|

Her çocuk, çocuk olduğu için dev bir kahramandır

Markar Esayan, Jerusalem ile yüzyıllardır çözülememiş girift bir sorun olan Ortadoğu'ya, sekiz yaşında bir çocuğun gözleriyle bakıyor. Jerusalem, huzur bulamamış bir şehrin ortasında aylar geçiren minik kahramanıyla hüznün, korkunun, dostluğun ve barışın kitabı

Emine Elif Kotan
00:00 - 13/07/2011 Çarşamba
Güncelleme: 21:35 - 12/07/2011 Salı
Yeni Şafak
Her çocuk, çocuk olduğu için dev bir kahramandır
Her çocuk, çocuk olduğu için dev bir kahramandır

Çok yönlü yazar Markar Esayan'ın yeni romanı Jerusalem Timaş Yayınları arasından çıktı. Esayan romanında; hayatı yeni yeni öğrenen sekiz yaşındaki bir kahramanın gözleriyle Ortadoğu'ya bakıyor, bir çocuğun büyük hesapların arasında sıkışıp kalmış masum iç hesaplaşmalarıyla bizi baş başa bırakıyor. Yazar, güçlü ve yalın anlatımıyla kahramanımıza ilk ayrılığın yakan acısını, terkedilmişliği, hayatla başa çıkabilmeyi öğretiyor. Jerusalem, kocaman çocuk korkularından filizlenen bir cesarete kapı açarken, savaştan yorgun düşmüş bir şehirde yaşanan tadına doyulamamış dostlukları ve barışın çocukça hayalini anlatıyor.

Ortadoğu herkes tarafından önemsenerek tartışılan bir dünya problemi. Kudüs üç büyük din tarafından paylaşılamayan kutsal bir hazine. Jerusalem'de, sekiz yaşında bir çocuğu bütün bu karmaşanın ortasına oturtuyorsunuz. Bu büyük ve çetrefilli soruna bir çocuğun naif gözleriyle bakma fikri nasıl oluştu?

Belki de en naif olanla, en çözümsüz, gaddar olanı karşılaştırma içgüdüsünden olabilir. Hani Kutsal Kitap'ta bir canavar olan Golyat ile genç Davut'un silahsız döğüşe kalkışması gibi… Hem Ortadoğu ve hem de ülkemizdeki sorunlar ahlakını o kadar kaybetmiş, insani olana dair her şeye o kadar uzaklaşmış ve barış o kadar imkansız görülmeye başlanmış ki, aslında belki de biraz naif ve çocuk olmaya ihtiyaç var. Kudüs de tarih boyunca yaşanan onca zulme rağmen, çok naif bir kenttir. Aynı zamanda gerçeklikle alay eden bir kenttir. New York'ta aklın reddettiği hiçbir şey olmaz, ama Kudüs'te mucizeler sıradan bir şeydir. İsa'nın “Gerçek nedir!” demesi beni çok etkilemiştir. Bu soruyu bu kadar sert ve kısa sorana rastlamadım hiç. Orada gerçeğin varolmadığı değil, gerçeğin reddedildiğinin altını çizer İsa. Bizim gerçeklik algımız beş duyumuzla sınırlı, ama evren bizim duyularımızla sınırlanmak zorunda değil. O yüzden, çocuk muhayyilesi ve düşüncesinin sınırsızlığı, her soruyu sorabilme cesareti ve saflığı çok etkiliyor beni. Karmaşa dediğin şey var Kudüs'te doğru, ama çocuklar için bu karmaşa değil. Eğer savaş varsa ve bu, acıya neden oluyorsa savaş yapmazsın. Ya da öldüren ve kaba kuvvete başvuran kim ise, onu değil mağduru tutarsın. Mağdur intikam almaya çalışırsa, çocuk için mağdur değil, mağdur eden olur. Bu kadar basit.

Şeker Portakalı'nın Zeze'si, Çavdar Tarlasında Çocuklar'ın Holden Caulfield'i gibi pek çok çocuk kahraman okuyucusunda silinmez izler bırakır, bu kitaplar birer başucu kitabı oluverir. Çocuk bir kahramana hayat veren bir yazar olarak, devleşen bu çocuk karakterleri diğer karakterlerden ayıran nedir?

Zor bir soru. Keşke benim kahramanımın da Zeze gibi, Holden gibi olup olmadığını söyleseydiniz. Bence her çocuk, çocuk olmaklığıyla dev bir kahramandır. Çünkü öyle veya böyle dev bir dünya ile baş ediyorlar büyüyebilmek için. Hepsi kendi şahsına münhasır bir mücadele yöntemi geliştiriyor. Bu tamamen benzersiz ve müthiş bir şey. Jerusalem'in de bunu aktarabilmiş olmasını umarım. Sanırım bir de o yazarın kahramanlara hiç müdahale etmemiş olmasından ve aradan çekilerek sadece bir aktaran olmayı seçebilmiş olmasından geliyor bu etkileyicilik.

Ünlü yazar Vasconcelos yoksulluk içinde geçen kendi çocukluğunu Şeker Portakalı isimli kitabında bir çocuğun gözünden çarpıcı bir dille anlatır. Bu kitabı yirmi yıldan fazla yüreğinde taşıdığını ve on iki günde yazdığını söyler. Jerusalem'in küçük kahramanı çok düşünen, acıyı ve mutluluğu enine boyuna yaşayan, tam tabiriyle derin bir çocuk. Peki, sizin bu çocuk kahramanla nasıl bir ünsiyetiniz var? Kendi çocukluğunuzdan bahseder misiniz?

Yazarlara en çok sorulan ve yazarın da soruyu sorana en çok çemkirdiği sorudur bu. Bu soru aslında gereklidir. Çünkü her romanımdan sonra okuyucudan buna benzer çok soru alıyorum, merak ediyorlar çünkü. Bu çok doğal çünkü insanların ortak dertlerine, ortak gündeliklerine dokunuyorsunuz. Aslında asıl yazar her bir okuyucuya o soruyu soruyor “Sen bunlardan hangisisin” diye. Çok özel bir ilişki. Tabii, eğer yazdığınız bir otobiyografi veya dönem-tarih kitabı değilse, bu sorunun bir cevabı yok. Sonuçta roman bir kurgu. Ama roman-kurgu ilişkisi de “gerçeklik” açısından yabana atılır bir şey değil. Ben romanlarda çok sağlam bir gerçeklik anlatısı ve toplumsal hafıza olduğunu düşünürüm. Bir dönemi anlamak için tarih kitaplarının sağlamasını o dönemin romanlarından yaparım. Bu kitap da yüreğimden imbik gibi damlayan bir sürü melezlikten hasıl oldu. Onda ben, benim psikolojim, çevrem, okuduklarım, dinlediklerim var. Diyebilirim ki, ben de Jerusalem'i yazabilmek için belki 35 yıl bekledim. Ama bilinçli olarak 11 yıl sürdü Jerusalem'in içimde pişmesi. Yazımı ise yoğunluktan, üç ay sürdü.

Roman İstanbul'da başlayıp, Jerusalem'de geçen ve yine İstanbul'da nihayet bulan kurgusu ile insanı sarıveriyor. Kahramanın içinde yaşadığı şehirlerle ve bu şehrin insanlarıyla kurduğu yakınlığa tanıklık ediyoruz. Sizin için bu iki şehir ne ifade ediyor?

Dediğim gibi, hem Jerusalem, hem de İstanbul hayatımın iki önemli kenti, simgesi. İkisi de beni oluşturan malzemelerin çoğunu veren cömert bir kuluçka, rahim olmuştur. İkisi de gerçeküstüdür ve tahmin ettiğiniz gibi, bu dünyanın sunduğu gerçeklerden pek memnun değilim. Bu iki kent de sanki zamana ve soğuk modern-pozitivist dünya ile alay eder gibiler, tıpkı benim gibi. Hayır, başka türlü gerçekler yaratabiliriz. Mucizeler yapabiliriz ve bu dünyada mutlu olabiliriz. İki kentin de çok içinden geçtim ve gördüklerim beni büyüledi. İkisi de ev oldu bana, beni kusmadı. İnsanları da öyle.

Romanınızı “Ortadoğu'ya bir barış dileği” olarak tanımlamak mümkün mü?

Filistinlileri de, Yahudileri de çok seviyorum. Belki Ermeni olmamın bir etkisi vardır bunda. Başka türlüsünü yaşamadığım için bunu bilemeyeceğim. Ama her iki halk da, tarih boyunca zulüm ve baskı görmüşler. Yahudiler en erken diasporaya çıkan ulus. Sürekli sürgün yemiş, hep katledilmişler. Filistinliler de öyle. Şimdi bu iki mağdur halkın birbirlerini öldürmelerini çok acıklı ve adaletsiz buluyorum. Ama devlet olunca böyle oluyorsun, güç ve şiddet uygulamak meşru hale geliyor. Ama sanırım Arap Baharı ile ciddi bir dönüşümün eşiğindeyiz Ortadoğu için. Doğu'nun yükselişi başladı ve barış da maalesef güç dengesi ile geliyor. Doğu kaderini yendikçe ve demokrasilerini geliştirdikçe, bu bölgeye hızla barış gelecek. Çünkü Doğu madunluktan çıkıp özne olacak.

Kitapta “ya hep, ya hiç cehennemi” diye bir tabir geçiyor. Bu cehennemden biraz bahseder misiniz?

Bu bize dayatılan, ama hiç açıkça söylenmeyen bir oyun kuralıdır. Farkına varmazsan, ömür boyu bu denklemi kullanır bilinçdışın ve hep mutsuz olur, mutsuz edersin. İnsanın içine yerleştirilmiş pimi çekilmiş bir bomba gibidir, ya hep, ya hiç cehennemi. Yaşam kavgasının sevgiden arındırılmış, onun yerine korku konmuş halidir. Benim yaşamam için onların ölmesi lazım, benim kazanmam için birilerinin kaybetmesi lazım, benim doymam için onun aç kalması lazım gibi. Ama bu tarihin en büyük yalanı. Bugün dünyada en zengin 200 aile, dünyanın en fakir yarısının nüfusu kadar yıllık gelir elde ediyorlar. Dünyada iki milyar insan günlük bir dolar sınırının altında yaşıyor. Bu böyle olmak zorunda değil. Çünkü bu o 200 aile dahil herkesin yaşamı için en büyük tehdit. Paylaşarak yaşayabiliriz. Bu dünyayı ve nimetlerini paylaşabilir ve daha iyi yaşayabiliriz. Hiçbir zaman iki seçeneğe mahkum değiliz. Arada bir sürü başka seçenek var. Hatta kötü bir seçim yapmaya zorlanmak yerine, Melville'in Katip Bartelby'si gibi “Seçmemeyi tercih edebiliriz”.

Bu kitabınızı diğer iki kitabınız, “Karşılaşma” ve “Şimdinin Dar Odası” ile karşılaştırdığınızda nereye oturtuyorsunuz? Yazın serüveniniz içinde Jerusalem'in yeri nedir?

Jerusalem özel bir roman. En azından benim için öyle. Şimdinin Dar Odası ve Karşılaşma ile çok ortak özellik arz ettiğini düşünmüyorum. İlk iki roman zaten Türkiye'nin 20. yüzyılını “küçük” ve “sıradan” insanların gözünden anlatan bir seriydi. Jerusalem şahsına münhasır bir kitap ve zannederim benim bundan sonra yazacaklarımın içinde de hep özel ve farklı bir yeri olacak. Jerusalem'i onlardan önce tasarlamaya başlamış ancak zamanının gelmediğini hissederek geriye bırakmıştım. Şimdi benden dışarı çıkabildiği için çok mutluyum.

Üzerinde çalıştığınız yeni bir proje var mı?

Evet var. Farklı ve şaşırtıcı bir roman üzerinde çalışıyorum. Epey de ilerledim aslında. Ben krizler halinde yazıyorum. Dağınık ve düzensizim. Bu halimden de çok mutluyum. Bir roman bitmeden bir diğerine geçiyorum. Sonra onları demlenmeye, ikinci bir yaratıcı krizin gelmesini bekliyor, gelince de durmadan yazarak onu bitiriyorum. Bunun dışında yazmaya başladığım bir hikaye kitabım var, Varlık Vergisi ile ilgili. Bir şiir kitabım var sonra tasarladığım. Bunun dışında master tezimi de geliştirip kitap haline getireceğim. Master tezim Osmanlı Ermeni Edebiyatı'nda yeni burjuvazinin doğuşu, sınıf çatışmaları ve modernleşme başlığını taşıyordu.


Jerusalem

Markar Esayan

Timaş Yayınları

94 Sayfa

288 sayfa

13 yıl önce