|

Ekberî nazariyata doğru bir 'giriş' için...

Dâvûd el-Kayserî'nin Mukaddemât'ı, ekberî nazariyatı en iyi anlatan metinlerden biri olmakla başlı başına bir eser olarak da nitelendiğinden müstakil olarak yayınlanmıştır

Ömer Lekesiz
00:00 - 9/03/2011 Çarşamba
Güncelleme: 22:49 - 8/03/2011 Salı
Yeni Şafak
Ekberî nazariyata doğru bir 'giriş' için...
Ekberî nazariyata doğru bir 'giriş' için...

Dâvûd el-Kayserî'nin (1260-1350) Ekberî nazariyatın önemli eserlerinden biri olan “Mukaddemât - Fusûsu'l Hikem'e Giriş”i, İnsan Yayınları arasından çıktı.

Mukaddemât, Kayserî'nin “Şerhu Fusûsu-l Hıkem” olarak da bilinen “Matla'u Husûsı'l Kilem fî Ma'ânî-i Fusûsı'l Hikem” adlı eserinin “giriş” kısmıdır. Ekberî nazariyatı en iyi anlatan metinlerden biri olmakla başlı başına bir eser olarak da nitelendiğinden müstakil olarak yayınlanmıştır. Turan Koç ile Mehmet Çetinkaya tarafından Türkçeleştirilen Mukaddemât, Mehmet Bayraktar'ın Kayserî'den büyük bir emek ve titizlikle yaptığı derlemeye isnat etmektedir.

İlmin hakikati ve ma'lûmâtla ilişkisinin keyfiyeti

Kayserî, Mukaddemât'ında (İbn Arabî'nin eserlerini “fas”la tasnif edişini izleyerek) on iki fas belirlemiş ve bu faslarda ele aldığı kavramlarla adeta Izutsu'nun kendisinden yaklaşık yedi asır sonra yapacağı çalışmaya da öncülük etmiştir.

“İlmin hakikatini ve ma'lûmâtla ilişkisinin keyfiyetini Allah'tan başkası bilemez. Bilginin apaçık olduğu kanâati gölge ile gölgenin gölgesi arasında bir fark bulunmayışından kaynaklanmaktadır. Zira tüm olgu ve olaylar, kendi varoluşlarının gölgeleridirler. Aynı şekilde, bilginin hâsıl olması da apaçıktır; bir şeyin husûlüne ilişkin bilginin apaçıklığı, o şeyin hakikat ve mâhiyetine ilişkin bilginin apaçıklığını gerektirmez.” diyen Kayserî, vucûd'dan başlayıp, en son Abdullah Kartal'ın İlahi İsimler Teorisi Allah-İnsan İlişkisi adlı kitabında derinlemesine incelediği Allah'ın isim ve sıfatlarını, Ekberî nazariyatın en karmaşık kavramlarından biri olan El-A'yânu's-sâbite'yi, cevher ve arazı, âlem-insan ilişkisini, misâl âlemini, keşfin mertebe ve türlerini, Muhammedî Hakikat'i, ruh ve mazhalarının Mutlak Vucûd'a geri dönmesini, nübüvvet , risâlet ve velâyeti Fusûsu'l Hikem üzerinden anlatmıştır.

Fusûsu'l Hikem'i dışarıdan kuşatan bir ilk eser

İbn Arabi'nin vefat tarihi (1239) ile Kayserî'nin vefatı (1350) arasında yaklaşık bir asır bulunmaktadır. Buna göre Mukaddemât'ın Ekberî nazariyatın oluşumuna (sistemleştirilmesine) katkıda bulunan önemli eserlerden biri sayılması yadsınacak bir husus değildir. Ayrıca, Mehmet Bayraktar'ın tespitiyle, Kayserî, hocaları Abdürrezzâk el- Kâşânî ve Sadrettin Konevî vasıtasıyla Ekberiyye tarikatının mensubu olarak da gösterilmiştir.

Ancak Kayserî'nin dinî ve aklî ilimleri tahsil etmiş olmasından ve Osmanlı'nın ilk müderrisi olarak İznik Medresesi'nde hadis , fıkıh, felsefe, mantık ve aklî ilimleri okutmasından hareketle, onun ilimde “zahirî” bir tutuma sahip olduğunu söylemek daha doğru olsa gerektir.

Buradan bakıldığında Mukaddemât'ı, Fusûsu'l Hikem'i “dışarıdan” kuşatan bir “ilk eser” olarak okumak mümkündür. Nitekim Kayserî'nin bakış açısı ve söylemi de Ekberîliği empoze etmemekte, bilakis “yeni bir nazariyat” olarak anlaşılmasını sağlama niyetini içermektedir. Nitekim, faslarında ele aldığı kavramları, önce Fusûsu'l Hikem merkezli olarak açıkladıktan sonra hemen her fasta birkaç “uyarı”da bulunması onun söz konusu niyetini teyit etmektedir. Aslında bu yanlarıyla eser çifte bir değer de yüklenmiş olmaktadır. Gerek Ekberîliğin tesisine katkısı gerekse Ekberi nazariyatın yeni bir anlayış olarak incelenmesi Mukaddemât'ın Fusûsu'l Hikem'le birlikte çift yönlü okunmasını elzem kılmaktadır.

Tabiat felsefesinden, materia-prima olarak su ve zaman konularına kadar geniş bir felsefî yelpazede görüş serdeden Dâvûd el-Kayserî'nin eserlerini, düşünmek ya da en azından onun vasıtasıyla düşünmeyi düşünmek isteyenler mutlaka okumak zorundadırlar.

O halde Kayserî'nin eserleri için “Mukaddemât” isabetli bir “giriş” olacaktır, üstelik Turan Koç ve Mehmet Çetinkaya tarafından Türkçeleştirilmişse…

13 yıl önce