Tol ve Har romanlarıyla son dönem edebiyatımızın önemli isimleri arasında anılan Murat Uyurkulak, okuruyla sohbetine yeni kitabı Bazuka ile devam ediyor. Uyurkulak'ın 'Aşk, Yalnızlık ve Şiddete dair Hikayeler' alt başlığıyla yayımlanan Bazuka'sında insanın parça parça hallerine dokunan, yaşamın duvarlarına çarpan dokuz öykü var. Kelimelerle, dille, kurguyla oynayan Uyurkulak, sisteme dair sıkıntısını, nefretini yine kendine has bir şekilde ifade etmiş; ironik, göndermeli, kavgası, alayı, iç acısı eksik olmayan öyküler kaleme almış. Yani Tol ve Har'ın üzerine cila atmış bir anlamda. Kitabın başındaki alıntı da manidar: “Değmez bu yangın yeri, avuç açmaya değmez…” Bir boşvermişlik değil buradaki, her öyküde yankılanan, söze gelen, bazukanın namlusunda yuvalanan bir sitem. Uyurkulak'la son kitabı üzerine konuştuk.
Hikayede kendimi daha rahat hissediyorum. Özenli ve titiz olmaya çalışsam da hikayeyi belli bir iddiayla yazmıyorum çünkü. Haddimi biliyorum, pırlanta gibi hikayeler yazan şahane yazarlar var ve onların mertebesine ulaşmak için kırk fırın harf yemek lazım. Hikayeyi keyifli bir roman talimi, bir tür özgürlük alanı gibi düşünüyorum.
Bazuka net bir niyetin izini sürüp tematik bir bütünlük teşkil edecek şekilde ortaya çıkmadı. Yedi-sekiz yıla yayılan, çeşitli vesilelerle, çeşitli zamanlarda yazılmış hikayeler bunlar. Ama sonradan art arda okuduğumda aralarında belli belirsiz bir bağlantı olduğunu, aşağı yukarı benzer dertleri taşıdıklarını gördüm. Ama o dert sizin alıntıladığınız istek değil tam olarak. Onu daha ziyade yeni yazmakta olduğum romanda yapmaya çalışıyorum. Rekabet ve kar üzerinden tanzim edilen, bir avuç insanın tıksırıncaya kadar yediği, geniş kitlelerin ise güvensizliğe, yoksulluğa mahkum edildiği bir sistem bu. Damarlarında kan değil cerahat akıyor. Ve hepimiz onun yol açtığı arsızlıktan, adilikten nasibimizi az çok alıyoruz.
Ben yazar olmaktan önce bir okurum. Bana göre iyi bir kitap okumanın keyfini başka hiçbir şey vermez. Edebiyat bize dünyada kalmak için mühim bir gerekçe sunar. Yalnız olmadığımızı, kendimizden menkul olmadığımızı, dünyadaki acıları, sevinçleri, incelikleri, bayağılıkları gören, hisseden, dert eden başka insanlar da olduğunu gösterir. Ve her iyi okur iyi edebiyattan duyduğu coşkuyu muadilleriyle paylaşmak ister. Fakat işte bu berbat pazaryerinde o coşkuya ses vermeye, aynı coşkuyu duymaya pek az insanın mecali kalıyor.
Okur örgütlenmesinden ziyade ezilenlerin örgütlenmesini tercih ederim. Kapitalizm parlak vitrinler, büyük mağazalar, tekelleşme ve kabalık demektir. Kapitalizm inceltilmiş tarafından orman kanunudur ve onun içinde inceliklere yer yoktur. Onu yıktığımız takdirde sizin sözünü ettiğiniz türden incelikleri de geri kazanabiliriz.
Doğu ile Batı belli mevzuları izah etmeye çalışırken dayandığımız birer kavram. Fakat aslında Doğu ile Batı yoktur. 'Uzakdoğu' ülkesi denen Japonya ABD'nin batısındadır sözgelimi. Haritayı hangi odağa göre açtığınızla ilgili bir meseledir bu. Hele bugünün küreselleşmiş kapitalizm dünyasında Doğu ve Batı kavramlarıyla düşünemeyiz artık. Biraz çabayla aynısını kadınlık ve erkeklik meselesine teşmil edebiliriz. Mevcut toplumsal cinsiyet inşası kadınları evlere hapsediyor, öldürüyor, eziyor; erkekleri sahte bir iktidar dünyasında paranoyaklaştırıyor, şişirilmiş balonlara çeviriyor, insanlıktan çıkarıyor. Tıpkı Doğu Batı ayrımı gibi bu cinsiyet kalıplarını da yıkmamız lazım.
Yapılması gereken çok belli: Oturup konuşacağız, bu topraklar üzerindeki bütün halkların siyasi, kültürel haklarını anayasal güvenceye kavuşturacağız ve silahları gömeceğiz. Doksan yıldır ezilen, imha edilen, yok sayılan, vahşi bir asimilasyon politikasına maruz bırakılan insanlardan özür dilemeyi de ihmal etmeyeceğiz. Ondan sonra umarım artık böyle hikayeler yazılmasına lüzum kalmayacak.
Hamza Dede işlediği büyük suçların ruhunda hasıl ettiği uğultulu hesabı bastıramamış biri. Bu tür insanlar bana ziyadesiyle etkileyici ve affedilebilir geliyor. Sonunda bir vicdan infilakı yaşıyor Hamza. O infilaka bir bütün olarak bu ülkenin de ihtiyacı olduğunu düşünüyorum.
Kitaptaki üç hikaye ortaklaşa yazıldı. Ersan Üldes, Aslı Ilgın Kopuz, Ulaş Gürpınar'la. Zevkli, heyecanlı mesailerdi hepsi. Emrah Serbes ve Reha Mağden'e nazire olan hikayeler ise bir okurun sevdiği kitaplara saygı duruşu ve yazarlarına teşekkürü gibi okunsun isterim. Yazar egosu, aslında her neviden ego benim idrak edebileceğim bir şey değil. Ego bir tür ahlaksızlık gibi gelir bana.