|

Dost bir şairden mektup

Danimarkalı şair İnger Christensen'in şiirlerinden bir seçki Yapı Kredi Yayınları tarafından kitap haline getirildi. Chistensen'in şiirlerini okurken dil, dünya, doğa, felsefe, kültür arasında mekik dokur. Fakat insandan hiçbir zaman kopmaz yorumunu yapmak mümkün.

Ömer Yalçınova
00:00 - 15/02/2014 Cumartesi
Güncelleme: 16:43 - 15/02/2014 Cumartesi
Yeni Şafak
Dost bir şairden mektup
Dost bir şairden mektup

Cumhuriyet döneminde Türk şiiri kıvamını İkinci Yeni'yle buldu denilebilir. İkinci Yeni Cumhuriyeti dönemi şairaneliğinin oluşumudur. Özellikle 1960 ve 1980 kuşağı diye adlandırılan şairlerde İkinci Yeni'yle oluşturulan şairanelik daha belirgindir. 1960 Kuşağı'nın siyasi şiirlerinde dahi Nazım Hikmet şiirinin açıklığından ziyade İkinci Yeni'nin kapalılığı ve imgeciliği dikkat çeker. 1980'lerde imgecilik tamamen şiirin kendisi olarak algılanmaya başlanmış. Bu algılayış, İkinci Yeni'den sonra yabancı dillerden yapılan şiir çevirilerinde daha iyi görülebilir.

Murat Alpar bu şairaneliğe kendini kaptırmamış bir çevirmen. O, İnger Christensen'in şiirlerini İkinci Yeni'den sonra mahkumu olunan şairanelikten uzak bir anlayış, dil ve üslupla Türkçeye çevirmiş. Açık, sade, akıcı ve anlaşılır. O yüzden İnger Christensen'in kitaplarından seçilerek oluşturulan Seçme Şiirler okuyucusunu hemen sarar. Çeviri şiirde okuyucunun ihtiyaç duyduğu şey zaten şairanelik değil yabancı bir şairin şahsiyeti, anlayışı, dünyaya ve insana bakışıdır. Şiir yabancı bir dilden çevrilmiş olsa dahi okuyucuya yeni bir şairle tanışmanın heyecanını duyurmalıdır. Seçme Şiirler yeni bir şairin ahenk, yüz, anlayış ve acılarının Türkçeye taşınması anlamında başarılı.

HER DİLDE KENDİNE ÖZGÜ

İnger Christensen 1935-2009 yılları arasında yaşamış, Danimarkalı bir şair. Yaşadığı dönemin deneyci şairlerinden. İlginçtir; Murat Alpar önsözde Danimarka'da iki ayrı deneysel şiir akımın olduğunu, bunlardan birinin Mallarmé, diğerinin Rimbaud ve Apollinaire isimleriyle temsil edildiğini, Christensen'in de Mallarmé'e yakın durduğunu söyler.

Neden ilginç? Çünkü Christensen'in deneyselciliği, hatta anlamsız diyebileceğimiz şiirleri bile anlamla dolu. Bununla birlikte Rimbaud ve Apollinaire'nin Türkçeye çevrilmiş şiirleri düşünüldüğünde Christensen, Mallarmé'in şiirlerinden çok bu iki şaire yakın durur. Bu, Seçme Şiirler'den edindiğim bir izlenim. Sanki Türkçede bu şairler buluşmuş, şiirleri ortak bir dil ve işleyiş kazanmış. Mallarmé'in şiirde ahenk ve biçime fazla önem vermesi; konu ve anlamı onların gerisinde bırakmaya çalışması; dile fazlasıyla yaslanması, onun şiirlerini Fransızcaya özgü kılmış ve başka bir dilde karşılıksız bırakmış gibi. Rimbaud ve Apollinaire'de ise insanla karşılaşılır ve bu yüzden onların şiirleri her dilde kendine özgü bir karşılık bulur. Christensen de o türden bir şair.

AHENGİ YÜKSEK ŞİİRLER

Mallarmé'le Christensen şiiri arasında zihinsellik, soyutluk ve çağrışımlarla yazmak gibi ortak yönler var. Bir de ahenk tabii. İki şair de dildeki müziği duyar ve aktarırlar. Fakat Christensen bununla iktifa etmez. Onun düşünsel sorunları da vardır. Dildeki müziğin vereceği hazdan öte varoluşa dönük bir sıkıntıyla yazar. Nedensizlik ve anlamsızlığın boşluğunda asılı kalmaz. Dil, nesne ve düşüncenin buluştuğu bir kelime arar. Bu arayış onu Rimbaud ve Apollinaire'in şiirine kaydırır.

Christensen de Rimbaud ve Apollinaire gibi kendini ve kendisi dışında duranları sabitler ve oradan konuşmaya başlar. 'Ben' dediğinde yaratılmış, konumlandırılmış bir insanın konuştuğunu duyarız. Sonra da kendini merkeze alarak dünyaya bakar. Kendi anlamına ulaşmak için dünyayı görmesi ve anlaması gerektiğini sezer. Christensen'in şiirleri araştırmacı, incelemeci; normalde birlikte düşünülmeyecek konular arasında bağlantılar kurarak, sürekli arayan bir şiir. Açarak, yararak ilerleyen bir şiir, adeta bir kazı çalışması. Sanki anlamlar birbiri üstüne yığılmış ve özü, aslı, hakikati göstermez olmuştur. Anlam, yorum ve düşünce yığıntısı insanı bunaltmıştır. İnsan bu bunaltıdan şiirle çıkabilir. Şiirle, diğer ifadeyle anlam ayıklamasıyla. Şiiri bir kazma gibi kullanarak. Hiçbir anlama bütünüyle kendini kaptırmayarak, sürekli arayarak, bulunan her anlamın mutlak olduğunu varsaymayarak, her yeni kazma vuruşta yeni anlamlara ve çıngılara ulaşarak.Çünkü insan olmadan özgürlük, dünya ve anlam da olmaz. Bunlar olmadığında ise insan olmaz. Bu paradoksu gören ve yaşayan bir şair Christensen. Onda denilebilir ki anlamsızlıkla anlam bir arada bulunur. Christensen her ikisini de yaşamış ve şiirlerine taşımış. Hiç gerçekleşmeyecek şeylerden söz ederken, birden aslında bir şeyler yapıldığında, çok şaşırtıcı sonuçlarla karşılaşılabileceğini; bunun da insana umut olarak yeteceğini söyler.

Christensen'in şiiri dünyaya açılır, oradan devşirdiği anlamlarla 'ben'i incelemeye devam etmek için geri döner. Bu yüzden Rimbaud ve Apollinaire'nin şiiri bıraktığı yerden devam ettiren bir yönü vardır. Dil, dünya, doğa, felsefe, kültür arasında mekik dokur. Fakat insandan hiçbir zaman kopmaz. Tamamen soyut veya somut bir şiire açıldığı da söylenemez. Tamamen toplumsal veya bireysel şiir yazdığı da. Dille fazla uğraşır, hatta dili konu olarak da neredeyse şiirlerin genelinde işler, fakat bu, onu dünya ve insandan uzaklaştırmaz. Christensen zihinsel denilebilecek şiirlerinde bile insana dair bir araştırma içindedir. Onu ne biçim ne de konu tatmin eder. Dünyayı bütün olarak algılamaya, anlamaya ve yazmaya çalışır. Zihni zorlar. Ve yine dilde, dolayısıyla şiirde bulur çözümlemeyi ve çözümü. İnsan, doğa ve dünyayla birlikte 'ben'i 'bu' kelimesinde yakalar. Ya da şöyle söylenebilir: Christensen insan, doğa ve dünyayla birlikte 'ben'i başyapıtı olan Det'e (Bu) sığdırır.

Kitabın Künyesi:

İnger Christensen

Seçme Şiirler

Çev. Murat Alpar

Yapı Kredi Yayınları

192 Sayfa

2013

10 yıl önce