|

İnce işçilikli derin yapı

Turan Karataş
00:00 - 4/04/2008 Cuma
Güncelleme: 21:43 - 4/04/2008 Cuma
Yeni Şafak
İnce işçilikli derin yapı
İnce işçilikli derin yapı

"Gözümün yaşı gibi düştü gözümden dünya"; Şem'î'nin bu muhteşem dizesi ile açılıyor Can Bahadır Yüce'nin üçüncü şiir kitabı Unuttum Dünya. Kitapta, şairin 2004-2007 yılları arasında yazdığı 29 şiir yer alıyor. Bunlardan 28'i (en sondaki hariç) dörderli olarak yedi başlık altında kümelenmiş. Unuttum Dünya'da üç tema dikkatimizi çekiyor: Çocuk, ölüm, aşk. En çok da birincisi. Kanaatimce, bu temalar kitaba konan ana başlıklarda ve o başlıklar altında yer alan kümelenmiş şiirlerde dahi belli olmaktadır: Dört Çocuk, Dört Ev, Dört Yalnızlık, Dört Veda, Dört Kalb... Bu sıraladığım kısımlardan ilk ikisinde çocuk, çocukluk, sıla çerçevesinde söylenmiş şiirler; sonraki iki kısımda ölüm (gitmek) dolayımında şiirler; sonuncusunda ise aşka dair olan şiirler kümelenmiş durumdadır. Bu belirlemeyi keskinleştirmek elbette şiirin tabiatına uymaz. Geçişler, belirsizlikler hep olacaktır. Kitaplarda ve Minörler kısmında yer alan şiirlerde ise bu üç tema birbirine geçişlerle işlenmektedir. Ölümden aşka, aşktan anılara (çocukluğa) gidiş gelişler.

Çocuk(luk) için birkaç dize aldım, bir fikir versin diye:

bütün çocuklara gülden bir karne//

kalbimi o çocuğa bıraktım

("Çardak ve Rüya")


yüzünün çocukluğu hiç bitmesin

istedim ("F Majör")


kanatlandıkça çocuk dünyaya doğru

hazırlanır bir kuşun ölümü

("Yaşam Başka Yerde")


dünyaya çocuk gözleri gerek

("Günlerimiz")


geride yaz gibi kalsın çocuklar

("Yaz Dökümü")

Bu temaların söylenişinde şairin hayatla bir didişmesi, yok yok hesaplaşması hissedilmektedir hep. Bu, yanılmıyorsam, hüzünlü bir ses, muğber bir söyleyiş bahşediyor şiire. Bu incinmişlik, güceniklik duyuluyor şiirlerden. Söz gelimi şu dizeler: dünya bende neyin var/ acı daha az yaş/ görünür yaralarım, yaklaş/ sanki o yaz -- sonsuz sokaklar/ / nerede bitiyor rüya?/ / suların, çocukların... elinden tuttum/ ne varsa silinmiş sepya/ kalanlar -- çoktan unuttum/ uçur kuşlarını dünya ("Dünya, Dünya")

Yazının hemen başında alıntıladığım şahane dize, zaten söylemeye çalıştığım küskünlüğü, gönül indirmeyi duyurmak için kitaba epigrafi yapılmış olmalı. Yine şairce kitaba alınlık yapılan William Wordsworth'un "ne kadar da çok bizimle dünya" anlamına gelen dizesi (The world is too much with us), bir bakıma bu iğbirara ironik bir işaret değil mi? Şu dizeler de öyle: hayat -gölgemize bile uzak düşer ("Mahşer"), korusam, dünya ister ruhumu ("Zaman"), insansızlığın büyüttüğü yangından ("Ölüm Türleri").

Kitaba yerleştirilmesi de dahil, şiirlerde evvela göze çarpan bir şekil (kalıp) disiplinidir. Can Bahadır, şiirin evvela dış yapısıyla fark edilir olmasını önemsiyor denebilir. Kafiyeden vazgeçemeyişini ya da bu geleneksel ses unsurundan farklı şekillerde yararlanmasını da bu biçim titizliğinin bir süreği sayabiliriz. Benim anladığım kadarıyla, şairimiz gelenekten uzakta durmak istemiyor. Başka bir deyişle, şiir deyince akla gelen neyse, ürünlerinin ilk önce o şekilde görünmesini, duyulmasını istiyor. Yani "incecik bir elif gibi, Cem gibi/ bulutların cama çizdiği keder" dizelerinden bir nebze anlayacağımız gibi, mısralara kafiyelere bürünmek şiir diye görünmek. Veya "BTL" şiirinde olduğu gibi:

eteklerimde eski toz, eski rüzgar

nefesime karıştı dünyanın teni

temiz kalmak isterdim

yazdıklarım!.. bağışlayın beni

Kitabın sonundaki bir sayfayı dolduran eser (kitap) adları, şairin beslendiği kaynaklar listesidir. Şiir metinlerinde de, bu eserlere ya da onların sahibi olan sanatkârlara bazı telmihler, ithaflarla işaretler vardır. Ama doğrusu bu bir sayfalık liste, bana sorarsanız cesurca bir davranıştır. Şair, sakınımsız bir biçimde bütün kaynaklarını gösteriyor; aradaki ilgiyi, yakınlığı ve dolayısıyla farklılığı, özgünlüğü siz buluverin der gibi.

Can Bahadır'ın şiiri, geniş bir kültürün şiiri. Bu şiirde Doğu ve Batı uygarlıklarının yansımasını görüyoruz. "varlık Cemîl oluyordu" minicik şiiri/ dizesi dahi bu şiirin kadim köklerden uç verdiğini hatırlatıyor. Şiirlerdeki hemen her kelime, verili kültürden titizlikle süzülmüş, özümsenmiş ve yerine konmuştur. Şair, "sözcüklerin içinden yol aç[ar] kendine".

Can Bahadır'ın şiiri, nice emeklerin şiiridir. "Bir Bin Yıl"ın altındaki tarihler (1999-20005) söz gelimi, şiirin altı yılda tamamlanmış olabileceğini hatırlatıyor. Anlaşılan o ki, karşı karşıya olduğumuz şiirde çok hesap yapılmıştır. Şairin söyleyişte son derece tasarruflu davrandığı görülür. Bunca kaygu, titizlik, sözcük tasarrufu, Yahya Kemal'i düşündürür bir yönüyle. Can Bahadır'ın zihin gerisinde de bu büyük şair var sanki.

Can Bahadır'ın şiirinde yadırganacak olan, belki tadına varılamayan, çabucak haz alınamayan şey, ince işçilikten doğan derin yapı olmalıdır. İşlenerek ışıltısına kavuşturulan her sözcük, hesaplı kitaplı bir mimari yapının içine konuyor. Bu şiir rastlantısallığa kapalıdır. Söylenecek her şey, sanki önceden tasarlanmıştır. Eksiksiz ve fazlasız. Belki şiirin aleyhine olan, her şiirde aynı simetrinin tekrarıdır.

Böylesine yüklü bir şiir, doğal olarak, donanımlı da bir okur istiyor. Kolaycılığa alışmış bir okura tad vermez bu şiirler. Felsefî derinlikleri, düşünce uçlarını ve oralardan sızan ışıkları fark etmeden bu şiiri beğenebilmek, sevebilmek kolay değil. "Her kuşak kendi okurunu yaratır" demişti Cemal Süreya. Şimdi, Can Bahadır, kendi kuşağı olan 2000 kuşağından farklı bir şiir yazıyor. Bu durumda, yaratılmaya çalışılan bugünkü şiir okurunun bu şiiri sevmesi uzun bir zaman alacağa benzer. Bir de, Can Bahadır'ın şiiri için yapılacak belirlemeler, benimkiler gibi, bir tarafıyla eksik ya da fazla olacaktır.

16 yıl önce