|

Direnmek nafile, bu yaşamın kölesiyim

Fransız yazar Simone De Beauvoir, Tüm İnsanlar Ölümlüdür adlı eserinde, yaşama, yaşamın yenilenen ve hiç yenilenemeyecek yanlarına ışık tutuyor

Gülden Tümer
00:00 - 9/02/2011 Çarşamba
Güncelleme: 23:14 - 7/02/2011 Pazartesi
Yeni Şafak
Direnmek nafile, bu yaşamın kölesiyim
Direnmek nafile, bu yaşamın kölesiyim

İnsanlık tarihinde kısacık bir ana denk gelen yaşamlarda, kendi biricikliğinden sıyrılıp hangi hayatın benzerini tecrübe ettiğini fark edemiyor birey. Büyük bir arzuyla kovaladıklarının kaç kişi daha koşuyor peşinden, bilmiyor. Tarih boyunca kaç kişi daha koştu, bundan sonra kaç kişi daha koşacak… Ölüm var diye değerli olan onca 'koşuşturulan', mecburi son ortadan kalktığında yitiriveriyor anlamını oysa.

Ünlü Fransız yazar Simone de Beauvoir, 1946 yılında kaleme aldığı Tüm İnsanlar Ölümlüdür adlı romanında, ölümsüz bir adam üzerinden yaşamı, yaşamın yenilenen ve hiç yenilenemeyecek olan yanlarını anlatıyor. Işık Ergüden çevirisiyle Turkuvaz Yayıncılık tarafından okurla buluşturulan eserde, yazarın ölümsüz kahramanı 13. yüzyılda doğan Carmona Prensi Raymond Fosca. Prens, iktidarını daha da genişletmek ve hatta belki günün birinde tüm dünyaya hükmedebilmek için ölümsüzlük iksirini içiyor ve bir 'son' olmadan hayatın tekrar tekrar aynı dönemeçlerden geçmesinin nelere yol açabileceğini deneyimliyor. Kitap, Fosca'nın Fransız bir aktrist olan Regine'ne sırrını ve yaşadıklarını anlatmasıyla başlıyor, o anlattıkça okuyucu bir taraftan prensin kişisel serüveninin bir taraftan da 13. yüzyıldan itibaren Avrupa tarihinde olup bitenlerin izini sürüyor.

Amacını bilmediğimiz savaşlarda tükenip durduk

Feminist akımın öncülerinden Simone de Beauvoir, “Bir insanın yapıp ettiklerinin önem taşıdığına ve yaşamın ölüme baskın çıktığına inanmak için fazlasıyla kibir ya da fazlasıyla aşk gerekir” diyor. Fosca da ölümsüzlüğü seçtiği ilk zamanlarda oldukça kibirli. Dünya egemenliğini hayal ederken işe vatanı Carmona'ya başlıyor. Önce açlığı yeniyor ardından Tanrı vebayı gönderiyor. Savaş kararları alıyor, etten kemikten düşmanlara karşı bir zaferin kanlı zevkini tanımak için. Bir isyanı, şehri yakıp yıkarak engelliyor. Cesetler gömüldüğünde, evler yeniden yapıldığında kendisinin de küllerin altında kaldığını ayırdına varıyor. Büyük hedefleri için engin sulara açılıp, Habsburgların kapısına dayanıyor. Kutsal Roma İmparatoru Maximilian'la görüşüyor; Carmona'yı veriyor ona, onunla tüm dünyaya ele geçirebilmek için.

Krallıklar arasındaki savaşlardan geçen Fosca, bu sırada Muhteşem Süleyman'ın Avrupa'yı tehditlerine de tanık oluyor. Zamanla, savaşlar ardına savaşların yaşandığını, hayal ettiği tekliği ve hükümdarlığı elde edemeyeceğini fark ediyor; “Artık biliyordum: Asla işimiz bitmeyecekti, asla ellerimiz boş kalmayacaktı. Fransızlardan kurtulunca Türklerin üzerine yürümek gerekecekti, Türkler mağlup edilince yeniden Fransızlara saldırmak gerekecekti; İspanya'da bir isyan yatıştırılınca bir diğeri Almanya'da patlak veriyordu; Lutherci prenslerin gücünü zayıflattığımda, Katoliklerin küstahlığıyla savaşmamız gerekiyordu. Amacını bile bilmediğimiz nafile savaşlarda tükenip duruyorduk”

Fosca bir dönem bilimle de uğraşıyor, elmas üzerine deneyler yapıyor, doğanın sırrına varmaya çalışıyor. Sonra doğanın sırrını insanlara asla teslim etmediğini fark ediyor: “Doğa bize kendi sırlarını asla teslim etmiyordu. Onun sırrı yoktu; sorular icat eden ve sonra da cevapları şekillendiren bizdik. Deney şişelerimizin dibinde kendi düşüncelerimizden başka bir şey asla keşfetmeyecektik.” Tüm bu uzun zamanlarda bir kadını sevdiğinde hortlak olmaktan çıkıyor, yaşama nüfuz ediyor Fosca. Karşısına çıkan bir kadın “Asla çürümeyecek ellerin beni okşamasına katlanamam” diyor. Bir başka kadın çok geç öğrendiği ölümsüzlük sırrı karşısında kahroluyor. Marianne bu. Bitmek tükenmek bilmeyen hayatın en önemli kadını. Onu “Herhangi bir ölümlünün kalbinde yaşayacağından çok daha uzun süre benim kalbimde yaşayacaksın” diyerek teselli etmeye çalışsa da Marianne 'hayır' diyor; “Eğer ölümlü olsaydın, dünyanın sonuna kadar sende yaşardım, çünkü senin ölümün benim için dünyanın sonu olurdu. Oysa ki ben bitmeyecek bir dünyada öleceğim”

Evleniyorlar, Marianne ölene de ayrılmıyorlar. Öğrendikleri karşısında kederenen kadın, kocasının kendisinin ölümünün ardından yüzyıllar, bin yıllar boyunca ne yapacağını düşünmeden de edemiyor;

-Sonra ne yapacaksın?

-Senin istediklerini istemeye, yapacaklarını yapmaya çalışacağım.

- İnsanlar arasında bir insan gibi olmaya çalış, senin başka kurtuluşun yok.

Siz bir insansınız, tuhaf yazgısı olan bir insan

Kitapta buradan sonra sevdiği kadının telkiniyle mi bilinmez ama değişiyor ve iktidar tarafından çıkıp mücadele eden tarafa dahil olduğu bir süreçten geçiyor kahramanımız. 1848 devriminde, burjuvaziye karşı savaşıyor. Hem insan kalmaya gayret ettiği hem de annesinin büyük annesi, Marianne olan Armand'ı korumak için yapıyor bunu. İşçilerin arasına giriyor, hapishanede yatıyor. Sonra, sonra yine yıllar geçiyor. Fosca aşktan vazgeçmişken, kendisini her haliyle sevebileceğini söyleyen bir kadın giriyor hayatına; Olduğu gibi kabul ediyor onu; “Siz bir insansınız. Tuhaf yazgısı olan bir insan, fakat bu dünyanın insanı.”

Fosca ; “Bir gün öleceksiniz ve ben sizi unutacağım. Bu her türlü dostluğu imkansız kılmaz mı?

Laure; “Hayır, Siz beni unutsanız bile dostluğumuz var olmuş olacak; gelecek size hiçbir şey yapamaz.

Bu aşkın gücüye yüzyıllardan beri ilk kez, geçmişe rağmen, geleceğe rağmen, kendini bütünüyle şimdiki zamanda mevcut, bütünüyle canlı hissediyor Fosca; “Buradayım: Bir kadının sevdiği bir adam; tuhaf yazgılı bir adam, fakat bu yeryüzünün insanı.”

13 yıl önce