Giderek sanallığın 'gerçekliğe' egemen olmaya başladığı bir dünyada yaşamaya başladık. İç içe geçen katmanlar halinde, elimizden kayan, şeklini her an değiştiren anlamlarla karşı karşıyayız. Binlerce katman arasında hızla dolaşan anlam, her hangi bir şey ifade etmekten çıkıyor, hal böyle olunca elimizde koca bir 'hiç' kalmaya başlıyor. Matrix filmi bence bunu çok çarpıcı bir şekilde vermekteydi, 'yaşam ve ölümün' dahi kocaman sahtelikler olduğu bir sinema atmosferi yaratmıştı. Bu nedenle ona gönderme yapmanın anlamlı olduğunu düşünüyorum.
Sühreverdi Maktül ile de bu süreci ele alabilirdim. İşrakilik de aslında aynı şeyi yapmaya uygundur. Evet, bütün bu süreç bir 'seyr-i süluk' olarak ele alınsaydı da yanlış olmazdı. Şeriat kapısında görülen ile tarikat, tarikat kapısındakiyle marifet arasında muazzam farklar yok mudur? Maalesef genellikle seyr-i süluk da ileri aşamalara ulaşmak 'mutluluk verici' olarak kavranılıyor. Bu yaklaşıma katılmıyorum pekâlâ korkunç acılara gark olabilir salik. Ben matrixle açıklamayı tercih ettim ama diğer yollar da geçerlidir.
Kitaptaki karakter Cemil, modern yaşamın insanlar üzerinde bıraktığı mutsuzluğu, parayla, insanlar arasındaki mesafenin temsili olarak çıkıyor karşımıza. Cemil nelerin ve kimlerin karışımı?
Cemil aynadaki hallerimizdendir. Üzerimize doğru bir çığ gibi gelen 'başarı'nın ta kendisidir. Belki ölümden bile beter bir görüntüdür. Belki 'keşke ölseydim'dir. Belki 'yaşamak yine de güzeldir'.
Her roman belirli derecelerde otobiyografiktir. Elbette 'Cemil Reloaded' da öyledir. Tabii bu 'belirli dereceler' önemli. Belki bu romanımda daha fazla olduğu söylenebilir. Evet, romandaki pek çok olay yazarın yakınlarında geçmiş olabilir. Yazarın canını bir daha iyileşemeyecek ölçüde acıtmış olabilir. Belki de o nedenle yazar otuz küsur sene sonra böyle bir kitap yazma ihtiyacı duymuş olabilir. Kim bilir?
Düşünsenize adamın biri gidiyor Maldivlerde bir ada satın alıyor, adını Ebu Eyyub el Ensari koyuyor orada deniz ve güneş ticareti yapıyor! Daha nasıl ve ne kadar yalnızlaşabiliriz ki? Kutsalların bu denli ucuza satıldığı bir dünyada bizi yalnızlıklarımızdan hangi ortak duygu çıkarabilir ki? Çoğalmanın ve paylaşmanın tüm yollarını yok ettikten sonra yalnızlıkta şikâyet etmenin bir anlamı olabilir mi?
Cemil hem mağdur hem kahraman. Kahraman çünkü o darbeye bile kafa tutan bir geleneğin adamı. Onun geleneğinde karından konuşma yok, takiyye yok, beğenmediği gidişat karşısında gizli gizli beddualara sığınmak yok. Açıkça çıkıp itirazını ortaya koymak, 'tırnağ ilen, diş ilen' direnmek ve elbette bedelini ödeyip 'mağdur' olmak var. Ama bu öyle küçücük bir can acısında 'neler çektik biz' türküleri söyleten tarzda bir mağduriyet edebiyatı da yaratmıyor. Mağruriyet içinde yaşanan bir mağduriyet bu. Sık sık 'sizler neredeydiniz' sorusunu da soran bir tavır.
CEMİL 'YENİ YOLLAR' BUL DER
Cemil bugünün insanına ancak 'eski yollar yol değil, yeni yollar bul sevgili kardeşim' der. Bunu söylerken gözünden bir damla yaş düşer yanağına.
Nietzsche'nin meşhur sözüdür; 'Boşluğa uzun süre bakarsanız, boşluk da sizin içinize bakar'. Tarihin cilveli bir oyunudur sanki. Her keresinde mazlumlar zulme son vermek için ortaya çıkar ve sonra büyük acılardan geçerek olağanüstü coşkulu bir şekilde 'zafere ulaşırlar'. Sonra o zafere övgüler, marşlar, destanlar yazarlar. Şehitlerinin arkasından ağıtlar döker, anıtlar dikerler. O günleri yaşayanlar bununla sonsuza kadar övünür ve üzerinden yıllar geçse de yaşamlarını o anılarla süslerler. Sonra bir gün birileri çıkar karşılarına ve mazlum olduklarını 'iddia' ederler. Berikiler şaşırır. İnkâr ederler. Kendilerinin zulme karşı olduklarını söylerler. Ama işte nasıl olduysa kendileri şimdi zalim olmuşlardır. İşte kastettiğim 'yeni' olma hali buna imkân vermeyecek bir haldir. Zalime dönüşmeyecek bir mazlum bulduğunuzda peşinden gidiniz!