|

Deliler şehrin hafızası insanlığın vicdanıdır

Zeki Bulduk Müstesna Deliler Albümü ismini verdiği yeni kitabında delilik ile dâhilik arasında gidip geliyor ve kimin deli kimin akıllı olduğunu sorguluyor

Harun Karaburç
00:00 - 13/04/2011 Çarşamba
Güncelleme: 23:19 - 12/04/2011 Salı
Yeni Şafak
Deliler şehrin hafızası insanlığın vicdanıdır
Deliler şehrin hafızası insanlığın vicdanıdır

Bağdat Düşerken, Züleyha: Hüzün Bulutlarından Ağlayan Kadın, Göçtü Kervan Kaldık Dağlar Başında kitaplarıyla kalemine aşina olduğumuz Zeki Bulduk, yeni öykü kitabı Müstesna Deliler Albümü'nde delinin ve deliliğin peşine düşüyor. Hayykitap imzasıyla yayımlanan Müstesna Deliler Albümü'nde Bulduk, “Bir deli sadece, asla, bizzatihi deli değil; şehrin hafızasıdır. İnsanlığımızın vicdanıdır. Merhamet adlı bir delikli çalgıdır o. On deliği vardır ney gibi. O deli öldüğünde bize ses veren delikler bir bir kapanır” diyor.

İlk olarak bu kitabı yazma girişiminizle başlayalım. Deliler albümü yapmak sonra bu albümü kitaplaştırmak fikri nasıl ve nereden çıktı?

dünyabizim.com'da “Önemli Adamlar” başlığı altında yazılar yazıyordum. Biyografi çalışmalarım vardı. Bu biyografiler bir noktaya gelince artık akıllı adamlar bitti. Tatil zamanı gittiğim Kırşehir'de bir fotoğrafçıda çocukluğumun delilerinden Çita'nın resmini gördüm. Fotoğrafçıya girdim ve “Bu resimlerden var mı” dedim, “Var” dedi. Birkaç tane daha delinin resmini verdi. Onlar hakkında üç beş yazı yazmaya başladım. Daha sonra bunlar çoğaldıkça bunları kitaplaştırma fikri ortaya çıktı. Maksat kitap çıkarmak değildi, merhamet damarımızı ortaya çıkarmaktı. Ben bu delilere baktıkça merhameti hatırlarım. Bu kitapla merhametsiz bir dünyanın merhametli çocuklarını göstermeye çalıştım.

Delileri anlatmak fikri pek de 'akıllıca' gelmiyor kulağa. Akıllıları anlatmak dururken neden delileri anlatma gereği duydunuz?

Tsunaminin olduğu ülke akıllı insanların ülkesi. Akıllılar nükleer santraller yaparlar. Akıllılar birbirlerine oyun oynarlar. Deliler oyun oynamazlar, onların kendilerine zararları vardır. O yüzden delilerin insanları eğiten bir tarafları olduğunu düşünüyorum. “Durun yahu dünya sizin değil ki!” diyen bir görüşlerinin olduğuna inanıyorum. Deliler unutmazlar, akıllılar unutur. Unuttuğumuz için bu kadar rahat yaşıyoruz.

Delilerin insanları eğiten bir tarafları olduğunu söylediniz. Bir 'deli'nin bizim gibi 'akıllı'lara öğreteceği ne olabilir?

“Mağrurlanma insanoğlu senden büyük Allah var” sözünü öğretebilir. “Aklınla neye güveniyorsun” diyebilir. “Akıl akıl dediğin dünyada neyi yaptı bana göster” diyebilir. Behlül-i Dâna'nın öğrettiklerini öğretebilir, bizim yoksulluğumuzu bize öğretebilir. Deli, tutunmanın ne kadar aptalca bir şey olduğunu öğretebilir. Deli gurbette olduğumuzun en büyük sembolüdür. İnsanoğlu Mevlana'nın da dediği gibi sazlıktan kopmuş bir ney parçası gibidir. Rabbinden kopmuş insanlara asıl kaynağı öğretecek en iyi sembol delidir.

Hep 'deli' dedik ama siz kitabınızda delinin tabirini nasıl yapıyorsunuz?

Tabi burada delinin tabiri olumsuz manada değil. Maksadım kınamak, kötülemek asla değil. Bunlar bir şekilde akıllarından uzaklaşmış insanlar. Kimisi sadece küfrediyor, kimisi sadece susuyor, kimisi sadece sürekli konuşuyor, kimisi bir şeyler istiyor fakat hiçbirisi başkasının aklına ziyan vermiyor. Benim kitabımda dört tür deli var. Birincisi hakiki deli: hiçbir şekilde velilik, evliyalık aramayacağınız deliler. Çete gibi, Deli Döne gibi, Çita gibi deliler. İkinci olarak meczuplar: Atilla ağabey gibi. Üçüncü olarak sınırı geçmiş kişiler, hayatı terk etmiş kişiler. Safai gibi. Dördüncü olarak da deli olmayıp delice eylem yapmış kişiler. Ömer Muhtar gibi, Zorba gibi. Bunlar herkes gibi azıcık aşım kaygısız başım demek yerine kavga etmeyi tercih etmiş kişiler.

Delilik ile dâhilik arasında ince bir çizginin olduğu söylenegelir, sizin kitabınızdaki deliler bu bakımdan ince çizgi arasındaki deliler mi?

Benim kitabımda çok net bir şekilde iki kişide var. Birincisi Fatma Ragıba Abla'da var ki Ragıba Abla sürekli Yazarlar Birliği'ne gelir, çok konuşur. İkincisi ise Hilmi Oflaz amcamızdır. Hilmi Oflaz dâhilik sınırındadır. Diğer yazmış olduğum deliler de belki dahidir. Çünkü dünyanın ciddiye alınmayacak kadar basit bir yer olduğunu biliyorlar deliler. Bunu bildikleri için kendilerini deliliğe verdiler. Dâhilik budur.

Ali Ural Ejderha ve Kelebek'te “Akıl atını çatlatarak öldürenlere deli, akıl atı çatlamak üzereyken dizginleri aşkın eline verenlere meczup dersem kınar mı beni sözlükler” diyor. Bu tanımdan yola çıkarak siz delileri ve meczupları nasıl yorumluyorsunuz?

Ali Ural'ın yaklaşımı çok güzel. Aklını bir şekilde kaybetmiş olanlar deli, aklının varlığını bilip de reddeden ise meczuptur. Ben bunu böyle şerh ederim. Delilik için anlatılan hoş bir hikâye vardır. Adamın birisi Allah'a demiş ki: Rabbim senin merhametini öyle bir anlatırım ki sana ibadet edecek kul bulamazsın. Allah da o kula demiş ki: Seni öyle bir delirtirim ki sana inanacak bir kul bulamazsın. Meczubun ya da delinin anlattıklarına akıllılar inanmıyorlar. Bence onlar o sırrı aldılar. O yüzden biz delilere Allah'ın casusları diyoruz.

Kitabınızda deliler ile şehirleri özdeşleştiriyorsunuz. Bir şehir için bir delinin ne önemi olabilir?

Delilerin şehri terk ettiği gün şehirlerin yok olacağına inanıyorum. Çünkü deli tıpkı Sultanahmet gibidir. Ayasofya gibidir. Kadimdir. Yollar gibidir. Ama insanlar gelip geçicidir. Deli bakidir. Şehirde yaşayan herkes o deliyi tanır ama kimse komşusunu tanımaz. Behlül-i Dana olmasaydı Abbasi Halifeliği olmazdı.

Kitabın devamı gelecek dediniz. İkinci kitapta nasıl bir yol izlemeye düşünüydorsunuz?

Nasip olursa Rasim Özdenören ile bir sohbetimiz olacak. Kahramanmaraş'ın belli başlı delilerini, Allah'ın garibi olan delilerini dinleyeceğiz. Bu kitaba ekleme olabilir bu söylediğim. Ama ikinci kitap için Hak'kın cezbesiyle meczup olmuş zatları düşünüyoruz.

13 yıl önce