Geçtiğimiz günlerde Tehlikeli Belki'nin (Profil Yayınları) yeni baskısı okuyucuyla buluştu. Kitabınızın ismi bir nevi uyarı mahiyeti de taşıyor. Öte yandan bir de davet var. Şiirin ve anlamın vaat ettiği tehlike nedir?
Davetkâr ve vaatkâr bir tehlike, kâğıt üstünde hoş dursa da aslında sorun çok basit: "Hayatımız tehlikede" ama asıl tehlike bu değil. Bir hayatımız olup olmadığı. Yani bu hikâyenin gerçekten bir nesnel karşılığı var mı? Elde ettiğimiz şıklık ve güvenlik, feda ettiğimiz rüküşlük ve tehlikeye değer mi? Böyle tuhaf sorular diyelim.
Modernlik eleştirilebilir ama dışına çıkılabilir bir durum ve süreç değil. Bolca edebiyatı, teorisi yapılıyor ama kimse modern zamanlara yanlışlıkla düşmüş ya da biri tarafından itilmiş değil. Anti-modernizm modernizmin farklı bir formudur. Şiiriyet lirizm karşılığı kullanılıyor. Lirizmde de çok sığ, indirgemeci bir anlayış hakim. Lirizm yok lirizmler var.
Dil, doğası gereği varlığa ilişkin bir yabancılaşmadır. Aynı zamanda, dünyayı aslında olmadığı kadar düzenli ve yapılaşmış gösterir. Şiir, bu yanılsamaya ilişkin bir cevap imkânı taşıyabilir. İnsana ait bir şeyin bozulabilmesi ya da bozulma fikrinin kendisi, bana çok güzel geliyor.
Çok seyahat eden birisiyim ama mekân aidiyetim pek yok. Benim için bir yerin anlamı, değeri, -ki burada şairlerden bahsediyoruz- kimlerin oralardan geçtiği, yaşadığıyla sınırlı. İnsanlar olmasaydı, dünyayı boş bir arsadan daha farklı kılacak bir neden gösteremem. Poetik yalnızlık, yaratılmışlıktaki saf yalnızlıktan bir parça. Poetikanın bittiği yer, coğrafi adların bittiği yerle aynı.
Teknik anlamda da şiir güzel sanatlardan biri değil. Hem güzel, hem sanat ama güzel sanat değil. Hatta bence artık şiir bir sanat olmaktan çıkarsa beşeri anlamını sürdürebilir.
Dışarıda durarak bir şiirin içinden konuşmak imkânsız. Bir şeye 'var' dediğimizde onu var kılmış ve 'yok' dediğimizde yok etmiş olmayız. Anlama yöneliminin artık iyi bir fikir olduğunu düşünmüyorum. Anlamak ve anlaşılmak aslında kendi içine kapanma davranışından başka bir şey olmayabilir. Yeni bir tutum gerekiyor. Anlamak bilimsel tekniklerden biri artık. Anlamaya ve anlaşılmaya yönelmek çok örtük bir asimilasyon da olabiliyor.
O mısra, Ezra Pound'un Konfüçyüs kitabını okurken, o etkiyle yazdığım bir şeydi. Kitapta Pound, iyi düzeyde bir Çince için seksen yıl gerektiğini yazıyordu yanlış hatırlamıyorsam. Savunmaya nereden başlamalı? Savunmasızlık en iyi seçenek olabilir.
Fotoğraf sanatından hiç anlamam. Fotoğraf çektirmeyi sevmiyorum. Bana kalırsa artık poz anı diye bir şey yok. Poz sürekliliği var. Pozsuz yakalandığında yüz kapatılan bir antropolojik durum söz konusu. Kadrajın ne olduğunu bilmiyorum.
Had, bir bilgi sorunu. Zaten "bilme" terimiyle bitişik. En uzak gelecek bile sonsuzluk, ölümsüzlük karşısında sadece bir nicelik konusu. Ne kadar bir gelecekten bahsediyoruz; on yıl, elli yıl, bin yıl? Bu nedenle burada bir kontrast yok. Sorumluluk ve irade, insanın kendi hayatıyla sınırlı ve kayıtlı. Geleceğe kalmak gibi bir kaygım yok.
Şiirin zamanı aşan değil ama zamanı bükebilen bir informel niteliği var. Şimdi kategorisi dışında, bir geçmiş ve gelecek bilgisi sadece tahayyüller. "Şimdi"nin projeksiyonları. Şimdi ya da hiç. Her şeyi şimdi yaşıyoruz. Gelecek geldiğinde kimse olmayacak.