|

Hiçlige çağrı

“ Kimiz biz? Ne için buradayız? Buraya nereden geldik? Olduğumuz hal ile olmamız gereken hal arasında mesafe ne diye bu kadar açıldı, açılıyor? Daha da önemlisi, nasıl bir hal üzere olmamız gerekir? “Dücane Cündioğlu, Hz. İnsan'da insan halleri üzerine helak edici soruların yanıtlarını arıyor

Adnan Karakaş
00:00 - 13/01/2010 Çarşamba
Güncelleme: 23:02 - 12/01/2010 Salı
Yeni Şafak
Hiçlige çağrı
Hiçlige çağrı

“Aydınlanmak ve aydınlatmak için mağarana dön” çağrısına kulak verip, hakikatin izini süren bir adam. Nuh'un gemisine almadığı. Tek başına. Hakikate talip. 'Tehlikeli' sorular sorarak cevap arayan, bulduğu cevaplardan “helak edici” sorular çıkaran… Tenzih değil de teşbih dediği; dolaylı yolla değil de doğrudan hakikati istediği-işareti nedeniyle geminin dışında kalan. Sahilsiz. Hallac-ı Mansur gibi. Ve artık kuyuya taş atan. “Hz. İnsan”nin müellifi. Hz. İnsan, bir had/dini bil/dir/me çağrısı. İnsan olabilmek için -acizliği idrak etmeye- hiçliğe çağrı. Kimiz biz? Ne için buradayız? Buraya nereden geldik? Burada ne hal üzereyiz? Olduğumuz hal ile olmamız gereken hal arasında mesafe ne diye bu kadar açıldı, açılıyor? Daha da önemlisi, nasıl bir hal üzere olmamız gerekir? Elimizde insanın hallerine dair yüz yirmi dört sayfalık bir hazine var. Sayfalara yüklü metin, satırlar, kelimeler arasındaki ahenk hayretimizi artırıyor. Kelime, diğer bir kelimeyle ahenk içinde. Üstelik ahenk sadece şekille sınırlı değil, mana düzlemini de içeriyor. Yine de bizi hayrete düşüren nedene ulaşmış değiliz. Çünkü dilin mükemmel kullanımı tek başına hayrete düşürme kudretine sahip olamaz, olmamalı. Dil, son kertede teknik bir sistem çünkü. Teknik sistem, kavramak ve kavratmak bir yana tabiatı gereği hayreti bozar. Burada başka bir açıklama olmalı. Nasıl oluyor da kelimeler okuyucunun kalbine temas ediyor, kalbin artık fark edilemeyen atışlarını fark ettiriyor? Anlatıcı tecrübelerinden hareketle konuşuyor çünkü. Yaşadıklarından hareketle. Tecrübe etmediği konulara dokunmuyor. Peki, taliplere ne diyor, nereye çağırıyor onları? İnsan olmaya çağırıyor. İnsan olarak doğarız ama insan kalıp kalmamak tamamıyla sana kalmış, diyor. “Hiçbir varlık kendi mertebesinden dışarı çıkamaz ama insan insanlığından çıkabilir”. “Aptalların cennetinde mutlu olmayı beceremediğim için mi kınanacağım? Benden uzak olsun böylesi bir mutluluk” Bu kadar kesin, keskin konuşmasının nedeni için söyleyebildiği şey şu: İnsan olmayı başaramamaktan korkmak… Yani bütün çabalarına karşılık talep ettiği bir şey var, “insan olmak”. Başka bir şey değil. Böylesine bir hakikat taliplisinin 'mesele'si insanı hayrete düşürmez mi?

TEŞBİH VE TENZİH

İnsan. Âdem ve Havva'dan olma-gelme. İkinci atası, Nuh. Teşbih ile tenzih ehlinden birini alacaktı gemiye. Tercihi tenzih ehli oldu. Teşbih ehline de helak olmak düştü böylece. Bu yüzden sular yükselmeden önce her türden bir çifti aldığı gemiye kadınını ve oğlunu ikna edemediği için tek başına binmek zorunda kalmıştı, Nuh. Gelgelim böyle bir meseleyle kafayı bozmanın âlemi ne? “Ben kulumun zannı üzereyim.” Kutsi bir hadis bu. Yani kul, bulunduğu düzleme göre hakkı bilir, idrak eder. Zandan kastedilen şey tasarı/m değil. Şimdi duralım ve asıl soruyu burada soralım: Bulunduğumuz makam bize ne diyor? Her şey O mudur, yoksa her şey O'ndan mıdır? Gerçekten böyle bir soruyu sorabilecek durumda mıyız? Değilsek niye değiliz? Bu dünyayı fazlasıyla ciddiye alan, kendisine ve çevresine fazlasıyla önem atfeden ve fazlalıklardan arınmak yerine 'çoğu' isteyen, daha çok talep eden varlıklar olarak böylesi bir tercihin eşiğine varacak yolu bulmak için bile fazlasıyla ham sayılırız, fazlasıyla çiğ. O halde ne yapmalı? İdrak düzleminde, yani idrak olması hasebiyle hakka karşılık gelen idrak merdivenlerini çıkmak için çaba harcamalı. İdrak makamında basamak atlamak içinse öneri şu: Arınalım. Hem öyle bir arınalım ki, arınmamız; “Size deli denmedikçe imanınız sahih olmaz” hadisine muhatap kılacak kadar özümüzü gür kılsın bizim. Arınmak, mal ve mülkten. Mülkiyet hırsından. Mülkiyet duygusuna dâhil olan her şeyden. Öneri için “Akıl karı değil?” mi diyoruz? Burada duralım, burada kalalım. Çağrı, talip olan kimseyedir. “Talip, yalnız hakikatin talibidir.” Ve ancak isteyen talip olabilir. İsteyen ve haddini bilen, haddini, hududunu.

Kabul etmek gerekir ki, “kalbin kalbe secdesi”nden söz edebilecek durumda değiliz. Tevazudan bahsedecek durumda da değiliz. Hal böyleyken bu konulara girmek had aşmak olur; hududu çiğnemek. Birincisinin; kalbin kalbe secdesi durumunun, çoğumuz için fanteziden öte bir anlam taşımayacağına kuşku yok. İkincisinin; tevazu halinin, çoğumuzda bir karşılığı varsa bile -kuşkusuz- riyakârlık boyutuyla vardır. İtiraz, itiraz edenin varoluşunda taşıdığı fakirliği düşünülebilir-katlanılabilir-yaşanılabilir bulup bulmadığına bakmasıyla ilişkilidir. Yoksulluk ve yoksunluğa göre durumunu gözden geçirmek İnsan olma çabası için bir gerekliliktir zaten, bir zorunluluktur. “Hakikatini feda etmedikçe ey talip, bil ki asla hakikatin eşiğine yüz süremez; tutsağı haline gelmedikçe kendi hakikatinden sıyrılamazsın.”

NUH'UN GEMİSİNE ALINMAK

Eğer haddi aşmamış ve hududu çiğnememiş olarak buraya kadar geldiysek gerekli bedeli göze almadan-ödemeden daha öteye adım atamayacağımızı, buna soluğumuzun yetmeyeceğini de idrak etmiş olmalıyız. Hiçlik de soluğumuzun yetmeyeceği bir mesele olduğuna göre susmalıyız. Sükûta sığınarak kendimize dönmeliyiz. Öyle ya insan her şeyle uğraşır da, dikkatini bir kendine yöneltmez. Kendimizle konuşabilmek için sözden düşmeliyiz. Dairemizi tamamlamak, nasibimize düşeni almak için.

“Hz İnsan”da işe kelimelerden başlamak. Kelimeleri soyarak, köklerine kadar inerek özünü yakaladıktan sonra. Farklı dillerdeki karşılığını bulup çıkararak ve onu sözkonusu meseleyle harmanlayarak. Ele alınan her mesele böyle ele alınıyor. Tepede durup ovada yaşayanlara çevreyi tasvir edip anlatmak. Kargaşasını, kavgasını, sevinç ve mutluluğunu gördüğü o ovadan uzak durarak, tepeden ova sakinlerine seslenmek. Varsa eğer, talip olanlara. Bulunduğu tepeden daha yüksek tepelerin, dağların olduğu-olabileceği bilinciyle. İnsan; kelime, terim ve kavram arasındaki fark; şair ile derviş arasındaki yakınlık; tevazu ile itiraf arasındaki ilişki; hikmet ve cinsellik ile cinselliğin gerçekte nerede tabu olduğu, tarihinin hiçbir evresinde tabulaştırmadığı cinselliğin bugün bir tabu olarak karşımıza çıkmasının neye tekabül ettiği denemelerde işlenen belli bazı konular. Denemelerin satırları arasında kaybolmuşken zaman zaman menkıbeler, zaman zaman mitoloji size yol gösterir. Yönlendirildiğin yolun Kitap'a uygun olduğundan şüphen olmasın. İbn-i Arabi, Mevlana, Yunus Emre, İsmail Hakkı hazretleri, Hacı Bektaşi Veli, Nefi… Eflatun, Shakespeare, Nietzsche… anlatıcının rehberliğinde yolda ilerlerken karşılaşacağın bazı isimler. “Nuh gemisine almadı beni; tektim çünkü. Elendim ve elenişin sırlarını sulara gömdüm. Sahilsizdim.” diyen Dücane Cündioğlu'nun 29 denemeden oluşan Hz. İnsan adlı eseri Kapı Yayınlarından çıktı.



14 yıl önce