|

Eleştirinin varoluş bilinci

Semih Gümüş son kitabında farklı eleştirel yaklaşımları irdelerken, türün içinde bulunduğu 'kriz'e çözümleyici bir bakışla yaklaşıyor. Yazınsal metinleri anlamlandırabilmek için Anlatıbilim de iyi bir ilk adım

Nursem Banu Özyürek
00:00 - 16/05/2012 Çarşamba
Güncelleme: 22:24 - 16/05/2012 Çarşamba
Yeni Şafak
Eleştirinin varoluş bilinci
Eleştirinin varoluş bilinci

Eleştiri, yazınsal metnin yanında, arkasında ve hatta genel algıya göre altında konumlanan bir 'şey'dir ve okurun ilgi alanının sınırlarına sızma başarısını da pek ender gösterir. Romanın ezici üstünlüğüne karşı öykü ve şiir de mücadele-okunma şansı bulamıyor ama 'eleştiri' denildiğinde artık kimsenin gitmek istemediği, çok uzak bir adadan bahsediyoruz neredeyse.

Eleştirmen Semih Gümüş, Çözümleyici Eleştiri adlı kitabında, türün içinde bulunduğu krizi, okur-yazar ve metin bağlamında değerlendiriyor. Lukacs, Barthes, Paul de Man, Eagleton, Eco ve Said gibi pek çok düşünürün yaklaşımlarını çözümleyici eleştiri perspektifinden ele alıyor.

Gümüş'ün ısrarla vurguladığı düşünce; eleştirinin tek başına, bağımsız bir yazınsal metin olarak görülmesi gerekliliği. Bu bakıştan ve nitelikten mahrum metinlerin ise akıbeti belli; eskimek, unutulmak, yani yazının ölümü.

Kendi kendini yiyen bir tür

Kitapta altı çizilen önemli bir nokta, edebiyattaki eleştiri düzeyinin okuma düzeyinin göstergesi olduğu ve ilkinin yükselmesinin ikincisini yukarı taşıyacağı. Ve edebi zenginliğin ancak bu şekilde birikerek, çoğalarak, metnin ve metnin içindeki anlamların yolu açılarak söz konusu olabileceği. Bu noktada ortaya konulacak çaba için de gözlerin sadece eleştirmene çevrilmesine karşı duruyor Gümüş. Yazarın şu tespiti dikkat çekici: “Yazdıklarının poetikasını yaratmakla ilgilenmeyen yazarların edebiyatı, Doğulu konformizminin göstergesi gibidir. Demek ki okumakla ilgili sorunu var edebiyatımızın. Ataç'tan 2000'lere kadar, eleştirinin doğrudan yazınsal yapıtla ilgili değerlendirme olduğunu sanan edebiyatımız, bu algı düzeyiyle kendine hangi sınırları çizdiğini pek fark etmedi.” Yani okumanın okumasını yapmadı, yapamadı yahut yaparken kendine özgü bir okuma söylemi yaratamadı.

Eleştirinin hep sanıldığı ve beklendiği gibi olmadığını belirten Gümüş, onun tamamıyla bağımsız ve en önemlisi yazara ve yapıta bağlı olmak yerine önce kendine bağlı, öteki edebiyat türleri gibi bir tür olduğunu yineliyor. Fakat bunun idraki için de önce verili düşüncelerin yerinden oynatılması gerektiğini, 'yenilik'lerin birer sapma değil, çıkış olarak algılanması zorunluluğunu ekliyor. Gümüş'ün bir edebiyat düşünürü sıfatıyla, metinlerinin yazınsal gücü ve lezzeti ile 'yaratıcı' yönünü vurguladığı Barthes'ın da önemi bu noktada ortaya çıkıyor. Fakat bu öyle bir nokta ki, oraya varabilmek için okurun da, yazarın da, eleştirmenin de önce kendi okumasının önüne koyduğu duvarları kaldırması gerekiyor.

Eleştiriyi yazınsallaştırmak

Gümüş, edebiyatın yazıldığı zaman bütünüyle ortaya çıkmadığını, orada kendi halinde yaşamayı sürdürdüğünü dile getirirken eleştirinin işlevine dikkat çekiyor: “Eleştiri, okuma biçimlerini kesintisiz biçimde yineleyip geliştirirken kendinden başka türlerin de elinden tutar”. Ve yapıt ancak bu şekilde, yani okundukça kendine gidecek bir yol bulur. Aksi takdirde, özünde, biçiminde, dilindeki gizlerle birlikte, suskun beklemektedir.

Yazar geçen kuşaklarda eleştirinin görevci bir anlayışla yapılmasının sebep olduğu zararları, ya da faydadan mahrumiyeti dile getirmiş ve burada, ele alınan yapıtın yukarıda bir özne olarak tutulmasından ve eleştirinin de bu yapıtın nesnesi olarak kabul görmesinden dem vurmuş: “Eleştiri, edebiyatın nesnesi olmaktan kurtulup, içinden çıktığı yapıtlarla aynı düzeyde, bir özneye dönüşemezse anlamını yitirir. (…) Kendi başına okunabilen bir metin katına çıkamazsa ne yaparsa yapsın, nesne olmaktan kurtulamaz.” Yine yazarın tabiriyle, edebiyat dışına itilir. Gümüş, eleştiriyi ön plana çıkarmak için sadece getirilen yorumun değil, yorumlama biçimindeki yeniliğin de etkisinden söz ediyor. Ve eski kuşak eleştirmenlerin kendi yazılarının tadını çıkarmakla ilgilenmemelerini, masaya yatırdıkları metnin tadıyla yetinmelerini hep bu yeniliğin önündeki engellerden sayıyor. Kendi sesini duymayan bir eleştiri, ele aldığı metnin sesini duyabilir mi? Gümüş'ün bu soruyu olumsuz yanıtlayacağı aşikar ve yazar da herhalde buna yakın bir sebeple kitabının varoluş nedenini eleştirinin eleştirisi olarak açıklıyor.

Bir başlama kitabı: Anlatıbilim

Yazınsal metne yaklaşmayı söz konusu etiğimiz için, Manfred Jahn'ın Dergah Yayınları tarafından yayımlanan ve çevirisini Bahar Dervişcemaloğlu'nun yaptığı Anlatıbilim isimli çalışmasını da bir kaynak kitap olarak ele alabiliriz. Anlatı teorisiyle ilgili karmaşık kavramları yalın bir biçimde okura aktarmayı hedefleyen kitap, yazarın internette yayınladığı “Poems, Plays and Prose” (Şiirler, Nesirler ve Oyunlar) başlıklı projenin bir bölümü aslında. Kitap, 1966 yılında bir disiplin olarak şekillenmeye başlayan anlatıbilim üzerine kapsamlı bir çalışma değil belki ama bir başlangıç, kavramsal bir algının ilk adımı. Çalışma içerisinde anlatıbilimin temel kavramları ve bunların kurgusal metinlerin analizinde nasıl kullanılabileceği ortaya konuluyor. Jahn, romanlardan alıntıladığı parçalarla, açıkladığı kavramları daha net ve kolay idrak edilir kılmaya çalışmış. Çeşitli şemalarla da metnini pekiştiriyor. Anlatı olgusunun bileşenlerini parçalara ayırarak metnin nasıl işlediğini göstermek üzere; ses-mekan-zaman-dil-anlatıcı-karakter-söylem-eylem gibi başlıklar altında yol açıcı bir inceleme sunuyor.


12 yıl önce