|

Hayat anlamını yitirirse

Hayatın Anlamı, ismiyle okuru cezbeden içeriği ile düşündüren bir çalışma. Zira anlamlandırma çabasının yoğun olduğu bir dönemin içinden geçiyoruz. Ünlü edebiyat eleştirmeni ve kuramcısı Terry Eagleton'un kaleme aldığı kitap, modern ve postmodern zamanların bu albenili sorusuna yanıt arıyor.

Akif Kuruçay
00:00 - 17/10/2012 Çarşamba
Güncelleme: 22:45 - 17/10/2012 Çarşamba
Yeni Şafak
Hayat anlamını yitirirse
Hayat anlamını yitirirse

Batı düşüncesinin son sağlam zihinlerinden ülkemiz okurunun da yakından takip ettiği ünlü edebiyat eleştirmeni ve kuramcısı Terence Francis (kısaca Terry) Eagleton'un Kutlu Tunca tarafından Türkçeye kazandırılan son eseri Hayatın Anlamı, Ayrıntı Yayınları'nın İnceleme Dizisi içerisinde yayımlandı. Sorular ve Yanıtlar, Anlam Sorunu, Anlam Tutulması ve İnsan Kendi Kaderini Kendisi mi Çizer? başlıklı, her biri deneme lezzetinde kaleme alınmış dört bölümden oluşan Hayatın Anlamı'yla Eagleton, çılgınca yahut komik bulunma pahasına, modern insanı çokça meşgul eden "görkemli, düşünsel ve ahlaki" bir sorunsalın bulutlu ufuklarına açılmayı deniyor.

Hayatın anlamını sorgulayan metinler ya da onun olup olmadığına ilişkin soru, kimileri için yeterince tatsız ve gereksiz durabilir. Bu, sorunun yanıtının kimilerince kolaydan da öte, basit bulunmasıyla ilintili olabileceği gibi, gerek hayatın gerekse anlamın kime ve neye göre kurgulanacağının ve bu kurgusal bağlamda, tutarlı bir şekilde nasıl irdelenebileceğinin net olarak belirlenemeyeceğine duyulan kesin inancın bezginliğiyle alakalı da olabilir. Gerçekten mutlu olduklarına ya da mutsuzluğun ne olduğuna birdenbire karar verebilecek, özfarkındalık bakımından eksik birinci grup için söylenecekler bellidir. Onların ruhsal dünyalarında hayatın seyrini bir an olsun duraksatacak bir merakları, varoluşsal bir endişeleri hayatın gürültüsü, hızı karşısında tamamıyla hareketsiz kesilmiş, yerini mümkünse zahmetsiz bir adanmışlık, koşulsuz bağlılık ya da kolaycı bir nefretle değiştirmiştir.

Eaglaton'un kitapta değindiği gibi, "Hayatım nasıl gidiyor?" tarzındaki soruları insanlar, hayatlarında bir şeyler yolunda gitmediği zaman sorarlar ve hemen onu anlamlandıracak bir kavrama, değere tutunurarak kendilerince hayatı rayına oturturlar. Büyük filozoflarsa bu meseleyi daha derinlemesine, büyük hadiselerin yarattığı zorlu süreçlerde irdelerler. Tıpkı Martin Heidegger'in eseri Varlık ve Zaman'daki düşüncelerinin şekillenmesinde 1. Dünya Savaşı'nın devamındaki tarihsel karmaşa döneminin etki etmesi; Jean-Paul Sartre, Albet Camus gibi varoluşçuların eserlerindeki kırılganlığın 2. Dünya Savaşı'nı takip eden yıllarda kendini göstermesi gibi. Yenilgiden sonra bir anlam arayışı ve onun çerçevesinde bir hayat sorgulaması serpiliverir.

Eagleton'a göre, aslında hayatın anlamının olup olmadığı sorusu ya da onun sorgulanması, başlangıcının tragedyaya dayandığı ontolojik karakterde bir mesele gibi görünmesine rağmen modern öncesi toplumlardan daha çok modern döneme ait bir durum olarak ortaya çıkmakta. Çünkü sıkı saflarla bütünleşmiş cemaatin ayrılmaz birer parçası sayılan modern öncesi çağın insanlarının Yüce Varlık (Tanrı) olarak iman edilen güvenilir bir temeli olduğu düşünüldüğünden misal 12. yüzyıl filozofları, hayatın anlamınının peşine düşmeyi pek lüzumlu hissetmemişlerdir. Bu, dinlerin bu soruya verecek bir cevaplarının olmadığı anlamına gelmiyor, bilakis dinler, aynı zamanda fena hâlde ahlaki duran böyle bir soruya tam merkezinden temas ediyor. Hatta din, anlam sorununu kesin bir retorikle ortadan kaldırdığı gibi bizim için neyin önemli olacağına da karar veren bir sistem. O nedenle herhangi mümin bir Yahudi, Hristiyan yahut Müslüman için hayatın anlamının ne olduğu sorusu, "Tanrı'ya inanıyor musun?" sorusu kadar tuhaf algılanabiliyor.

Aslında bundan da önce Terry Eagleton'un, 20. yüzyılın en büyük filozofu olarak gördüğü Ludwig Wittgenstein'ın gündeme getirdiği eleştiriler üzerinden konuyu açmaya çalıştığı görülüyor. Nedir bu eleştiriler? Wittgenstein'a göre filozofların ısrarla yaptıkları bir yanlış vardır; o da dilbilgisel hatalardan kaynaklanan "saçma" soruların felsefeyi işin içinden çıkılmaz bir hâle dönüştürmesidir. Ona göre birçok felsefi bilmecenin tehlikeli bir biçimde ortalıkta dolanmasının en önemli sebebi, filozofların dili kullanma noktasındaki beceriksizliklerinden kaynaklanmaktadır. Bazı felsefi bilmecelerin bu nedenle yanıtı yoktur. Dil, düşünceyi biçimlendiren yegâne sistemdir. Wittgenstein'ın sadık müridi Eagleton da insanoğlunun Tanrı'dan kurtulamayışını dile bağlayan Nietzsche ve "Metafizik yanılsamalar belli bir dilsel yapı içinde inşa edilir ve bir daha yok edilemez." diyen Jacques Derrida'nın fikirlerine destek veren bir yerdedir; üstüne bir de filozofların soruları yanıtlamak yerine çözümlemeye yeltenmelerini eleştirir. Bu eleştirilerden sonra "Hayatın anlamı nedir?" sorusunun dilbilgisi açısıdan doğruluğu, yanıtlanabilir görünmesi bir tarafa, bu yanıtın ne olduğununun hiç bilenemeyecek oluşu da ayrı bir muammadır.

Modern çağda, hayatın anlamı üzerine ıstıraplı bir hâlde düşünüyor oluşumuzun elbette bir nedeni var. Eagleton, bunu insan hayatının korkunç boyutlarda değersizleştirilmesi olarak gösteriyor. Milyonlarca insanın "boş yere" ölümüyle sonuçlanan büyük savaşlar, özellikle Avrupa'da hayata olan inancı temellerinden sarsan tarifi imkânsız bir hayal kırıklığı yarattı. Sanayileşmeyle birlikte başlayan kapitalizm, toplumsal dayanışma, paylaşım ve değer üretimini yerle bir ederek yerine acımasız rekabet koşullarını, kâr ve maddiyat odaklı bir hayat dayattı. Yazar, bu noktada kültür, cinsellik ve din üzerinden "kamusal anlamın" kaybına ağır eleştiriler getiriyor. Bu surette cinselliğin doğallığından koparılarak sapkın bir takıntıya, dinin özünden uzaklaştırılarak uçlarda ya radikallik yahut "new ageci bir zırvalığa" dönüştürüldüğüne değiniyor; kültürü, spor ve tabii ki futbol üzerinden bir okuma yaparak özellikle erkekler için uğrunda ölünecek pek çok kutsal değeri karşılayan "hayati bir anlam"a sahip endüstriyel bir fenomen olarak değerlendiriyor. Terry Eagleton'a göre postmodern dönemde durum daha da trajik bir noktaya varıyor ve tam burada esaslı bir "anlam" tartışması başlıyor. Artık sorunun içindeki hayat da olduğu gibi bir kenara atılarak, mesele anlama indirgeniyor.

Sonuç olarak; "en hayati ve temel meselelerde bile uzlaşamadığımızı kabul etmeye başladığımız modern çağ"ın, ortaya attığı hiçbir soruna çözüm getirememesi, yine onun ürettiği bir soru(n) olan hayatın anlamı üzerinen ontik ve etik bir tartışmanın nasıl yürütüldüğünü ya da yürütülmesi gerektiğini ortaya koyma iddiasında, okunması gereken bir kitap.

Hayatın Anlamı
Terry Eagleton

Ayrıntı Yayınları

2012

144 sayfa

11 yıl önce