şen değil. Pek de gül pembesi olmayan ama sakin sessiz hayatlar, insanın içini burkan cümlelerle dolu.

Cağaloğlu ise günümüzde ruhunu kaybetmemeye çalışıyor, neler olduğunu anlamaya çalışıyor. Yüksek saç perdelerle kapatılan alanları ise yokuş için nicedir doğal siluetler gibi.

Küçük fotoğraflarla ve bölüm başlarıyla renklenen romanda zamanın tozu toprağı içinde unutulan Meserret ise işe giderken poğaça alınan, iş çıkışı gidilen börekçi, çay içilen pastane. Anımsamak, anmak adına, değerbilirlik adına Cağaloğlu'nun havasını soluyan herkesin kütüphanesinde bulundurması gereken bir roman aynı zamanda. Espas'ı okuyanlar Selma Sancı'nın sadece iyi bir gözlemci olduğunu görmekle kalmaz, aynı zamanda özgün bir tarzı olduğuna tanık olurlar.

Espas, eski Cağaloğlu'nun profili eşliğinde edebiyatımıza yenilik ve hareket katacak ilginç mi ilginç bir dönem romanı.

Espas
Selma Sancı

Sel Yayıncılık

Eylül 2012

128 Sayfa.

11 yıl önce