|

Kabahat modern dünyada değil, bizde

Düş Kesiği adlı romanı ile 2010 Oğuz Atay Roman Ödülü'ne layık görülen Güray Süngü, “Yaptığımız güzel şeyleri yalnızca kendimize mal edemeyiz. Bir yazarın eserinden dolayı aldığı en büyük ödül, o eserin kendisidir” diyor

Hale Kaplan Öz
00:00 - 8/12/2010 Çarşamba
Güncelleme: 21:21 - 6/12/2010 Pazartesi
Yeni Şafak
Kabahat modern dünyada değil, bizde
Kabahat modern dünyada değil, bizde

Deli Gömleği, Güray Süngü'nün ilk öykü kitabı. Hece Yayınları arasından çıkan bu kitap, üç romanın ardından geldi. Yazarın 2006 yılında Pencereden, 2007 yılında Dördüncü Tekil Şahıs isimli romanları okurla buluşmuştu. Yazar, yıl içinde yayınlanan Düş Kesiği isimli romanıyla da Oğuz Atay Roman Ödülü'ne layık görüldü. Güray Süngü ile çiçeği burnunda hikaye kitabını ve ödüllü romanını konuştuk.

Deli Gömleği üç romanın ardından geldi. Hikayelerinizde de romana daha yakın durduğunuz anlaşılıyor. Epizotlarınız çok zengin. Her öykü sanki roman yazmak için tasarlanmış bir kurgu izlenimi veriyor.

Bir yaraya ecza niyetine kalem tutuyorsam eğer, nasıl anlatacağım konusunun tercihlerimle alakalı olduğunu söyleyebilirim. Bir durumu ifade edeceksem bir kurgu dahilinde süreçleriyle beraber o durumu ifade etmeyi tercih ediyorum. Kurgulamak, bir hayatı ayrıntılarıyla kurmak için kafa yormak, özellikle öykü gibi nispeten kısa sayılabilecek bir metinde ritmi tutturabilmek meselesini ciddiye alıyorum. İşin anlam tarafı kadar teknik yönünün de önemsenmesi gerektiğini düşünüyorum.

Anlatınızda iki ana damar dikkat çekiyor; ironi ve felsefe. En temelde neyi anlatmayı hedefliyorsunuz bugünün insanına ve bu iki damar size nasıl bir yardım sağlıyor ana çatıyı oluşturmada?

Anlatmak istediğim tek bir şey var ve ironiyle felsefe bana anlatımda hizmet edecek iki unsurdu o yüzden kullanıyorum diyemem. Yazı serüveni içinde ve sizin belirlemediğiniz bir süreçte yavaş yavaş, hatta sizin aldığınız şekle göre biraz da kendiliğinden belirleniyor her şey. Baktığınız yerde ne gördüğünüzle ilgili, ne anlattığınız. Ben Dünyaya baktığımda, hayata ve insanlara baktığımda, bir de tabi kendi içime baktığımda ne görüyorsam onu anlatmaya çabalıyorum. Yazmakla alakalı olarak en temelde neyi amaçlayarak hikaye ya da roman kurgulayabildiğimi ifade edebilecek olsam sanırım hikaye ya da roman kurgulamakla uğraşmaz, doğrudan meseleyi ifade ederdim. Ama öyle değil. Bir yeriniz ağrır, o ağrıyı dindirebilmek gayesiyle neyi içerdiğini bilmediğiniz bir ilaç kullanırsınız. Sadece size iyi geleceğini bilirsiniz, neden iyi geleceğini, hangi kimyasalın vücudunuzda ne gibi bir etkiye sebep olup da sizi iyileştireceğini bilmezsiniz. Ben yazarken tek emin olduğum şey bu; yazdığım roman ya da öykü bende şimdilik ve geçici olarak bir ağrıyı dindirecek, aynı şekilde hayata benim gibi bakan benim dışımdaki birkaç adamın da ağrısına iyi gelecek.

Okuruna hürmet eden yazar tavrı seziliyor öykülerinizde. Yalınlık, zengin bir alt metinle bütünleşmiş adeta. Okurunuzu çokça gözettiğinizi ve önemsediğinizi söyleyebilir miyiz?

Aslında benim dünyamda okur diye bir tip yok. Muhatabı olmak istediğim insanlar var sadece. Benimle benzeştiklerini düşündüğüm insanlar. O insanları önemsiyor muyum diye sorarsam kendime, tabi ki önemsiyorum, her ne kadar yazarken muhatap gözetmiyorsak da, öykümü, romanımı şu adam bu adam okursa ne düşünür acaba diye düşünmüyorsak da, kendimize kalsın diye de yazmıyoruz. Birileriyle bir şeyleri paylaşmaya çalışıyoruz. Bir de bilirsiniz yapılan işin bir muhatabı vardır muhakkak, siz işinizi, meselenizi ne kadar ciddiye alırsanız, muhatabınızı da o ölçüde ciddiye almış olursunuz. Bu sadece yazıyla alakalı değil, hayatın her safhasında öyledir zaten. Okuru gözetmek… bazı öykülerin kurgusunda kendi aklımı zorluyorum. Aslında ben yazdığım için öykü bana açık ama kapatıyorum bazı kapıları, hemen görülmesin diye. Muhatabıma da o kapalı halin anahtarlarını vermeye çalışıyorum. Deli Gömleği'nde bu şekilde yazılmış bir, belki de iki öykü var sadece ama romanlarımda çokça başvurduğum bir yöntem bu.

Yabancılaşma, tekdüzeliğin getirdiği bıkkınlık, uyumsuzluk ve modern bireyin yalnızlığı sıklıkla karşımıza çıkıyor kitap boyunca. Kitaptaki ilk öykü de modern hayattan kaçmayı hayal eden okuru kalbinden yakalıyor. Hepimiz Bekiriz! Katil ya da müntehir olmak dışında kaçışımız yok mu?

İşte mesele biraz bu. Kaçacak yer yok öyküsü ilk bakışta modern dünyanın açmazları diye izahata girmeye elverişli bir öykü. Ama bu aslında modern dünyayla alakalı bir vaziyet değil. Bundan beş yüz yıl önce de, doğal çevresinden yavaş yavaş kopan bir adam vardı, sonunda çareyi kendisini dışarıya iten herkesi dışarıya itmekte buluyordu. Sonucu cinayet oluyordu, intihar oluyordu. Yabancılaşmayı tetikleyen unsurlardan bir tanesi günümüzde modern dünyanın şartlarıdır denebilir. Ama asıl sebep insanın kendi doğasından uzaklaşması, kendini reddetmesi, kendi doğasında bulunmayan bir yaşamı elbise gibi üzerine giymesi. Bunu Bekir için değil, öyküdeki diğerleri için söylüyorum. Bunun sonucunda şekillenen hayata ve dünyaya modern dünya diyoruz zaten. Ama durumu tespit etmek bazen yanılgının kapısına getiriyor bizi. Modern dünya diyerek sorunu dışarıya itiyoruz. Oysa akşam yemeği yerken televizyonda üçüncü sayfa haberlerinden öteye geçmeyen ana haber bültenlerini seyretmemek gibi bir seçeneğimiz var. Beşyüz yıl önceki gibi bu gün de insan kendisinden uzaklaşıyor, kendisinden uzaklaşan insanların kurduğu evrende, kendisi gibi olmaktan gayrı derdi olmayan insanlar yalnız kalıyor. İki cep telefonuyla dolaşan insanların, canlı yayında bir anneye oğlunuz ölmüş diyen bir kadını, 'işte modern dünyanın insanı getirdiği yer' diye yorumlaması garip. Kabahat modern dünyada değil, dünyayı kendi tükenmez arzuları ve sonsuz hırsları nedeniyle yeniden yeniden şekillendiren insanda. Katil ya da müntehir olmaktan başka çaremiz tabi ki var ama sanat sadece ideal olanı sunma aracı değildir. Sanat estetik üstünlüğü nedeniyle yalnızca derdi gösterse bile bu bize yeter. Yetiyor da zaten. Dostoyevski bin sayfalık bir roman yazacağına 'öldürmeyeceksin, çünkü vicdan sahibisin' gibi bir şey söyleseydi, daha iyi olmazdı herhalde. Meselenin bize açılan kapısından bakınca da şunu söyleyebilirim ki; katil ya da müntehir olmak dışında bir seçenek var; nereden gelip nereye gittiğini bilen insanın dünya denen küçücük gezegende kaybolması mevzubahis değildir.

Yine bu yıl içinde yayınlanan Düş Kesiği ile Oğuz Atay Roman Ödülü'nü aldınız. Atay'ın sizin için önemli bir edebiyatçı olduğunu biliyoruz. Bu ödülün sizdeki karşılığını ve edebi rotanızı nasıl etkilediğini sormak istiyorum.

Ödül konusu epeyce çetrefilli bir konu. Benim inandığım bir gerçek var, daha önce de dilim döndüğünce ifade etmeye çalıştım aslında. Her şey bizde başlayıp bizde bitmiyor. Yaptığımız güzel şeyleri yalnızca kendimize mal edemeyiz. Bir yazarın eserinden dolayı aldığı en büyük ödül, o eserin kendisidir. Benim aldığım ödüle gelince, insana gurur veriyor tabi, özellikle cümlenin içinde Oğuz Atay varsa başka bir anlamı olması kaçınılmaz. Oğuz Atay roman için bize bambaşka kapılar açmış bir büyük yazar. Tekniğine hayran olduğum halde, derdini tekniğinden daha fazla önemsediğim bir isim üstelik. Onun adına verilen ödülü almak güzel. Ama insanın kendisini önemli hissetmesi de pek iyi değil.

Düş Kesiği, kurgusuyla çokça dikkat çeken bir romandı. Şimdi okurun beklentisi yüksek. Şu sıralar üzerine çalıştığınız kitabınızdan bahsederek bitirelim…

Tamamlanmış bir romanım var, yine postmodern roman diye tanımlanacaktır muhtemelen. Küçük ayrıntıları üzerinde çalışıyorum şu sıralar. Kafasındaki hikayeleri yazamayan bir gencin bilinen bir yazarın roman karakteri olmaya çalışmasıyla alakalı. Aslında ölümsüz olmaya duyulan özlemle alakalı. Aslında iz bırakmaya duyulan özlemle. Ama mevzubahis roman olunca, bir cümlede ifade etmek çok kolay değil. Birbiriyle başlangıçta alakasız gibi görünen bir çok olay ve karakter kurgu gereği romanın bir yerlerinde birbirlerinin hikayesini ve aslında romanın kurgusunu tamamlayabiliyor. Bunun yanında karakterlerin hikayeleri yazılırken, ilk bakışta romanın kurgusu gereği orada bulunduğu düşünülen bir olay hatta bir konuşma, hayatta her zaman karşılaştığımız bir duruma karşılık niyetine oraya konulmuş olabiliyor. Okuru gözetmek dediğiniz mevzuya denk düştü sanki bunlar. Daha sonra postmodern kurmacadan uzaklaşacağım, başka şeyler var kafamda ama bir romanın kararının alınmasından yazılıp bitinceye kadar en az iki yıl geçiyor, o sürede değişeceğiz muhakkak. Aklımıza başka şeyler takılacak. Beklentinin yüksek olması meselesini; benim düşünmemem gereken, benim yazı serüvenime zararı dokunacak bir mesele olarak addediyorum. Zira amacım başarılı, daha başarılı, sonra da daha daha başarılı olmak değil, kafamdaki hikayeyi anlatmak.



Deli Gömleği

Güray Süngü

Hece Yayınları

152 sayfa

13 yıl önce