|

Edebiyat yolu kırılarak uzadı

İnci Enginün ve Zeynep Kerman'ın birlikte hazırladığı Yeni Türk Edebiyatı Metinleri, bir 'ada' olarak var olmaktansa süregelen bir damara bağlanmayı seçen yazarlar için ciddi bir kaynak

Cemal Şakar
00:00 - 13/07/2011 Çarşamba
Güncelleme: 22:18 - 12/07/2011 Salı
Yeni Şafak
Edebiyat yolu kırılarak uzadı
Edebiyat yolu kırılarak uzadı

Modern edebiyatımız kısa tarihi boyunca temelli kırılmalar, değişimler geçirerek günümüze kadar gelmiştir. Bu kırılmalarından biri de 1950 sonrası yaşanmıştır. Şiirde 2. Yeni, öyküde A Kuşağı olarak adlandırılan bu temel değişim, romanda da 1970 sonrası Tutunamayanlar'la ortaya çıkmıştır.

Her kırılma kendi gerçeklik anlayışını ve dolayısıyla da kendi imge ve simgelerini, geniş anlamıyla kendi dilini yaratmıştır. Yaşanan bu değişimlerden sonra da edebiyat bir daha eskisi gibi olamamıştır. Okurun edebiyat beğenisini de belirleyen değişimlerle birlikte yeni kuşak yazarlar hemen kendilerinden bir önceki kuşağın ağır etkisi altında olmuşlardır. Hem bu ağır etki hem de modernliğin bilinçdışında yarattığı 'ilerlemeci' anlayış nedeniyle daha önceki edebiyat anlayışları sanki geçersizleşmiş, eskimiş gibi bir algı da oluşmuştur. Genellikle yeni kuşak yazarlar kendilerinden önce yazılanlara karşı ilgisiz kalmışlardır ya da yeteri kadar ilgi göstermemişlerdir. Hatta onların yazdıklarına bıyık altından hafifçe gülümser olmuşlardır.

Devamlılık fikri çürüdü

Kuşaklar arası yaşanan böylesi yarılmalar, parçalanmalar nedeniyle edebiyatta ve düşünsel hayatta yaşamsal bir öneme sahip devamlılık fikri de çürümüştür. Zaten modernliğin yarattığı parçalanmışlıklar da bu durumu doğurup beslemiştir. Bu bağlamda kimi yazarlar bir zincirin halkası misali süregelen bir damara bağlanmaktansa, bir 'ada' olarak var olmayı seçmişlerdir.

İnci Enginün ve Zeynep Kerman'ın birlikte hazırladığı Yeni Türk Edebiyatı Metinleri bir 'ada' olarak var olmaktansa süregelen bir damara bağlanmayı seçen yazarlar için ciddi bir kaynak oluşturmaktadır. Çünkü 1950 sonrası doğup büyüyen neslin, edebiyat zevkini de ister istemez hemen en yakınındaki kuşak belirlediği için geriye dönüp bakmak pek içinden gelmemiştir. Özellikle 1980 sonrası yaşanan yeni bir kırılma ve değişme, geriye dönük bu ilgisizliği pekiştirmiştir. Bu kuşağın ilgisi Cumhuriyet öncesine pek uzanmamıştır; uzansa bile bu daha çok 'profesyonel' bir ilgi nedeniyle olmuştur. Edebiyatın kendi içinde yaşadığı değişmeler bir yana; bir yandan harf inkılabı diğer yandan da geniş anlamıyla 'dil dünyası'nda meydana gelen uçurum, bu ilgisizliği beslemiştir. Yaşanan uçurum, edebiyat kuramı bağlamında yapılan tartışmaların yeni dönemle sınırlı, nevzuhur tartışmalar, yepyeni fikirler gibi algılanmasına yol açmıştır.

Yeni Türk Edebiyatı Metinleri yaşanan bu algıyı kırması bakımından çok önemli bir yeri doldurmaktadır. 1860-1923 yıllarını kapsayan ve dört cilt olarak yayınlanan çalışma, bugünkü birçok tartışmanın, aslında modern edebiyatımız boyunca sürüp geldiğini göstermektedir. Zaten Enginün ve Kerman; “Ancak eskiyi çoğunlukla inkâr ve reddederek ama onun hayalinden bir türlü kurtulamayarak el yordamıyla, tamamen yabancı şiir geleneklerinin son örneklerinde eski edebiyatı gömecek güzellikler arayış, onları model olarak sunma çabaları Yeni Türk Edebiyatı dediğimiz dönemin önemli bir meselesidir” diyerek yaptıkları çalışmanın çıkış noktasını da işaret etmektedirler.

Gelenekle yeni arasında

I. cilt şiire ayrılmış ve 1859 yılında çıkan 14 sayfalık bir çeviri kitapla başlatılmış: Tercüme-i Manzume. Şinasi, çevirilerini de kendisinin yaptığı derlemesinde şu şairlere yer verir: Racine, Gilbert, Fénelon, La Fontaine ve Lamartine.

Tanzimat dönemi şu ana başlıklara ayrılmış: Çeviriler; Sosyal ve Siyasî Şiirler; Ferdî Duyarlılık; Gelenekle Yeni Arasında; Ara Nesil; Servet-i Fünun. II. Meşrutiyet dönemiyse şöyledir: Türkçüler; Mistik Şiir; İslamcılar; Batıcılar; Fecr-i Âti; Cumhuriyet Dönemine Yön Veren İki Şair; Memleket Edebiyatı; Asrın Kapısında Doğanlar ve İlk Şiirleri.

II. ciltte hikâye ele alınmış. Çalışmanın hacmi ve gayesi göz önünde bulundurularak; Ahmet Mithad Efendi'nin romana yakın hacimdeki hikayelerini içine alan Letaif-i Rivayât serisinden ve yine aynı sebeplerle Recaizade Ekrem'in Saime, Muhsin Bey ve Şemsa'sına yer verilmemiş. II. ciltte; “Batılı mânada küçük hikâyenin ilk başarılı örneklerini veren ve özellikle Küçük Şeyler ile Servet-i Fünuncuları etkileyen ve büyüleyen Sami Paşazade Sezai'yi başlangıç noktası olarak” alınır ve bu cilt Suat Derviş ile son bulur. Hikaye cildi, şiirde olduğu gibi bölümlere ayrılmaz; sadece dönem içindeki yazarlardan seçkiler sunulur.

III. cilt nesire ayrılmış, ancak hacim problemi nedeniyle nesir iki cilt olarak hazırlanmış. “Nesirdeki yeniliğin Şinasi ile başladığı kesin bir yargı olarak kabul edilmiş ve yaygınlaşmışsa da, batıda olduğu gibi fikrin açıklama vasıtası olan nesirde yapılması gereken değişiklikler hususunda yazanlar ve uygulayanlar çoktur” saptamasını yapan Enginün ve Kerman'a göre; Reşit Paşa'nın resmî yazı (kitabet) dilinde yaptığı yeniliklerle Cevdet Paşa'nın yazdıkları, nesrin sadeleşmesinde önemlidir. Münif Paşa ile başlayan I. cilt Mehmet Rauf ile son bulur. Nesire ayrılan diğer ciltse Hüseyin Cahit Yalçın'la başlayıp Mustafa Kemal Paşa'yla biter.

IV. ciltte eser tanıtma ve önsözler yer alır. “Genel teamülün aksine biz, roman ve oyunlardan, o eserlerin özelliklerini yansıtmadığı düşüncesiyle metin seçmedik ve bu açığı, o kitaplara ait inceleme, tenkit ve tanıtma yazılarıyla kapatmağa çalıştık” saptaması son cildin mahiyetini ortaya koyar. Cilde Tanzimat ve II. Meşrutiyet yazar ve eserlerini toplu olarak değerlendiren iki yazıyla başlanır: Mizancı Murat'ın Üdebamızın Nümune-i İmtisalleri ve Halide Edip Adıvar'ın Edebiyatımızın Son Simaları ve Safhaları.

Ciltteki bölümler şöyledir: Tanzimat Dönemine ve II. Meşrutiyet Dönemi Yazarlarına Toplu Bakış; Yazarlar, Eserleri, Değerlendirmeler. Mizancı Murat'la başlayan cilt Reşat Nuri Güntekin ile son bulur.

Yazımızın başında belirttiğimiz edebiyat maceramızdaki kırılma ve kopuşların oluşturduğu uçurumların kapanması ya da en azından bu uçurumlar arasında köprü vazifesi görmesi için bu tür çalışmalar diğer dönemler içinde mutlaka yapılmalıdır. Örneğin 1923-1950; 1950-1980 ve 1980 sonrası şeklindeki bir dönemselleştirmenin yaşanan kırılmalara uygun düşeceğini düşünüyorum.

13 yıl önce