|

Ceza odasındaki ak sakallı çocuk Osmanlı Mitologyası

Sibel Eraslan
00:00 - 5/12/2007 Çarşamba
Güncelleme: 11:17 - 7/01/2008 Pazartesi
Yeni Şafak
Ceza odasındaki ak sakallı çocuk Osmanlı Mitologya
Ceza odasındaki ak sakallı çocuk Osmanlı Mitologya

Metin And'ın 'Minyatürlerle Osmanlı-İslam Mitologyası' adlı eseri, Yapı Kredi Yayınları'ndan neşredildi. Türk ve Dünya Müzelerinden tam 3486 minyatür içinden hazırladığı seçki ile, gözlerimizin önüne muhteşem bir atlas yayıyor Metin And... Kendi ifadesiyle; 'bir anlamda sanatlar akademisi ve konservatuvar da olan' Saray, dönemin sanatçılarını her zaman himaye etmiştir... Ve fakat kitabı okuyunca uzun yıllar reddi miras edilerek, milli belleğimizin unutmalar odasına kapatılmış bir bilim kürsüsüyle karşılaşıyoruz: Osmanlı Mitolojisi... Kah tozlu küflü tavan aralarında kilitlenen, kah haraç mezat okyanus aşırıya def edilerek sesi kısılmış kayıp atlas! Ceza odasındaki ak sakallı çocuk: Osmanlı Mitologyası...

'Doğuya has tasvir yasağı' şeklinde asırlardır söylenegelen ön bilgilerimizi altüst edici, ezber bozan yönüyle minyatürler üzerinden Osmanlı Mitotlogyasını çözümleyen bu kitap, sadece sanat ve arşiv noktasında önemli bir işi başarmakla kalmıyor... Aynı zamanda; sanat geçmişimiz üzerindeki tarihi bir karartıyı, politik suskunluğu ve önyargıları da kışkırtıcı bir şekilde bozuyor... Bizi saklı bir bahçeye çağırıyor!

Metin And'ın Evliya Çelebi'den aktardığına göre; hepsi de birer masal ve rüya çizimcisi olan nakkaşlar, üç kısma ayrılırdı Osmanlı dönemlerinde... Birincisi; Cihan Nakkaşlarıydı ki; çalışma salonları Aslanhane'nin üst katında olan bu saray nakkaşları 100 adettir ve alay geçitlerinde kendilerine has hazırlanmış özel tahtırevanlarında eserlerini sergileyerek geçerlerdi... Nakkaşan-i Musavviran ise 40 kişiydi, bunlar kahramanlık ve cenk hikayelerini resmederlerdi. Her padişahın döneminde sadece 1 tek kişiyle kaim Fâlciyan-i Musavvir mertebesi ise, daha çok geleceğe dair resimler okuması yapmakla görevli nakkaşlar piriydi... Şöyle ki; Peygamberleri, Padişahları, Savaşları ve Aşk öykülerini nakşettiği resim levhalarının sırtlarını çevirir, bilmeden seçen kişiyle talihine çıkan tasvir arasında ilgiler kurarak o minvalde şiirler okur, yorumlar yapardı. (Örn: Kalender Paşa'nın Sultan 1.Ahmed'e sunduğu 35 resimlik Fâlname)


GÖĞÜN ALTINDA DURDUĞUNU UNUTMA!

Doğuya has tasvir karşıtlığına dair ön yargının, minyatürler üzerinden kırılmış olması da kaderin cilvelerinden olsa gerek. Zira minyatürler sadece bugünden bakınca değil, yapıldıkları dönemde de realist bir kopyacılığı taşımıyorlardı... Perspektifi reddiyor oluşları onlara misti bir güç, bir gizem katıyordu aynı zamanda. Nakkaşlar için belki de tek sınır vardı; göğün altında durduklarını unutmamak! Hatta göğün altında alçakgönüllü bir şekilde durdukları sürece, göklerin berisini bile çizebileceklerdi... Gözlerini, iştahla ve uluorta dikip de bakmaktan söz etmiyoruz burada, nakkaş kısmının boynu bükük olur. Bu bükük boyundan neşet eden kulluğa has sanatkarane bir tevazüdür: Perspektif karşıtlığı.

Aslında; özelde minyatürlere ve genelde mitolojiye has perspektif dışılıkta, zaman ve mekana dair doğrusal, yerleşik ve ilerlemeci zihni yapı tamamen terkedilmiştir.

Minyatür, adeta bir rüyalar alemidir. Rüyayı ne kadar muzır da olsa mazur görmeye yatkın bilinç, minyatür ve mitoloji konusunda da benzer şekilde işler... Ninelerimizden ve onların büyük büyük ninenelerinden anlatılarak bugünlere kadar taşınmış ihtiyar masallara da kızamayız mesela... Onlar 'öyle'dir... Keza perspektifi kalkmış, öncesiyle sonrası, uzunuyla kısası, önü ve arkası birbirine karışmış minyatürlere has sarhoşluğu da yargılamadığımız gibi yadırgamayız da... Masal ve minyatür; tahayyül gücünün bedenlenme iksirini içmiş ikiz kardeş gibidir...


MİTOLOJİ FELSEFEYİ MAYALANDIRIR

Mitoloji ise sözün gücünü (veya yukarıda sözünü ettiğimiz nakle dayalı 'öyle'liliği) bilimsel olana taşıma işlevi gören mühim bir izlekler silsilesi sunar bizlere... Neyin izleğidir bu? 1-Tanrı'nın kim olduğu? (teogoni) 2- Evrenin nasıl yaratıldığı? (kozmogoni) 3- İnsanın nasıl türediği? (antropogoni) 4- Dünyanın sonu, ölümden sonra diriliş, cennet ve cehennem gibi sonraya has bilinmezlilerin neler olduğu ve kehanetler (eskatologya)...

Kutsala dair dünya üzerinde sürebileceğimiz bir insanlık alfabesi var mıdır? Sözgelimi Peru'daki Titi-caca Gölü kıyısındaki mağaralara çizilmiş bir kraliçe figürüyle, Sümerlerden arta kalmış bir ikon ya da Tiyen Şan dağlarında dişi geyik-yol gösterici perilerden bahseden bir tablet arasında, birbirine yaslı hatta belki geçişli uzun bir söylence alfabesinden söz edilebilir mi?

Üç temel-ilksel bakış olarak; kadına, sudaki kendi aksine ve göğe dair bakış aslında bizi masalların ve bilinmezlerin denizinden felsefenin kıyılarına taşır. Varoluşa dair sorduğumuz ben kimim, nereden geldim ve nereye gidiyorum şeklinde üç esaslı sorudur ardından gelecek olan... Bu noktada mitoloji, elbetteki felsefeyi mayalayandır...

Doğrunun yasalarını kanonik anlamda belirlemek işlevi ise din bilginlerini güncel siyaseti de göz önünde tutma zorunluluğunda bırakmıştır. Bu süreç, mitolojinin insanlık üzerindeki etkin gücüne ket vurmuş diyebiliriz ilk anda... Zira gücünü çoğu kez;söze, ritüele ve ikonlar üzerinden anlatıya dayalı kutsal söylencelerden alan mitoloji, özellikle tek tanrılı dinler döneminde ciddi bir revizyona tabi tutulmuştur. Eski ve Yeni Ahitlerde belki adına revizyon da diyebileceğimiz, mitoloji karşısındaki (kısmen) soğuk duruş, son Kitap'la birlikte ki bir ismi de Furkan'dır; söz ile Söz'ün ayrımını mahşere kadar belirlemiştir... Peki Furkan'ın nazarında, masalları tekrardan günümüze aktaran nakkaşlar anarşist midir, divane mi? Bendeniz nakkaşları aşk dili üzerinden tercüme etmeyi tercih ediyorum. Zira; Kur'anı Kerim muvahhidleri, teklik (vahdaniyet) ehli kişiler oldukları için, ilk insandan bu yana akagelen tüm söz ırmaklarını da o büyük,tek ve asıl SÖZ'ün karşısında, dışında, mukabilinde bir alternatif güç olarak telakki etmezlerdi edeben...

Bütün küçük sözler, aslında bir tek ve büyük SÖZ için söylenegelmiştir...

Osmanlı mitolojisini, dünya mitolojilerinin devasa bir veraseti kılan bu 'AŞK' geleneği, kesretten vahdete, kaostan kosmosa yürüyüşün en güzel örneği olarak minyatür sanatında okunuyor... Metin And'ın Osmanlı minyatürleri üzerinden bizi çıkarmış olduğu bu yolculuk, aslında insanlığın varoluş macerası... (V)arlık ve (v)arlık arasındaki ilişkiler skalasında bir çocuk bakışı kadar saf, duru, hayalperest bir gözü var minyatürün... Aşk geleneğine uyup; göz değil de nazar mı demeliydim yoksa?

16 yıl önce