|

Edebiyatta yarar sorgusu

Daha çok 'feminist eliştiri' alanında kalem oynatan Rita Felski, Edebiyat Ne İşe Yarar isimli kitabını edebiyat teorisini tanımlamaya devam eden bir manifesto olarak tanımlıyor

Ali Duman
00:00 - 9/02/2011 Çarşamba
Güncelleme: 23:00 - 7/02/2011 Pazartesi
Yeni Şafak
Edebiyatta yarar sorgusu
Edebiyatta yarar sorgusu

Rita Felski, daha ziyade 'feminist eleştiri' alanında kalem oynatmış bir İngiliz Edebiyatı ve Karşılaştırmalı Edebiyat profesörü. Felski'nin “Edebiyat Ne İşe Yarar?” (“Uses of Literature”; 2008) adlı yapıtı, Metis Yayınları tarafından “Eleştiri” dizisi kapsamında yayımlandı. Çeviri Emine Ayhan'a ait.

Felski, “Geriye dönüp baktığımızda son otuz yılda ortaya çıkan büyük teorilerin birçoğu, şimdi artık spekülatif düşünce alanının kendilerini düzensiz, alelade, hataya meyilli varoluşun utanç verici sıradanlığından kurtaracağı inancında olan Aydınlanmacı filozof krallar geleneğinin ölmeden önceki son çırpınışı gibi görünmektedir.” diyor ve kendi çalışmasını edebiyat teorisini tanımlamaya devam eden bu duyarlılığa karşı çıkan bir manifesto olarak tanımlıyor. Felski'ye göre, otuz sene öncesine kadar edebiyat teorisi alanında ifşa edici görünen (“merkezsizleşmiş özne”, “gerçekliğin toplumsal inşası” gibi) belli başlı fikirler günümüzde beylik sloganlara dönüşmüş; “eleştirel okuma” ise, bütün değeri edebiyat eserine değil okuma ediminin kendisine yükleyen bu sloganların en beyliği olarak edebiyat araştırmalarının “kutsal kâsesi” haline gelmiştir.

Oysa edebiyatın değerine ışık tutmaya yönelen her türden çaba, okuru metne yaklaştıran birbirinden farklı güdüler, okur ile metin arasındaki çeşitli etkileşim biçimleri, hülasa “esrarengiz okuma hadisesi” üzerinde kafa yormak, giderek “okuma için birtakım haklı gerekçeler” ortaya koymak durumundadır. Çağdaş teorilerin karşı karşıya kaldığı tıkanıklığın aşılması açısından akademik eleştiri ile sıradan okuma deneyimi arasında daha sağlam köprülerin kurulması elzemdir. Esasen edebiyat araştırmacılığının küçümseyerek görmezden geldiği ya da inkâr ettiği sıradan okuma dürtülerinin “akademik düzyazının dipnotlarında ve benzeri tahkimatında” mevcut olması, bu iki okuma tarzının belli duygusal ve bilişsel parametrelerde ortaklaştığına işaret eder. Estetik deneyime değer biçebilmek için nasıl kavramsal veya siyasi düşüncenin topyekûn reddi gerekmez ise adına layık bir “metin siyaseti” de estetik deneyimin tikelliklerini es geçen negatif bir estetiğe hizmet etmek yerine bu tikelliklerin içinde ilerleyerek kendi yolunu açmalıdır.

okur tepkileri üzerine

Felski, Foucault ve Ricœur yorumlarından hareketle tarihsel ve fenomenolojik perspektifleri harmanladığını; “sosyopolitik düşünceyi rafa kaldırmadan, bilincin çetrefilliğine ve karmaşıklığına hürmet eden bir neo-fenomenolojiye” katkıda bulunduğunu öne sürdüğü “Edebiyat Ne İşe Yarar?”ın çatısını 'okur tepkileri' üzerine kurmuş. Yazara göre okur ile edebiyat eseri arasındaki etkileşim her ne kadar “sıradışı bir çeşitlilik, karmaşıklık, hatta öngörülemezlik” sergilemekte ise de ilkece dört ayrı kategori içinde incelenebilir: Tanıma, büyülenme, bilgi ve şok. Öte yandan Felski, “metinsel bağlanma tarzları” adını verdiği bu “son derece sıradan deneyim yapıları”nın “okumanın benliğin şekillenmesinde yeni ve kurucu bir rol üstlendiği modernliğin koşullarına” sıkı sıkıya bağlı olduğunu, giderek modern benliğin oluşum ve dönüşümlerinin tarihsel seyriyle iç içe geçtiğini öne sürüyor.

Felski'ye göre, modernliğe özgü bireylik anlayışının kristalleştiği roman, “tanıma” açısından biçilmiş kaftandır. “Geleneksel bağlardan ve katı toplumsal hiyerarşilerden kurtulmuş bireyler, kendi hayatlarını düzenleyip ona bir amaç katmak gibi külfetli bir özgürlüğe davet edilir. Benlik kendi üstüne düşünmeye dayalı bir hal aldıkça edebiyat da kişi olmanın ne anlama geldiğini keşfetmede can alıcı bir rol üstlenmeye başlar. Bilhassa roman güdü ve arzunun bulanık derinlikleri üstüne düşünmek, bilincin anlaşılmaz akım ve karanlık yollarının haritasını çıkarmaya çalışmak, kendi kendini belirleme ile toplumsallaşma arasındaki sayısız bağ ve çatışmayı aydınlatmak yoluyla yüksek bir psikolojik farkındalığa kucak açar.”

“Büyülenme” ise, edebiyat teorisinde pek muteber sayılmamakla birlikte estetik deneyimin ele avuca sığmaz, dile getirilemez ve esrarengiz niteliğini ima eden bir kategoridir. Eleştiri, siyasetten, psikanalizden ya da felsefeden devşirdiği açıklayıcı bir çerçeveye yerleştirmek üzere sanat eserine mesafe alır. Halbuki büyülenme deneyiminde eser, “bağlamın ta kendisi” haline gelmiştir. Okurun dalıp gittiği, metnin cazibesine kapıldığı büyülenme, edebiyat teorisinin temel ilkelerini yeniden düşünmek için son derece verimli bir dil olarak karşımıza çıkar.

Felski'ye göre insanı okumaya yönelten belli başlı güdülerden biri de “bilgi”dir. “Edebiyat metinlerinden edindiğimiz dünyevi içgörüler türevsel yahut totolojik olmadığı gibi bayat, elden düşme tarih ya da antropoloji kırıntıları da değildir; kendine has bir teknikler, gelenekler ve estetik olanaklar repertuarına yaslanırlar. Edebiyat metinleri toplumsal etkileşimin inceliklerini sunmak, dilsel deyiş ve kültürel gramerleri taklit etmek, şeylerin somutluğuna şaşmaz bir dikkat göstermek yoluyla bizi hayali ama göndergesel anlamda çarpıcı dünyaların içine çeker. Önemli toplumsal anlam biçimlerini temsil etmekle kalmaz, yeni bir kılık var ederler; yalnızca gösterdikleri şeylerle değil, okura hitap etmeleriyle de, Merleau-Ponty'nin sözünü ettiği varlığımızın dünyayla asli iç içe geçmişliğini kristalleştirirler.”

Felski “şok” deneyimini, haz duygusu ile ilişkilendirdiği büyülenmenin antitezi olarak tanımlıyor. Şok, bilinci istilâ eder ve okurun süngüsünü düşürür. Genellikle henüz işlenmemiş bilinç içerikleriyle bağlantılıdır ve çoğu kez sanıldığı gibi biçimsel bir yenilik veya gelenek-dışılık değildir. “Şok estetiği bize dehşet verici veya tiksindirici gelen her şeyle, birbiriyle çatışan arzu ve tiksinti itkileriyle, bilinç düzeyine çıkmamış ruhsal endişe ve müphemlik dramlarıyla bağlantı kurar. Bu bakımdan atalarımızdan daha özgür olduğumuz yahut beşeri kültürlerin tabu ve yasaklarla örülü yoğun dokusundan kendimizi kurtarabileceğimiz söylenemez. Kaçamağa, örtmeceye, ve inkâra meyyal olduğumuz sürece, etten ve kemikten, dolayısıyla da fani olduğumuzu hatırlatan şeylerden kaçındığımız sürece, şok sanatta kendine bir yer bulmaya devam edecektir.”

13 yıl önce