|

İki mahzun şarkı iki yaralı kadın...

Şair Nigâr Hanım ve Şükûfe Nihal, bütün benzeri kadınlar gibi sadece kalplerine karşılık bir kalbin hasretiyle yaşamışlardır. Yani, aslında bu şair kadınların hikâyeleri hem çok girift hem de bir bu kadar basittir

Nuran Ürkmez
00:00 - 11/01/2012 Çarşamba
Güncelleme: 23:18 - 10/01/2012 Salı
Yeni Şafak
İki mahzun şarkı iki yaralı kadın…
İki mahzun şarkı iki yaralı kadın…

Şükûfe Nihal, "Bir zindana attılar/kapıyı kapattılar/kimseler sezemedi/zindanda bir ışık var/ışık büyük, kapı dar/ışığı çalamazlar…" dizeleriyle tanıyıp sevdiğim ilk kadın şairdir. Hafızamda bu şiirin kaydı, küçük sarı bir defter resmiyle mahfuzdur. Hâlâ… Bir liseli yıllar hatırası olarak… O defterde başka şairler, başka şiirler de var. Ama içlerinde en efsûnlu, en müessir olanı bu şiir ve Şükûfe Nihâl. Şimdi bana öyle geliyor ki bu şiirde kadın hassasiyetini tarif eden, besleyen, o yalnızlık tabiatı var.

Kadın erkekten daha yalnız

Kadın, görünenin aksine erkeğe göre daha yalnız tabiatlı bir varlık galiba. Yalnızlığı, sanki, tek başına değer yargısı üretmede istidatlı oluşundan gibi… Bir nesneye, bir insana bakarken, kendi aklı, kendi kalbiyle, hatta genellikle ikisini bir edip, kalp aklıyla bakıyor oluşundan, kanaat liderlerine erkek kadar ihtiyaç duymuyor oluşundan gibi… Herhalde bu sebepledir ki erkeğin mütekâmil olanının, yani bazen gerçek bir münevver, bazen gerçek bir âşık, bazen gerçek bir şair, bazen sadece gerçek bir dost olanının sahip olduğu sezgiye, genel geçer olmamakla birlikte, kadının cahili dahî az ya da çok sahiptir.

Sezgi yeteneği, aşk yeteneği gibi(ki biri varsa diğeri de oradadır), bedeli en çok kederle ödenen yetenek, malûm. Sezgi bilgi ile desteklenip büyüdükçe acı da büyüyor ve anlaşılmamak duygusu kaçınılmaz olarak zindan-ışık ilişkisini yaratıyor. Çünkü sezgi nefsî kelâma dahil, hatta çoklukla nefsî kelâmın ta kendisi. Lâfzî kelâm ondan çok az şey devşirebiliyor. Bunu en kolay yapabilense müzik... Ve tabii bir de şiir… "Ey kocaman salonun /ortasında yananlar, ortasında dönenler!.../ kalbiniz / kutuplar kadar soğuk!" diye sesleniyor meselâ Şükûfe Nihal. Ya da bazen sadece seslenmeyip çaresiz çığlıklar atıyor: "Çağırmışsın, feryâdın/ gelmedi bana kadar…/ şimdi ben çığlıktayım/ lâkin sen nerdesin yâr?...".

Şükûfe Nihal, pek çok büyük erkek şairin yanında şiiriyle belki sözü edilmeyecek kadar küçük, ama sezgisi ve acısıyla, samimiyeti büyük şairlerden. Tanpınar O'nun için "Şükûfe Nihal Hanım'ın şiirlerinde bilhassa sevdiğim taraf, kendilerine mahsus bir nevi tazelik sahibi olmalarıdır. Hiçbir zahmeti, hiçbir araştırmayı ifşa etmeden, içten gelen esrarlı bir ahenge uydurulmuş o mütecalî bir raks gibi, kelimeler ve kafiyelerin şehrayinini yapan bu manzumeler bana ekseriya, masallarda dinlediğimiz insan eli dokunmamış kumaşları hatırlatıyor. Öyle ki çok defa onlar için yazılmış demeye bile kıyamıyorum." diyor.

Kalbe karşılık bir kalp hasreti

Şükûfe Nihal Hanım'ın şiiri, zamanında, kendisinden otuzdört yıl önce dünyaya gözlerini gönlünü açmış, bir başka yaralı kadın şairin, Şair Nigâr Hanım'ın şiiriyle mukayese edilmiş ve Şükûfe Nihal'e Şair Nigâr Hanım'a erişebileceği, hatta O'nu aşabileceği hususunda ümitvâr cümlelerle destek olunmuştur. Oysa zannımca bu mevzû, böyle mukayeseye açık bir mevzû değildir. Bunun böyle olduğunu anlamak için, bu iki kadın şairin hayat hikâyelerine şöyle bir duyarak bakmak yeterlidir; İkisi de çok iyi eğitim görmüş, içlerinde ukdeleriyle, yani çözemedikleri düğümleriyle yaşamış, hissetmiş, ama yeteri kadar hissedilmemiş kadınlardır. Gerçi gayretleri, emekleri devirlerinin önemli mahfillerinde yankılanmış, değer bulmuştur. Meselâ, Şair Nigâr Hanım'a, Sultan Abdülhamid'in memnuniyeti "hazreti tacdarî, zaman-ı saltanatında bu gibi bir şairenin varlığından memnuniyet duyduğunu beyan eylemiştir" şeklinde nakledilip, bir süre sonra da kendisine "…Şefkat Nişan-ı Hümayûnu ihdâ buyrulmuştur". Ancak yine de her iki kadının hayatında sık sık gördüğü bu kabilden taltifler, bu teveccühler yaralara ilâç olmaktan uzak kalmıştır. Çünkü onlar, bütün benzeri kadınlar gibi sadece kalplerine karşılık bir kalbin hasretiyle yaşamışlardır. Yani, aslında bu şair kadınların hikâyeleri hem çok girift hem de bir bu kadar basittir.

Şair Nigâr Hanım ile Şükûfe Nihal Hanım'ın kederlerinin ya da şiirlerinin karşılaştırılamayacağının önemli bir kanıtı da hâlâ severek dinleyebildiğimiz iki şarkıdır: Biri güftesi Nigâr Hanım'a aid Tanburi Cemil Bey imzalı Şehnaz şarkı; "Feryâd ki feryâdıma imdad edecek yok/ Efsûs ki gamdan beni âzâd edecek yok…". Diğeri bir Cinuçen Tanrıkorur bestesi olan Uzzal şarkı. Güfte, Şükûfe Nihal: "Yakut mine zümrüt bana birdir kayalarla/ Bir gül dikeninden kanayan el neme yetmez…". Bu şarkılar, mütekâmil iki erkek bestekârın elinde, bu iki kadın şairin duyuşuna, hissine halel getirmeyecek güzellikte şekillenmiş, Şair Nigâr Hanım'ı da, Şükûfe Nihal'i de bugün ruh alemleriyle aramızda vâretmiş ve vâredecek şarkılardır. Zira, nefsî kelâmın kısmen de olsa lâfzî kelâmla karşılanabileceği şiir ve müzik gibi iki büyük sanatın biraradalığıyla bize bu iki kadın şairin kederlerini, yalnızlıklarını onlar ulaştırıyorlar. Ve bir de şüphesiz Şair Nigâr Hanım kitabıyla Nazan Bekiroğlu ve Şükûfe Nihal kitabıyla Hülya Argunşah, değerli gayretleriyle bu şair hanımları bihakkın tanımamızı sağlıyorlar.



12 yıl önce