|

Hüseyin Rahmi'nin bisiklet hobisi, Fikret'in sol fobisi

Hikmet Feridun Es'in 1929 yılında, dönemin meşhur edebiyatçılarıyla yaptığı ve Akşam Gazetesi'nde yayınlanan anket-söyleşileri tekrar yayınlandı

Turan Karataş
00:00 - 8/06/2011 Çarşamba
Güncelleme: 22:40 - 7/06/2011 Salı
Yeni Şafak
Hüseyin Rahmi'nin bisiklet hobisi, Fikret'in sol f
Hüseyin Rahmi'nin bisiklet hobisi, Fikret'in sol f

Akademik çalışmalara başladığım yıllarda (80'lerin sonu) bazı kitaplara ulaşmak zor mu, zordu. Kırk elli yıl önce çıkan ve bir daha baskısı yapılamayan kitapları görmek için önümüzde üç yol vardı: En kolayı, bizi büyük sıkıntılardan kurtaranı, hocalarımızın birinin kitaplığında aradığımız kitabı bulmaktı. Hocalarımızın (Orhan Okay, Haluk İpekten, Saim Sakaoğlu, Turgut Karabey vd.) kitaplıkları da, hani hatırı sayılır zenginlikteydi. Diğer yol dahi meşakkatli sayılmazdı: Bulunduğumuz şehirdeki (Erzurum) üniversite ve halk kütüphanesinde söz konusu kitaba ulaşmak. Bu iki yolla kitabı elde edemediysek mecburen Ankara'ya (Milli Kütüphane'ye) ya da İstanbul'a yol düşürüp kitabı görmemiz, yararlanacağımız kısımlarını eğer müsaitse fotokopi yaptırmamız, değilse not etmemiz gerekiyordu. Şükür ki, bugün ki kadar olmasa da, fotokopi denen bir imkân vardı ve işlerimizi epeyce kolaylaştırıyordu.

Çok değil, çeyrek asırda Türkiye çok değişti, kalkındı, ilerledi. Her alanda. Tahmin edemeyeceğimiz gelişmeler oldu, oluyor. Teknoloji sayesinde Anadolu'nun neresinde olursanız olun, istediğiniz ürüne iki, bilemediniz üç gün içinde kavuşabiliyorsunuz. Artık uzun, yorucu yolculuklar yapıp büyük şehirlere gitmeniz gerekmiyor. İnternet, fotokopi, taramak, çıktı, kargo yoluyla belli kütüphanelerde bulunan kitaplara, dergilerdeki makalelere kolayca ulaşmak mümkün. Bu bakımdan, Anadolu'daki üniversitelerde çalışan araştırmacıların önündeki zorlukların hemen çoğu kalktı.

Sözü getireceğimiz asıl husus şu idi; kitap yayıncılığında da büyük ilerlemeler kaydedildi. Teknik olarak, kitap basmak artık çok kolay; girdiler azaldı, bilgisayar birçok zorluğu ortadan kaldırdı çünkü. Müellifin bilgisayarında yazılan ve düzeltmesi yapılan kitap metni, birkaç dakika içinde yayıncının önüne gelebiliyor. Geriye kalan, sayfa düzeni ve kapak tasarımı. Eskiden olduğu gibi, bir kitabın basımı öyle aylar, yıllar almıyor. İstenirse bir haftada hatta daha az bir sürede kitap basılabiliyor.

Baskı tekniğindeki bu ilerlemeler sayesinde, geçmişin ulaşılmayan, hatta unutulmuş kitapları ya da gazete sayfalarında tefrika halinde kalmış kitaplaşmayı bekleyen eserleri, şık baskılarla adeta ikinci bir ömre kavuşuyor, taze bir baharı yaşıyorlar. Önümde duran iki kitap, bu talihe kavuşanlardan.

Bugün De Diyorlar Ki

Ruşen Eşref (1892-1959), meşhur Diyorlar ki'si ile edebiyatımızda yeni bir türün kapısını açmıştı. 1918 yılında yaptığı “Edebi Ziyaretler ve Mülakatlar” başlıklı dizi söyleşilerini Diyorlar ki adıyla kitaplaştırdı ve bir geleneğin öncüsü oldu. Döneminin meşhur edebiyatçılarıyla o günkü edebiyat meselelerine ilişkin önemli söyleşiler yaptı; bununla da kalmadı bu müstesna insanların evlerine konuk oldu, onları pek alışık olmadığımız insani/ doğal hâlleriyle de okurun huzuruna çıkardı.

Hikmet Feridun (Es; 1909-1992), bu çığırda yürüyen, yaşadığı devrin edebiyat evrenini iyi tanıyan bir gazeteci-yazar. Sanatın, edebiyatın sorunlarını, gazetenin gündeminde tutmaya çalışan, bunların da diğer toplumsal sorunlar gibi gazetelerde yer almasında, tartışılmasında pay sahibi olan biridir. (Şurasını da söyleyeyim, 1940'larda bazı kesimlerde Hikmet Feridun itibarlı bir gazeteci olarak algılanmazmış. Yazdıklarını ciddiye almayanlar, onu bir “gırgır, şamata” yazarı olarak görenler az değilmiş. Hocam Prof. Dr. Orhan Okay (d. 1931), bir konuşmamızda, gençlik yıllarında, söz konusu yazar için “Hikmet Feridun Es, kes babam kes!” yollu şakalar yapıldığını söylemişti.)

Hikmet Feridun 17 Nisan-24 Haziran 1929 tarihleri arasında, Akşam gazetesinde bir dizi anket-söyleşi yayımlamıştır. Edebî kıymeti ve lezzeti yüksek olan bu söyleşiler, kitabın yayın tarihine (1932) kadar yapılan yenileri de eklenerek Bugün De Diyorlar Ki adıyla neşredilmiş. Hikmet Feridun bu türden söyleşilerini sonraki yıllarda da sürdürmüş (olmalı). Hüseyin Siret'le 1939'da yaptığı söyleşiden (“Hüseyin Sîret Diyor Ki”, Akşam, 2 Mart 1939) hareketle bunu söylemek mümkün. Öyle anlaşılıyor ki bilmediğimiz başkaları da var. Kitabı yeniden yayına hazırlayan Selçuk Karakılıç, keşke sadece 1932'de neşredilen nüshayı değil de, sonraki yıllarda, aynı söyleşilerin devamı olanları da bularak yeni baskıya alarak kitabı hazırlamış olsaydı, ne iyi olurdu. Çünkü edebiyat tarihimiz için farklı ve bir yönüyle önemli bir kaynak mevkiinde olan Hikmet Feridun'un anket-söyleşileri tümüyle elimizin altında bulunurdu.

Edebiyatımız ne halde

Anketler, daha çok, bir konu/ sorun etrafında yapılır. Hikmet Feridun, anketi için, “edebiyatımız ne hâlde?” sorusunu hareket noktası tayin etmiş, ama oradan halelendirerek sınırlarını genişletip tatlı söyleşilere dönüştürmüştür. Dedikodular, çekememezlikler, tuhaf tevazular, öngörüler, önyargılar, yer yer özgün tespitler, o günün edebiyat görünüşünden ve görüşlerinden şaşırtıcı kesitler bulabilirsiniz bu tatlı konuşmalarda. Dönemin şöhretlerinin bugün ne halde olduğunu fark etmek de hazin. İnsanın faniliği… Kimler yok ki, Hikmet Feridun'un karşısına geçip konuştuğu. (Evet, ya! Bugünkü gibi, genel ağ yoluyla, soran ve söyleyen birbirini görmeden ve tanımadan yapılmıyordu anketler, söyleşiler; bir mecburiyet hasıl olmadıkça yüz yüze, konuşulanların kalemle kâğıda kaydedilmesi suretiyle yapılıyordu, bu yüzden de samimi idi.) Kendisiyle söyleşilen elli dört kişiyi burada saymak olası değil, ama bazılarını anmak isterim: Abdülhak Hâmid, Ahmet Rasim, Cenab Şahabeddin, Faruk Nafiz, Halit Ziya, Hasan li, İbnülemin Mahmut Kemal, Mehmet Rauf, Mithat Cemal, Nâzım Hikmet, Necip Fazıl, Peyami Safa, Samipaşazade Sezai… Bu mühim ve seçkin edebiyatçıların, daha onlarca şair ve yazarın 1929'daki görüşlerini duymak şaşırtıcı, heyecan verici değil mi sizce? Kitabı hazırlayan Selçuk Karakılıç'ın dediklerine katılıyorum. “Harf inkılâbının kültürel erozyonunu iliklerine kadar yaşayan dönemin edebiyat ve sanat adamlarının görüş ve düşüncelerini toplu olarak ortaya koyan Bugün De Diyorlar Ki, aslında buhran döneminin kitabıdır. Mali ve kültürel krizin eşiğindeki sanatçılarımızın düşünceleri edebiyat tarihimiz için önemlidir. Osmanlı bakiyesi sanat adamlarının yaşadığı travmayı da anlatan elinizdeki kitap, üslûp ve Türkçe bakımından da mükemmeldir. Hepsinin Türkçesi bir yayla rüzgârı gibidir.” (s. 15)

Dönemin edebiyat ortamı yani hâlihazırdaki edebiyatçılar söyleşilerin merkezinde olduğu için, kişiler hakkında yekdiğerinin, yer yer mühim tespitlerine rastlıyoruz. Örnekse, Abdullah Cevdet'in öngörülerinin çoğunun bugün doğru çıktığını görmek bana şaşırtıcı geldi. Konuşturulanların bazı isimler hakkındaki kanaat birliği de bugün için önemli. Kimileri, söylediklerinin okunacağını bildiğinden herkesi gönülleyen bir tavır içinde, Mehmet Rauf gibi. Laf atmaların, görmemezlikten gelme, hafife almaların yanında kayırmalar, göz kırpmalar, dostça halleşmeler, takım tutmalar vb. her şey var. Şurası da var, bu söyleşilerde bugünün edebiyatçısının, araştırmacısının bulacağı malumat ve güzellikler de az değil. Hele o söyleşiye başlamadan önce ya da fırsat düştükçe, Hikmet Feridun'un, kısacık mekân ve hal betimlemeleri, tek sözcükle harika…

Tanımadığımız Meşhurlar

Hikmet Feridun Es'in gazete sayfalarında tozlanan, neredeyse unutulmuş, bugüne kadar varlığından haberdar olamadığımız bir dizi yazısı da kitap zarfında toplandı, kitapçı raflarına kondu. Tanımadığımız Meşhurlar'ı da (İstanbul: Ötüken Neşriyat, 2009, 587 s.) Selçuk Karakılıç yayına hazırlamış. Edebiyat ve kültür tarihi araştırmacıları için önemli bir kaynak eser hüviyetinde olan kitap için, Karakılıç şöyle diyor: “Hikmet Feridun Es'in Akşam gazetesinde 'Tanımadığımız Meşhurlar' başlığıyla, Aralık 1944 yılında yayımlamaya başladığı yazı dizisi, Şubat 1946 yılına kadar devam etmiştir. Yazıların ortak özelliği, yazarı tarafından birinci elden kaynaklara başvurularak yazılmış olmasıdır. Hikmet Feridun Es, gazete sütunlarına taşıdığı şahısların bir kısmını bizzat tanımakla beraber bir kısmını da aile çevresinden araştırıp soruşturarak yazmıştır. Ancak birinci elden kaynakların verdiği bilgi ve hükümlerin hissî olabileceği unutulmamalıdır.” (s. 17) Selçuk Karakılıç, kitabın baş tarafına koyduğu “Giriş Yerine” başlıklı yazısında, çok mühim bir hususa değiniyor; Hikmet Feridun'un, dönemin yanlış algısına uyarak II. Abdülhamid'e dair önyargılarını tashih ediyor; çünkü anlattığı simaların hemen çoğu o devrin insanları. Bu değerli izahların mutlaka okunması gerekir.

Solumdan yürüyemezsin

Kitapta anlatılanlar, aslında çoğunu kısmen, belki eserleriyle tanıdığımız meşhurların bilinmeyen yönleri, bir bakıma ev hâlleri. Hüseyin Rahmi, Şemseddin Sami, Muallim Naci, Tevfik Fikret, Recaizade Ekrem, Samipaşazade Sezai, Nigar Hanım, Kemalpaşazade Sait, Talat Paşa, Leyla Hanım, Ahmet Vefik Paşa ve döneminin meşhuru olmuş birçok insanın, özel hayatlarını, alışkanlıklarını, tutkularını, yiyip içmelerini, kazançlarını, sevdiklerini, nefret ettiklerini, zaaflarını ve daha nice özelliklerini Hikmet Feridun'un bezeksiz, ama tatlı anlatımından okudukça, hayretten hayrete düşüyoruz. Yazar, iyi bir gazeteci merakı ve titizliğiyle devirlerinin bu şöhretli simalarını, gölgesi bugüne düşen yetenekli insanlarını, hayatta olanları bizzat kendilerinden dinleyerek, diğerlerini ise oğullarının, kızlarının, torunlarının kapısını çalarak onlardan duyduklarıyla derledikleriyle anlatıyor/ tanıtıyor. Ne müthiş, trajik yaşanmışlıklar, öyküler var anlatılanlar arasında. Bunların yarısı bile gerçek olsa, yeter. Edebiyat sosyolojisi açısından tabir yerindeyse bir hazine Tanımadığımız Meşhurlar kitabı.

Fikret'in arkadaşlarını sol tarafından yürütmeyişi, Hüseyin Rahmi'nin bisiklet merakı, Şemseddin Sami'nin 20 bin ciltlik kütüphanesinin ölümünden sonra kaça satıldığı, Kemalpaşazade Sait'in yazı başına gazeteden kaç lira kazandığı ya da Şemseddin Sami'nin on altı yıllık emeğinin mahsulü olan Kamûsü'l-a'lâm'a karşılık kaç lira telif aldığı merakı mucip değil mi? Öyle ise, buyurun meşhurlar sofrasına…



13 yıl önce