|

Elleri kınalı, onbeşli yiğitler

Osman Alagöz, milletçe verilen kurtuluş mücadelesinde askerlerin arkasında, adeta görünmez kahramanlar olarak şehitlik makamına yükselen kadınların ve çocukların mücadelesini, ibretlik vesikalar halinde öyküleştiriyor

Selvigül Şahin
00:00 - 10/08/2011 Çarşamba
Güncelleme: 22:42 - 1/08/2011 Pazartesi
Yeni Şafak
Elleri kınalı, onbeşli yiğitler
Elleri kınalı, onbeşli yiğitler

Osman Alagöz, daha çok öyküleriyle tanıdığımız bir yazar. Doğup büyüdüğü, halen de yaşayıp eğitimci ve yazar olarak hizmet ettiği Maraş'ın onun son dönemlerdeki yazar kimliğine katkısı büyüktür kuşkusuz. Edebiyat dünyamıza sayısız yazarlar yetiştiren Maraş'ın mümbit topraklarında büyümüş, serin sularından içmiş, dedesinin anlattığı kahramanlık öyküleri onun yazdığı öykülere bir muştu sakası gibi diriltici anlamlar taşımıştır.

Uzun yıllardır tanıdığım yazar, yazarlığın doğuştan bir yetenekten ziyade, azimle ve kararlılıkla çalışmalar sonucu edinilen bir uğraş olduğunu son yazdığı eserlerle ortaya koyan, bu yolda çok çaba sarf etmiş ender bir şahsiyettir.

Yazarın Kaynak Yayınları'ndan çıkan, Bedenleri Küçük Yürekleri Büyüktü adlı öykü kitabı, daha önce “Kınalı Eller” adıyla çıkan kitabındaki, Milli Mücadele'deki kahramanlık öykülerinin devamı gibi adeta. Milletçe verilen kurtuluş mücadelesinde kahraman askerlerin arkasında, adeta görünmez kahramanlar olarak şehitlik makamına yükselen kadınların ve çocukların mücadelesini, yazar ibretlik vesikalar halinde öyküleştirerek, bugünün insanına taşımıştır. Yazarın muhayyilesinde yer alan öykülerin ilhamı, büyüklerinden dinlediği kahramanlık hikâyelerine, 12 Şubat kurtuluş günlerinin coşkulu kutlamalarının sevincine, Sütçü İmam'ın inanılmaz derecedeki mücadelesine dayanmaktadır, kendi deyimiyle. “Tarihi konular inceleme araştırma kitaplarında, anılarda yer alıyor. Bunlar ciddi kaynaklar. Fakat yeni yetişen nesle, onları sıkmadan bir mesaj vermek, söylenmesi gerekenleri kendimce söylemek, söyleyebilmek için öyküyü seçtim.” diyor bir söyleşisinde yazar.

“Bence acz; güçsüzlerin ürperti veren gücüdür. Daha doğrusu gücü oluşturduğuna inandığımız araçların devre dışı kaldığı durumlarda Mutlak Güç'ü yakinen hissetmemiz halidir.” ifadesiyle acziyetin nasıl inanılmaz bir güce dönüştüğünü ve bunun da ilahi olana adeta bir yol olduğunu anlatmaya çalışır Hasan Aycın, Müşâhedat adlı eserinde. Yazarın, mezkûr öykülerindeki ana tema; tam da bu manada kahramanlarını anlamlı ve sonsuz yolculuğun neferleri kılarken, ilahi olandan aldıkları ilhamla yola çıktıklarının öyküsüdür aslında.

Yazar, öykülerini kendine ait bir üslupla anlatırken, akıcı, temiz bir Türkçeyle yazılmış öykülerin muhatabı oluyorsunuz. Kitapta bazen ben diliyle, bazen müşahit anlatıcı olarak yazılan 14 öykü yer almakta.

İlk öykü, babası bağ bekçisi olan Şeref'in öyküsü… Yoğun top atışından dolayı tahrip olan telgraf tellerini tamir etmek maksadıyla, tüm zorluklara rağmen büyük bir kahramanlık gösteren, ismiyle müsemma bir ömür süren Şeref'in öyküsü… Şeref, ihtiyaç olan telgraf tellerini sonunda getirir ama babasının geceli gündüzlü nöbet tuttuğu, Gümüşkastel mevkiinden geçerken düşmanın yağmur gibi yağan mermilerinden birisi körpe bedenine isabet ederek şehit olur.

Bir sırrı taşıyordu

'On beş yaşındaydı. Bir sırrı taşıyordu coşkun akan damarlarında… Gizliden gizliye kabarıp duran duyguları vardı.' İfadeleriyle anlattığı Çanakkale'de yaralanıp gelen ağabeyine özenip cephede savaşmak için yanıp tutuşan Ahmet'in öyküsünü, “Kulağını Vermeyen Şehit” adıyla okuyoruz. Yaralı ağabeyinin evraklarıyla cepheye giderken şehit düşen, kulaklarını kesmek isteyen düşman askerleriyle kıran kırana mücadele ederek son nefesini veren Ahmet'in dokunaklı öyküsünü okuyoruz.

“Tren Rayları” kitabın üçüncü öyküsü, “İmam Hacı Hasan Efendi, bir kayanın üstüne çıktı. Duaya durdu. Köylü etrafında halka olmuş, “âmin” diyordu. minler titrek, ümitli, heyecan yüklüydü.” ifadeleriyle savaşa uğurlanan babalar ve abiler… Geride kalan çocuklar ve kadınlar… Geride kalanlardan kahramanımız mutlaka yapılacak bir şeyler vardır diyerek köyün çocuklarıyla beraber düşman askerlerini taşıyan trenlerin raylarını söküyor ve trenlerin devrilmesine sebebiyet vererek zoru başarıyor.

“Köprü” öyküsü; “Maraş'ta ortalık iyice kızışmış. Harp başladı başlayacakmış.” İfadeleriyle başlıyor. Kahramanımız yine oyunlar oynayan körpe bir çocuk. Ama “Maraş bize mezar olmadan düşmana gülzar olmaz” diyen kahramanlar gibi babasıyla cepheye koşuyor. Yüzbaşı Sıtkı Bey'in emriyle, şehrin güney tarafındaki köprüyü havaya uçurarak büyük bir iş başarıyor.

“İlk Emanet” annesini ırz düşmanı istilacı askerlere karşı koruyan Kamil'in öyküsü. Yerden aldığı taşı, annesinin peçesini açmaya çalışan düşman askerine atar Kamil, ama mermiler ve dipçik darbeleriyle şehitlik makamına yükselerek Antep'in ilk şehidi unvanını kazanır.

“Sapan Taşı” oyuncağını bile, çocuk yüreğinin coşkusuna direnmenin ve karşı durmanın heyecanını katarak, çaresiz kaldığı anda düşmana yönelten küçük bir yiğidin öyküsü. Cepheden gelenlere dedesi; “Benim ondört yaşında bir torunum var, aha şu gördüğünüz çocuk. Ateş parçası. Adı Mehmet. Babası da Çanakkale'de; mademki yardım toplamak için buralara kadar gelmişsiniz, bizim hanemizin karşısı boş kalmasın. Torunumuz vatana feda olsun.” diyerek torunun cepheye yolluyor.

Aynı minvalde ilerleyen; Erzak Götürürken, Güherçile, Kör Balta, Kim Yapacak, Yürekleri Büyüktü, Ulak, Bu Sefer Ben Gideyim, Kâgir Bina, olmak üzere yine bedenleri küçük, yürekleri büyük çocuk kahramanların eşsiz öyküleri .

İnternet, tv, cep telefonu gibi ayartıcıların dünyasında yaşayan bu günün gençlerine derin anlamlar taşıyan öyküler ne anlatır, onların anlam dünyasına nasıl yansır bilmiyorum. Kanımca, çocuk yürekleriyle, sağlam imanlarıyla, şehitlik makamına yükselen körpe bedenleriyle, bu günün haz ve hırs dünyasında yaşayan gençliğimize ibretlik vesikalardır Alagöz'ün öyküleri...

13 yıl önce