|

İslam'ın direniş ahlâkı ve terör

Küresel terör, savaşın yeni tarzı ve iki ordunun karşı karşıya geldiği mevzii savaşlardan çok farklı işliyor. 11 Eylül'de ikiz kulelerin havaya uçurulmasından itibaren yeni bir dönem başladı.

Nazife Şişman
00:00 - 4/07/2007 Çarşamba
Güncelleme: 14:25 - 15/08/2007 Çarşamba
Yeni Şafak
İslam'ın direniş ahlâkı ve terör
İslam'ın direniş ahlâkı ve terör

Her yüz yılın bir savaş teknolojisi vardır. Teknoloji savaşın tarzını da belirler. Mesela kale duvarlarını yıkacak topların icadından önce şehirlerin fethi çok zordu. Fatih'in müjdelenen kumandan olma arzusu, topların yardımıyla gerçekleşti. Kullanılan savaş aletleri, savaşın tarzını etkilemekle kalmaz, aynı zamanda ahlakını da beraberinde getirir. Karacaoğlan'a "delikli demir çıktı, mertlik bozuldu" dedirten farklı bir ahlak da gelmiştir, ateşli silahlarla birlikte. Mertliğin bozuluşunun en vahşi örneğini, Sırp nişancıların uzak menzilli silahlarla Bosnalı sivilleri adeta avlayışı esnasında gördük ve 'sniper' diye bir kelime kazındı hafızalarımıza.

Atom bombası, sadece insanı değil, doğayla birlikte insanlığın geleceğini de hedef tahtasına koydu. Gerçi ilk savaş fotoğrafları, 1856 Kırım savaşında çekilmiş ve "başkalarının acısı" bir seyirlik malzeme olarak kullanılmıştı, ama Amerika'nın Çöl Harekatı esnasında Bağdat'ın bombalanışının canlı yayından tüm dünyada izlenmesi, iletişim araçlarını da savaş teknolojisine dahil etti. Savaşın haberi de, bir savaş aracıydı artık.

İkinci dünya savaşından sonra, konvansiyonel savaşın maliyetini üstlenmek istemeyen devletler, bir savaş aracı daha keşfetti: terör. Bir devletin başka bir devletle ilgili emellerini gerçekleştirmesi için orduların karşılaşmasına gerek yoktu artık. Hedef ülkenin kendi içindeki bir takım grupları silahlandırmak, belirli zamanlarda onları devreye sokmak yeterliydi. PKK örneğiyle, hem Türkiye üzerindeki hesaplar, hem Avrupa ülkelerinin ve Amerika'nın kendi aralarındaki hesaplaşmalar için terörün nasıl kullanıldığını acı bir şekilde tecrübe ettik.

Küresel terör, savaşın yeni tarzı ve iki ordunun karşı karşıya geldiği mevzii savaşlardan çok farklı işliyor. 11 Eylül'de ikiz kulelerin havaya uçurulmasından itibaren yeni bir dönem başladı. Savaş ve terör, teröre karşı savaş, İslam ve terör gibi pek çok terim daha sık telaffuz ediliyor ve terör üzerinden yeni bir savaş stratejisi uygulanıyor. Terör bir savaş aracı olduğu gibi, teröre karşı savaş bahanesi de bir savaş aracı. Böyle bir atmosferde, kim terörist, kim teröre karşı, gruplar mı terörist, devletler mi soruları zihinleri meşgul ediyor. Bir taraftan İslam ile terörü özdeşleştirerek stratejik hedeflerini gerçekleştirmeye çalışan bir siyasi hegemonya var. Diğer taraftan mesela Filistinlilerin, İsrail devlet terörüne karşı meşru direnişi esnasında, sivillerin de öldürülmesinin kaçınılmaz olduğu şeklinde yaygınlaşan bir anlayış var. Yani intihar bombacılarını, istişhat eylemi olarak adlandıran ve bir savaş aracı olarak hem intiharı, hem de sivillerin öldürülmesini meşru kabul eden bir direniş ahlakı gelişiyor İslam dünyasında.

Bir tarafta İslam'ın klasik kaynaklarında yer alan kıtal, cihad, darul İslam/darul harb gibi kavramlardan yola çıkan ve kılıcından kan damlayan vahşi Müslüman tipini her daim gündemde tutarak, Müslümanlar üzerindeki hesaplarını meşrulaştırmaya çalışanlar var. Diğer taraftan, oryantalist bakışın "şehvetle birlikte doğuyu tanımlayan en önemli unsur şiddettir" görüşünü içselleştiren Müslümanlar var. Bazıları, İslam'ın cihad ve fetih anlayışını gerçekten de bugünkü insan hakları (!) anlayışı açısından problemli görünecek denli "eli kanlı" kabul ettiklerinden batı karşısında bir eziklik hissi içinde. Bazılarıysa tam tersine, içinde yaşadıkları gerilim ortamının sonucu, özellikle Filistin İsrail çatışmasında kendisini gösterdiği üzere, şiddete meyyal, sivillere yönelik öldürme eylemlerini İslam üzerinden meşrulaştırmaya çalışıyorlar.

İşte zihinlerimizi meşgul eden bu karmaşada Ahmet Özel'in İslam ve Terör: Fıkhi bir Yaklaşım adlı kitabı, sadra şifa gibi sorularımızı cevaplandırıyor. Ahmet Özel, sağduyulu bir yaklaşımla hem uluslararası ilişkiler açısından terörün nasıl bir strateji olduğunun altını çiziyor, hem de klasik kaynaklardan yola çıkarak terörü meşrulaştırmanın mümkün olmadığının.

Özel'e göre, "Ortadoğu'daki terör olaylarını ekonomik ve siyasi faktörlerin oluşturduğu bir bağlama atıfta bulunmadan, dinin belli bir yorumuyla ilişkilendirerek izaha çalışmak; terörün belli bir zamanın ve mekanın ürünü olduğu şeklindeki bağlamsal analizler yerine belli bir İslam yorumunu merkeze almak; şiddete meyyal dini yorumlar belli şartların ürünüyken, bu şartların şiddete yönelten dini yorumlar sebebiyle ortaya çıktığını ileri sürmek yanlıştır." (120)

Yani İslam'la ilişkilendirilen terör, İslam tarihinin doğal gelişiminin ve dini eğilimlerin zorunlu bir sonucu değildir. Hatta Özel'e göre, terörün bizim klasik İslam hukuku kaynaklarımızda bir tarifi yoktur. Çünkü yeni bir suçtur, bu nedenle de yeni bir tarif yapılması gerekmektedir. Cezası da yine yeni kurallar çerçevesinde belirlenmelidir.

Uluslararası strateji açısından terörün işlevinin ve İslamla terör arasında kurulan bağın siyasiliğinin altını çizdikten sonra, fıkhi bir yaklaşımla, İslam'ın savaş ahlakını ele alıyor yazar. Bugün bir tarafta vicdani redçilerin bir tarafta sivilleri topluca katledenlerin varolduğu bir ortamda, savaş ahlakından bahsedilmesi ve kurallarının ortaya konulması elzem. Özel, İslam'ın savaş ahlakıyla ilgili temel prensipleri sıralıyor: karşısındakine zarar vererek kendisine verilen zarar ortadan kaldırılamaz; kendine yapılana mukabil bir karşılık verilmelidir, daha fazlası değil; kafirlerle sırf kafir oldukları için savaşılmaz; onların müslümanlara yönelik saldırıları ve düşmanlıkları sebebiyle savaş meşru olur.

Kılıcından kan damlayan fetihçi ve savaşçı Müslüman imajını besleyen oryantalist söylemi de İslam kaynaklarını seçmeci bir şekilde ele aldıkları için eleştirir. "Düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyin. Eğer karşılaşırsanız, bu sefer sebat edin. Bilin ki cennet kılıçların gölgesi altındadır." hadisinin sadece son cümlesinin altı çizilerek, savaşçı bir müslüman tipi çizilmeye çalışılmıştır. Oysa "İslam'a göre uluslararası ilişkilerde normal durum barıştır; savaş ancak başkalarının tecavüz ve saldırısını önlemek amacıyla meşru kılınmıştır. (112)

Bugün bizi zorlayan husus, Müslümanların yaşadıkları bölgelerde ekonomik, siyasi ve askeri hesaplaşmalar nedeniyle terörün bir vaka haline gelmesi, diğer taraftan da batı tarafından hep terör üzerinden sigaya çekilmemiz. Özellikle Filistin meselesinde ortaya çıktığı üzere, başka tür direnmenin mümkün olmadığı bir savaş durumu var. Bütün halkı silahlı devletin terör uyguladığı bir durumda, Filistinlilerin direnişlerinde İslam'ın asla onaylamadığı bir takım stratejiler uyguladıklarına şahit oluyoruz. Fakat Ahmet Özel, her şeye rağmen direniş ahlakını, İslam çerçevesinin dışına çakarmamak gerektiğinin altını çiziyor.

BİZİM ONLARDAN FARKIMIZ VAR, BİZ MÜSLÜMANIZ

Sivillerin öldürülmesi, ahlak haline getirilemez. Çünkü "Nerede yaşıyorlarsa yaşasınlar, Müslümanların, kendi ülkelerinde bütün toplumu, dünyada da bütün insanlığı kapsayan fikri ve ahlaki bir söylem ve strateji geliştirmeden başarılı olamayacaklarını bilmeleri gerekir." (116)

Böyle bir ahlaki duruşun mümkün olduğunu, çok acı bir tecrübe içinde bile Müslümanların Müslüman olarak kalmaya dikkat etmelerinin en önemli husus olduğunu ortaya koyan çağdaş örnekler var. Bilindiği gibi Bosna savaşı esnasında bütün camiler delik deşik olmuştu. Mukaddeslerine saldırılmış olmasının kızgınlığıyla Bosnalılar, bilge kralları Aliya İzzetbegoviç'ten biz de onların kiliselerine ateş açalım diye izin isterler. Bilge kralın cevabı, Ahmet Özel'in kitabında ayrıntısıyla ele aldığı İslam'ın savaş ahlakının özeti gibidir: "Bizim onlardan bir farkımız var. Onlar gibi yapamayız. Biz Müslümanız."

17 yıl önce