|

Çok katmanlı bir roman: Örtü

Nuriye Akman, ilk romanı Nefes'ten sonra derin bir nefes almış olacak ki iki sene sonra yeni romanıyla okurlarının karşısına çıktı: Örtü. Çok katmanlı bir roman bu.

Alper Ertürk
00:00 - 1/11/2006 Çarşamba
Güncelleme: 17:04 - 10/11/2006 Cuma
Yeni Şafak
Çok katmanlı bir roman: Örtü
Çok katmanlı bir roman: Örtü

Adeta tek kelimelik bir sözlük gibi, her katmanında örtü sözünün bir anlamı, üzerini açıp okura gülümsüyor ve hemen kapanıp yerini örtünün bir başka anlamına, yeni bir gülümsemeye bırakıyor. Yazar, her aşamada, adeta bir önce kurduğu anlam katını yıkıyor, "Bu değil asıl anlatmak istediğim" diye kendini yalanlıyor. Ta ki insanın beş duyusuyla açamayacağı o son örtü tabakasına kadar kapanmalar ve açılmalar şeklinde ilerliyor metin. Bu haliyle okurlarına zengin bir algı paleti sunuyor.

"Başörtülü kadınların çektiği acıların kitabı bu" diyenler, Üsküdar'ın tarihi mekanlarına bırakılan kesik kadın organlarıyla karşılaşınca, şaşırıyorlar. "Organcı" imzasıyla bırakılan notlarda başları açık kadınlar örtünmeye davet ediliyor. O zaman "Yok bu bir gerilim romanı" demek zorunda hissediyorlar kendilerini. Ancak Organcı'nın kimliğinin ortaya çıkmasıyla bitmiyor roman. Daha açılacak ve kapanacak çok örtü olduğunu görüyorlar ve türünün adını koymakta zorlanıyorlar. O aşamaya gelinceye kadar "Bu roman bir aşk romanıdır" durağından da geçiyorlar, "Derin devlet, din adına işlenen cinayetler, tarikatlar, hücre evleri, laikçi ve dindar kesimlerin olaylar karşısındaki klasik tepkileri ...Yok yok. Bu güncel, politik bir roman" da diyorlar. "Bütün bunlar gerçek mi, gerçeküstü mü?" diye sordukları da oluyor. Tasavvufî bir hikayeye benzettikleri de. Bütün bu sorulara "Hem evet hem hayır" diye cevap veriyor roman, "Algınıza bağlı, siz nasıl isterseniz öyle okuyun" diyor.

Yalnız kitabın girişine aldığı Mevlana alıntısı "Bütün kelimeleri, bütün o tuzak algı duraklarını geçip yürüyün" uyarısı yapıyor: "Suyla topraktan mana zuhur etsin diye cana ait adlar, harf ve nefes peçesiyle yüzlerini örttüler. Söz, gerçi bir bakımdan manayı açar ama on bakımdan da örtüp gizler."

Bu uyarı dikkate alınıp, bütün katmanların dip sularına inildiğinde Örtü'nün modern yaşamdaki "Bu budur" şeklindeki anlam dayatmalarına bir "isyan" romanı olduğu hissediliyor. Başörtüsünü sadece imanın simgesi olarak görenlere de "bir siyasi simgedir" diyenlere de "Hayır, varlığın sırrıdır" diye karşı çıkıyor. "Görme organı göz de değildir, ideoloji de, görmek için bütün bilgilerden kurtulmak, kendisi de bir örtü olan gözleri dahi terk etmek gerektir. Hatta kalp bile eğer yaratanı murad istemezse göremez" diyor.

Romanı böyle okuyunca şeyhine inancını yitirip başörtüsünü çıkartarak kendini arayışın dalgalı sularına atan genç bir kadının, Perijan'ın, yeni bir mürşid arayışında, rüyaların da örtü sözlüğünde yerini aldığı kolaylıkla görülüyor. Perijan, psikiyatrın "fazla dünyevi" yorumlarından tatmin olmuyor. Yoluna çıkan Rüya Evi onu sürpriz bir aşkın içine çekiyor. Rüyaların resmini yapmayı Sen Petersburg'da öğrenen ve İstanbul'a döndüğünde kendini bir başörtüsü eyleminin ortasında bulup, fırçası örtülü kadınların suretleri tarafından esir alınan Kerem acaba onun mürşidi olabilir mi? Bu arada bir de delikanlılığın şafağında, kabuslarıyla boğuşan pastacı bir çocuk var, Mahsun. Rüyalar anlam örtülerini açtıkça Kerem, Perijan ve Mahsun için korkutucu yüzleşmeler de çıkıyor ortaya.

Perijan'ın deri nesne tutkunu bir kleptoman olması, dervişliğiyle bu durumun oluşturduğu paradoks ve kurtulma sancıları, Kerem'in birer örtü olduğunu fark ettiği tabloları, kimliğiyle ilgili anlam veremediği huzursuzluğu, Mahsun'un kabuslarına bir anlam arayışı, Üsküdar'ın ve Sen Petersburg'un imparatorluk geçmişiyle helezonik biçimde veriliyor.

Yazar neredeyse her kavramı koymuş örtü sözlüğüne. Sis, kadın, erkek, çocuk, polis, yazar, cinayet, organ, kurabiye, resim, suret, rüya, ölüm, doğum, anne, baba, şehir, deniz, geçmiş, gelecek, tarih, coğrafya, milliyet ve aşk...Bütün dünya bir örtüden ibaret diyor açıkça. Kerem'in mezarlıkta yaşadığı manevi tecrübeyle adını "Allah" diye açıkça koymasa da, bütün örtülerin arkasında O'nu hissettiriyor. Organcı'nın kestiği yedi organ; kol, bacak, göz, kulak, ağız, beyin ve kalbin romandaki işlevinin okura sahte bir heyecan yaratmak değil, geçilmesi, aşılması gereken algı tuzakları olduğu anlaşılıyor. O zaman okur Perijan'ın çaldığı yedi nesneyi, bilezik, terlik, gözlük kabı, kulaklık, şapka ve Kerem'e ait bardak altını nefse ait yedi kusur olarak tanımlamakta zorlanmıyor. Perijan farkında olmasa da bu onun seyr-i sülûkudur. Ve hatırlamanın tam zamanıdır: Aramakla bulunmaz ama bulanlar arayanlardır. Perijan aramış ama bulan Kerem olmuştur. Mahsun'un varlık nedeninin ise, "Cihattan ancak cinayeti anlayan zavallı kafalara, mühürlenmiş kalplere" dikkat çekmek olduğu anlaşılmıştır.

Örtü diliyle de dikkat çeken bir roman. Gerek sis ve deniz manzaralarıyla harmanlanmış Üsküdar ve Sen Petersburg betimlemelerinde gerekse kahramanların iç dünyalarının anlatımında insana sıklıkla "Roman değil, şiir bu" dedirtiyor. Osmanlı ve Çarlık Rusyasının sahici kadınları birer rüya maskesi takıp gönlünüze yerleşiyorlar. Onların hala yaşadığını fark etmekle kalmıyorsunuz, etrafınızdaki kadınlara ve erkeklere de o gözle bakmaya başlıyor, üzerlerinde "bugün" örtüsü olsa da altında "gelecek zamanlar" var diyorsunuz... Ve romanın sonunda diyorsunuz ki iyi ki derin bir nefes almış Nuriye Akman.


Örtü

Nuriye Akman

Doğan Kitap

256 sayfa

17 yıl önce