|

Kadın şifacının bitmemiş yolculuğu

Jeanne Achterberg'in 'Kadın Şifacılar' adlı kitabı, giderek karmaşıklaşan modern yaşamda, yeniden yapılandırılmış şifacılığın bir alternatif olarak gözardı edilmemesi gerektiğini hatırlatıyor

Zeynep Çiftçi Kanburoğlu
00:00 - 6/11/2009 Cuma
Güncelleme: 23:11 - 5/11/2009 Perşembe
Yeni Şafak
Kadın şifacının bitmemiş yolculuğu
Kadın şifacının bitmemiş yolculuğu

Jeanne Achterberg'in Kadın Şifacılar adlı kitabı, geçtiğimiz ay Bilgi Altınok'un yetkin çevirisiyle Everest Yayınları tarafından okuyucusuyla buluşturuldu. Achterberg San Francisco'da, Psikoloji anabilim dalı üzerine lisansüstü araştırmalarıyla tanınan Saybrook Enstitüsü'nde Psikoloji Profesörü ve Texas Üniversitesi'nin Southwestern Tıp Okulu'nda da öğretim üyesi olarak görev yapıyor.

Achterberg alternatif tedavi yöntemlerine, akıl ile beden arasındaki bağın gizemli iyileştiriciliğine, kişinin kendi iç kaynaklarına ulaşabildiğinde bedenini, aklını ve de ruhunu iyileştirmeye yönelik gücü bulabileceğine inanan bir akademisyen. “Misyonum her zaman insanlığın sağlık hizmetine odaklanmasını sağlamaya çalışmak oldu. Bu konuda kendi gücüm dâhilindeki her şeyi yapmaktayım,” diyor yazar ve devam ediyor: “Modern tıbba inanıyorum ama geleneksel ve doğayla bütünleyici şifacılığa da inanıyorum. Her şeyden çok insan ruhundaki güce ve yaşam ağını, gezegendeki tüm diğer şeyler ve birbirimizle birlikte ördüğümüze inanıyorum.” Jeanne Achterberg de bir kadın, bir şifacı, bir bilim insanı.

Ciddi bir özveriyle yaptığı özenli araştırmaları, yapıtla kurduğu kültürel ve duygusal bağın sağlamlığı sayesinde öğretici, merak uyandırıcı ve heyecan verici bir serüven çıkmış ortaya. Şifacılık mesleğinin bin yıllar içinde kıtalar aşırı gelişimini anlatırken bu mesleğin ilk dönemlerden bu yana temel uygulayıcısı olan kadının yolculuğunu da aktarıyor. Achterberg, varoluşun ilk günden itibaren “dişi insanın, bilgelik ve olağanüstü gücün kaynağı” sayıldığını vurguluyor. Erkeğin “sürü toplama ve hayvan üretme” işlevleriyle ortaya çıkan yeni düzende ise kadının geri plana itilmeye başlandığına dikkat çekiyor. Sümer kültürünün dorukta olduğu dönemlerde, tüm tanrılar arasında en çok onurlandırılan tanrıça Ianna'nın (daha sonra Asurlar onu “İştar” diye anmıştır), “sevgi, şifa ve doğum üçlüsünü” kendinde barındırdığına inanılırdı. Aynı şekilde İştar da “sevecen ve sağaltan bir tanrıça”yken, Sümer uygarlığının çöküşünün yaklaştığı İ.Ö. 2000'li yıllarda “Aydınlık ve karanlık olan her şeyin tanrıçası, dehşetin dizginlenemeyen tanrıçası oldu... İştar daha cinsel ve uçarı olarak görülmeye başlandıktan sonra kutsal kadınlar, çöküntü, cinsel ayinlerle bağdaştırılan, herhangi bir kutsal önemden yoksun fahişelere dönüştürüldü.”

Yazar, yaklaşık iki-üç bin yıl boyunca kadınların kısıtlanmaksızın şifacılık yapmasına izin veren Sümer kültürünün şifacılık mesleğini sürdürenlere çok derin ve kalıcı bir miras bıraktığını belirtiyor. Mezopotamya'dan sonra iyileştirme serüvenine önemli bir miras da Avrupa'nın kuzeyinden, Danimarka'dan geliyor. Kitaba göre deniz tüccarları ve göçebe Hint-Avrupa kabileleri aracığıyla Yakındoğu kültürleriyle tanışan kuzeyliler, Ianna ve İştar'a çok benzeyen tanrıçalara inanıyor, şaman olan kadın şifacıları önemsiyordu. Ama İ.Ö. 500'lerde İskandinavya'da yaşanan bir dizi doğal felaket sonucu bozulan düzende, tanrıça Nerthus'un yerini zamanla Thor gibi savaş tanrıları aldı. Buna karşın kadın şamanlar, anaerkil tanrıçaların ölümlü biçimleri olarak şifa verme, “sağaltma” faaliyetlerini uzunca bir süre sürdürdü. Achterberg “tıbbın babaları” Aristoteles ve Hippokrates'ten neredeyse 2000 yıl önce yaşamış Yunanlı kadın şifacıların, çağa göre son derece ileri ameliyat teknikleri ve iyileştirme becerilerine sahip olduğu iddiasının uzmanlarca kabul gördüğünün altını çiziyor. Ancak, Antik Yunan kültüründe, kadının şifacılıktaki önemli rolünün İ.Ö. 400'lü yıllarda sona erdiği, kadınlara ait pek çok çalışmanın erkeklere atfedildiği, kadınların yasal olarak şifacılık yapma haklarının ellerinden alındığını da vurguluyor. Doğum ve doğumla ilgili komplikasyonlar kadın şifacıları en çok zorlayan konulardı. Antik çağlarda insanın üremesi ve bereketle özdeşleştirilen gebelik ve doğum, özellikle Ortaçağ'dan itibaren karanlık, pis, korkulan süreçlere dönüşmüştü. Cüzzam, frengi ve veba gibi korkunç hastalıklarla, sağlıklı bir hamilelik ve normal doğum olanağı azalıyordu.

Ortaçağın tamamı olmasa da yaklaşık 300 yıllık bir dönemi kadın şifacıların büyü yapan cadılar oldukları gerekçesiyle büyük işkencelere maruz bırakılmasına, canlı canlı yakılmalarına tanıklık eder. Achterberg belgelere dayalı araştırmasında cadı avı histerisinin altında yatan tüm psiko-sosyal faktörleri, örnek vakaları inceliyor. Oldukça ilginç ve sürükleyici öyküler de anlatıyor. Örneğin şifacı kadının genellikle bilge ve yalnız olması, yalnız kadının kedi gibi evcil bir hayvana düşkün olması, yalnız kadınla evcil hayvan ikilisinin büyüyle ilişkilendirilmesi ve sadece cadı denilen kadınların değil, milyonlarca kedinin de öldürülmesi, bunun fareleri daha da azdırarak vebayı güçlendirmesi gibi...

Achterberg, kitabının ilerleyen bölümlerinde şifacılık biliminin profesyonelleştirilmesi sürecine, kadınların 19. ve 20. yüzyılda tıp sektöründe yer edinme çabalarına ve özellikle ABD'de tıp personeli yetiştirme ve yerleştirme süreçlerindeki cinsiyet ayrımcılığına değiniyor. Ayrıca ABD'de 19. yüzyılın sonlarından 1970'lere uzanan dönemde kadınların doktor olmaya değil, hemşireliğe ve “profesyonel yardımcı” sayılacakları diğer mesleklere yönlendirilmesini irdeliyor, her dönem tartışmalı bir konu başlığı olan ebeliğin sosyal evrimini inceliyor. Kitabın en son bölümünde ise Achterberg hem erkil hem de dişil bakış açılarının sentezlendiği yeni bir kozmoloji yaratabilmenin modern şifacılık açısından önemine değiniyor. Dişile ait olduğu öngörülen gizem, içsellik, öznellik gibi unsurlar içeren söylencenin, erkil olduğu düşünülen egemenlik, dışsallık, nesnellik gibi unsurlarla birleşmesinin modern dünyada şifacılığın ilerlemesini sağlayacağına inanıyor. Yazar şifacılığı, hem fiziksel hem psikolojik bakımı içine alan, küresel, tinsel ve insanlararası ilişkilerden kaynaklanan unsurları da değerlendiren geniş perspektifli, “yaşama saygı göstermek” yemini üzerine kurulu bir sistem olarak tanımlıyor. Achterberg,insanın kendisinin ve teknolojinin neden olduğu acılarla hergeçen gün daha karmaşıklaşan modern yaşamda, yeniden yapılandırılmış şifacılığın bir alternatif olarak gözardı edilmemesi gerektiğinin altını çiziyor. İlginç bir kitap, ilginç bir serüven, alternatif olanı merak eden, kapısını açık tutan okuyucuya.



14 yıl önce