|

Çağdaş müslüman düşüncenin dili, artık 'küresel' olmalıdır

Kürşad Atalar Düşüncenin Okullaşması adlı çalışmasında, İslam'ı bütün insanlığın umudu haline getirecek, küresel karakterli bir sistematik düşüncenin üretilmemiş olması soruna odaklanıyor

Asım Öz
00:00 - 16/05/2012 Çarşamba
Güncelleme: 22:26 - 16/05/2012 Çarşamba
Yeni Şafak
Çağdaş müslüman düşüncenin dili, artık 'küresel' o
Çağdaş müslüman düşüncenin dili, artık 'küresel' o

Müslüman dünya, yeni bir dönemin eşiğinde bulunuyor. Pek çoğumuz belki gelişmelerin seyrini algılamakta bile zorlanıyoruz ama geleceğin dünyasını inşa etme noktasında tek alternatif olarak İslam'ın kaldığını bugün artık rahatlıkla söyleyebiliriz. Halihazırda Müslümanlar, küresel bir güç olabilecek imkanlardan yoksundurlar; ancak bütün yerküre üzerinde bu potansiyeli haiz başka bir alternatif düşünce, inanç sistemi veya ideoloji de bulunmamaktadır. Modernitenin iflas ettiği, post-modernitenin de derde derman olamadığı bir vasatta, insanlığa umut va'deden tek din yahut 'ideoloji' olarak İslam kalmıştır. Ancak, İslam'ı bütün insanlığın umudu haline getirecek küresel karakterli bir sistematik düşünce Müslümanlar tarafından henüz üretilememiştir. Geçen bir asırlık süre zarfında bu yolda önemli mesafeler katedilmesine rağmen, düşünce hala 'okullaşamamıştır.' Mehmed Kürşad Atalar Düşüncenin Okullaşması adlı çalışmasında, dikkatleri bu soruna odaklıyor.

Düşüncenin Okullaşması düşüncesi nedir? İçeriğinde öne çıkan hususlar nelerdir?

'Düşüncenin Okullaşması' öncelikle bir değişim ve dönüşüm projesidir. İçeriğini belirleyen ana düşünce, Müslümanların ürettiği çağdaş düşüncenin 'yetkinleşmesi' gerektiğidir ve bu yetkinlik modernite mağlup edildiğinde ispatlanmış olacaktır. Bana göre, 19. yüzyılın sonlarından itibaren kaynaklara yönelim ile birlikte başlayan düşünsel gelişme süreci henüz 'ekolleşme' evresine ulaşamamıştır. Düşünce sistematik ve iç bütünlüğü olan tutarlı bir okul formatında ortaya konulduğu zaman, 'okullaşma' gerçekleşecektir. Okullaşma, sahici bir toplumsal ve siyasal değişimin ön şartıdır. Eğer Müslümanlar olarak bu işi gerçekleştirebilirsek, küresel manada hakimiyetimizin de önünün açılacağına inanıyorum.

Hakikat iddiasının hakimiyet iddiasından önce geldiğini söylüyorsunuz. Niçin?

Çünkü insanlar esas itibarıyla hakikate tabi olurlar. Daha doğrusu, hakikati gördükleri zaman ona teslim olmak isterler. Bugün sorun, Müslümanların hakikat iddialarının 'ispatlı' bir şekilde dillendirilememesidir. Evet Kur'an hakikati temsil eder ama bugün farklı farklı Kur'an anlayışları vardır. Kur'an'ın hakikati temsil ettiğini, 'alimler', kanıtlarıyla birlikte göstermelidirler. İkna edici olan budur. Bu ise, ancak düşünsel/ilmi yahut bir 'ideolojik' bir çaba ile mümkündür.

Düşünce dünyasında dil üretmenin örneği olarak Rousseau örneğini zikrediyorsunuz. O nasıl bir dil üretmiş?

Rousseau örneğini şunun için veriyorum: O, Toplum Sözleşmesi adlı kitabında, genel irade, ulus-devlet, yurttaş, egemenlik vb. kavramları yeni bir içerikle tanımlayarak, 'önceki dönem'den yani Eski Rejim'in paradigmal çerçevesinden kopuşu simgeleyen bir 'dil' oluşturuyor. Üstelik bu 'dil', Hıristiyan teolojisiyle tam bir kopuşu simgeliyor. Nitekim eserinde, 'yurttaşlık' ile 'Hıristiyanlık' kelimelerinin yan yana kullanılamayacağını bile söylüyor! Bu, boşuna değildir ve üretilmiş olan 'dil'in kaçınılmaz bir sonucudur. Yani burada bambaşka bir düşüncenin savunusu yapılmaktadır ki bu, daha sonra Fransız Devrimi'ni üretmiştir. Yani 'dil' deyip geçmemek lazım. Ben onu, özel bir paradigmal çerçevesinin özel bir formu anlamında kullanıyorum.

Müslüman düşüncenin eklektiklikten kaynaklanan sorunlarının çözümünün orijinal dile vukufiyetle gerçekleşeceğini ifade ediyorsunuz. Orijinal dil nedir?

Orijinal dil “vardır ve orada durmaktadır.” Yani İslam'ın dili bellidir; Kur'an ve Sünnet'te somut biçimini almıştır. Bugün sorun, bu 'dil'in iyi bilinmemesidir. Bu dilin iyi kullanımı için tabii ki 'kavramları'nın iyi bilinmesi gerekir. Bendeniz özellikle 'merkezi' kavramlar üzerinde durmaya çalışıyorum ve bunların zıtlarıyla bilinmesini önemli görüyorum. Bu bağlamda 'ibadet' ve 'özgürlük' kavramlarını özel olarak işliyorum. Çünkü bana göre bu iki kavram İslam ile modernitenin insan eylemlerini tanımlama noktasındaki en merkezi kavramlarıdır. Tabii başka kavramlar da var. Bunların da tali olanlarla ilişkisini doğru kurarak bilinmesi gerekiyor.

Orijinal dile vukufiyeti öne çıkarırken ideoloji kavramını kullanıyorsunuz. Sadece din veya hakikat iddiası demekle yetinmiyorsunuz. Niçin?

'İdeoloji', postmodern dönemden sonra Batı'da popülaritesi azalmış bir kavramdır; ancak yerine de aynı manaları kapsayacak kuşatıcılıkta bir başka kavram bulunamamıştır. Bilinen içeriğiyle, bizim 'dünya görüşü' ve 'yaşam tarzı' dediğimiz şeyin karşılığıdır. 'Din' dediğimiz zaman ise, genellikle bir 'inanç sistemi' anlaşıldığı için, 'yaşam tarzı' kavramının tazammun ettiği manayı, bu kelime ile ifade etmekte çoğunlukla güçlükle karşılaşırız. Ayrıca ben bu kitabı, sadece Müslüman okura hitaben yazmadım. Kitabı okuyanların da göreceği gibi, buradaki 'iddia' bütün 'ideolojik' grupları da ilgilendiren boyutlar taşımaktadır. Ayrıca şu an için manayı en iyi yansıtan kelime olarak onu gördüğümden, bu kelimeyi seçtim.

Müslümanların küresel ölçekte zaaflardan arınmış etkili bir dil üretememelerinin sebebi sadece eklektik dili terk edememiş olmalarından mı kaynaklanıyor?

Eklektik dil, zaten düşüncenin 'zayıf' olduğunu gösterir. Çünkü kavramları yerli yerine oturmuş bir 'dil'de düşüncenin başka 'kavramsal araçlar'a ihtiyacı olmaz. Örneğin “İslam bilim ile çelişmez” cümlesi 'savunmacı' ve 'eklektik' söylemin bir örneğidir. Bu sözü söyleyen kişi, belli ki, Batılı 'bilim' paradigmasının etkisi altındadır. Eklektik ifadeyi ortaya çıkaran işte bu 'etki'dir. Böylesi bir etkiye maruz kalmamış kişi ise şöyle der: “İslam'ın bilim ile çelişmemesi niçin bir zorunluluk olsun?” Tabii ki, bu cümleyi kurabilmek kolay değildir. Çünkü altında derin bir düşünce ve bunun felsefi tartışmaları vardır.

Müslüman düşüncenin dış etkilerden arınma sürecinde olduğunu ifade ediyorsunuz. Bunun örnekleri neler?

Son bir yüzyıllık süre içerisinde önemli 'kavramsal' değişmeler yaşadık. Örneğin geçen asırda Kur'an ayetlerinin bir kısmının tefsirinde rasyonalist etkilere açık bir dil kullanılıyordu, daha sonra bu yorum tarzı önemli ölçüde terk edildi. Bu, bir ilerlemedir. Hakeza Mevdudi de bile, İslam'ın 'teo-demokrasi' olarak nitelenebileceğine ilişkin bir üslup var iken, bugün artık Müslüman entelektüel çevrelerde demokrasi eleştirisi rahatlıkla yapılabilmektedir. Bu da bir ilerlemedir. Ayrıca Kutub, zamanında Örnek Bir Kur'an Nesli kavramsallaştırması yapmıştı ama bunun içeriğini 'kaba hatlarıyla' verebilmişti. Şimdi örneğin geleneğin iki önemli unsuru olan 'mezhepler' ve 'tasavvuf' konusunda eleştirel yaklaşımlar ortaya konulabilmektedir. Dahası, bugün bir genel demokrasi eleştirisinin de ötesine geçilmiş ve bu teorinin temel kavramları olan insan hakları, eşitlik, özgürlük gibi kavramlar da, belirli bir yetkinlik düzeyinde eleştirilebilmektedir. Bu gelişme sürecinin daha pek çok örneği verilebilir ama sanıyorum bu kadarı şimdilik yeterli olur.

Müslüman siyasi düşünce Türkiye özelinde bakıldığında tekrar Meşrutiyet döneminin eklektik diline döndü. Hatta bu eklektik olma hali kimi zaman terk edilerek Batı düşüncesindeki iki alan ayrımına benzer bir bölünmeyi kabullendi. Yine Mısır, Fas, İran, Moritanya vb. ülkelerdeki düşünürlerde de bu dil yaygın. Bu dili aşmak çok kolay değil gibi…

Ben burada 'geri dönüş' nitelemesini pek doğru görmüyorum. Bana göre olan, asli zaaflarımızın yeniden nüksetmesidir. Ki bu da 'düşüncenin yetkinlikle ifade edilememiş olması' olarak tanımlanabilir. Bizler 'ilm' noktasındaki eksikliğimizi bir 'okul' oluşturacak düzeyde gideremezsek, bu geri dönüşler veya yalpalamalar devam eder. Ancak benim, sürecin o istikamette değil de, yavaş da olsa 'iyi yönde' geliştiği şeklinde bir inancım var.

Düşüncenin Okullaşması sürecinde Beyt'ül-Hikme benzeri kuruluşlara ihtiyaç var mı?

Bendeniz Düşüncenin Okullaşması'nı bir 'proje' olarak görüyorum ve bunun 'mali' yükünün de 'özel' sponsorlukların gücünü aştığını düşünüyorum. Bu bakımdan bu projenin arkasında 'resmi' bir desteğin olması, projenin devamı açısından gerekli gibi görünüyor. Çünkü bu projede önce İslam'ın sonra da modernitenin, bütün kavram, kurum, tarihsel tecrübe ve biyografilerle vs. bilinmesi gerekmektedir. Bu da tabiatıyla önce kaliteli bir tercüme faaliyetini, ardından da ciddi bir 'kavramsal tasnif' çabasını gerektiriyor. Buna dair de kafamda bazı 'somut' öneriler var. Ancak onların tabiatıyla 'projelendirilmesi' gerekiyor.

Çağdaş Müslüman düşüncenin söylemini küresel kılacak unsurlar nelerdir?

Çağdaş Müslüman Düşünce'nin dili, artık 'küresel' olmalıdır. Bilindiği gibi, İslami yapılanmaların öteden beri kendilerine çizdiği en büyük hedef, İslam Dünyası'nın genelinde bir dönüşüm sağlanmasıdır. Fakat dünya artık 'küreselleşmiştir' ve malum olduğu üzere iletişimin en hızlı olduğu alan da düşünce dünyasıdır. O halde bu 'fırsat'ı iyi kullanıp, İslam çağrısını dünyanın gündemi haline getirecek bir dil kullanılması gerekmektedir. Bu, tabiatıyla, çok zor ve şimdiye kadar da düşünülmemiş ve denenmemiş bir şeydir. Bunun için, mutlaka, halihazırda gerçeklik iddiasında bulunan bilimin ciddi bir eleştirisi yapılmalıdır. Çünkü halihazırdaki küresel hakimiyet, bu meşruiyet zemininden beslenmektir. Müslümanlar, onun için Hakikat İddiası'nda çok güçlü argümanlara sahip olmalıdırlar. Bunu 'ideolojik' bir üslupla ve 'yetkinlikle' yapmaları durumunda, 'küresel başarı'nın önünde ciddi bir engel kalmayacağına inanıyorum. Tabii ki bu bağlamda yapılması gereken ciddi ve zor işler var. İnşallah zaman içerisinde bu yönde bir 'inisiyatif' oluşur ve hayırlı neticelere ulaşırız diyorum.

12 yıl önce