|

Kardeş öykülerinde kahramanlar bizden biri

Azerbaycan, Kırgızistan, Kazakistan ve Türkmenistan… Hece Yayınları, bu yılın hemen başında bu dört kardeş ülkenin bugün yaşayan öykücülüğünü tespit ve tayin eden dört ayrı kitap yayınladı. Serinin editörlüğünü yapan Hüseyin Su'yla konuştuk.

Yusuf Genç
00:00 - 16/04/2014 Çarşamba
Güncelleme: 11:43 - 16/04/2014 Çarşamba
Yeni Şafak
Kardeş öykülerinde kahramanlar bizden biri
Kardeş öykülerinde kahramanlar bizden biri
Türk Cumhuriyetlerinden bazılarının öykülerini Hece Yayınları olarak dört kitap hâlinde yayımladınız. Proje nasıl ortaya çıktı?

Öykü türü özelinde yayımladığımız elimizdeki bu kitaplar en temelde bir edebiyat, düşünce, dünya görüşü görüngesinden 'Edebiyat Coğrafyamız'ın birikimini tanımak ve tanıtmak amacıyla hazırlandı. Bu coğrafyanın sınırlarını, elbette yalnızca edebiyat ve sanat belirlemiyor. İnanç, kültür, siyasa, tarih gibi daha birçok belirleyici unsur var. Hece ve Heceöykü olarak coğrafyaları ve bütünüyle dünyayı kuşatan bir bakış açısıyla bakmayı temel ilke edindik. Bu bağlamda, bugüne dek Suriye, Irak, İran, Mısır, Filistin, Afganistan, Pakistan, Cezayir, Kürt, Tataristan gibi onlarca ülkenin öykü, ayrıca bu ülkelerden Suriye ve Filistin'in şiir birikimini dosyalar hâlinde yayımladık. Önümüzdeki sayılarda Çağdaş Gagavuz, Arnavut ve Boşnak öyküleriyle devam edeceğiz.

Kitapların oluşumunda bu ülkelerin güncel edebiyatını yakından gördünüz. Oralardaki edebiyat dergiciliği ve edebiyatın sosyal hayatın içerisindeki yeri bağlamında neler aktarırsınız?

Osmanlı İmparatorluğunun dağı(tı)lmasından sonra Türkiye'de olduğu gibi Ortadoğu, Balkanlar ve Türk Cumhuriyetlerinin; bütünüyle Kafkasya'nın, Orta Asya'nın seksen doksan yıllık yakın tarihindeki toplumsal, kültürel ve siyasal çalkantılar, doğal olarak edebiyatlarına da yansıdı. Türk Cumhuriyetlerinin yetmiş yıllık Sovyetlerin marksist yönetimi altındaki kültürel deneyimi ve dönüşümü, özellikle de bu dönemde yetişen marksist aydınların, yazarların ve sanatçıların eserleriyle hâlâ etkisini sürdürüyor. Bu ülkelerdeki edebiyat iktidarı, bugün de hâlâ bu kuşağın kalemlerinin etkisi altında.

RUS EDEBİYATI ETKİSİ
Türkiye'nin tüm dünyada giderek etkinliğini artırmasıyla ilgili bir gelişme yok mu?

Son yirmi, yirmi beş yıllık süreçte siyasal anlamda olup bitenlerin politik ve etnik görünürlüğüyle ortaya çıkan, Türkiye ve dünya ile kurulan yapay ve duygusal ilişkiler bizi yanıltmamalı. Henüz hiçbirisi tarih köklerine dönmüş değil; bu ihtiyacı fark ettiklerini söylemek bile mümkün değil ne yazık ki. Aynen siyasette olduğu gibi marksist 'parti edebiyatı' şablonları ve yaklaşımı, hâlâ bu ülkelerde egemen edebiyat anlayışıdır. Bu edebiyatın özneleri, varlıklarını bu sisteme borçlu insanlardır. Bunun yanında bir de Batıcılığın yaygın ulusalcılık versiyonunun bu ülkelere kurtuluş olarak sunuluşu var elbette... Bütün bunlar, bu ülkelerdeki köklü bir edebiyat birikiminin varlığını görmemize de engel olmamalı tabi ki... Değilse bu coğrafyanın edebiyatını, sanatını ve kültür birikimini anlayamayız.

Kitaplara ülke edebiyatları için temsil kabiliyeti yüksek isimleri aldınız. Bu edebiyatlarda Rus edebiyatının etkisinin gözlemlendiğini söylüyorsunuz. Sebepleri sadece politik mi?

Rus edebiyatının etkisini iki sebeple açıklamak mümkündür… Birincisi; özellikle 19. yüzyıl klâsik Rus edebiyatı, yalnızca kendi sınırları içinde değil, bütün dünyada etkiliydi, hâlâ da etkilidir. Bazı isimler vererek daha önce de kısmen bu konu üzerinde konuştuk. Bu yazarların kalemleriyle hayat bulan roman kahramanlarının çoğu, dünyanın her yerinde insanlara akrabalarından daha yakın değil mi? İkincisiyse; 20. yüzyılın başlarından itibaren 1917 Ekim devrimiyle birlikte marksist yönetimin baskın ideolojik, siyasal yöntemleriyle yürürlüğe sokulan 'kültür devrimi' ve 'parti edebiyatı'nın oluşturulmasıydı… Söz konusu ülkelerin edebiyatları da bu etkinin dışında kalamazdı kaçınılmaz olarak; kalmadı da...

DÜNYAYLA YARIŞIYOR
Türk ve dünya öykücülüğünü yakından bilen bir isimsiniz. Bir karşılaştırma yaparsak, yukarıda andığımız ülkelerin öykücülüğü ile bizim ve Batı öykücülüğü arasında neler söylenebilir?

Öncelikle bu ülkelerin edebiyatı ve yazarları, hem coğrafî anlamda hem de siyasal ve kültürel deneyimleri itibariyle, 'Rus Edebiyatı'nın birikiminden gereği kadar yararlanmıştır. Dostoyevski ve Tolstoy'un birikimi üzerinden edebiyat yapmak gibi örneğin... Türk Cumhuriyetlerinin edebiyatına bu açıdan da bakmak gerekir. Orta Asya'nın, Kafkasya'nın kendi tarihi açısından bakıldığındaysa zaten büyük oranda sözlü de olsa destansı ve zengin bir edebiyat birikimi var.

Resul Hamzotov'un Benim Dağıstanım adlı eserinin bu anlamda mutlaka görülmesini öneririm. Yaşadıkları yetmiş yıllık boğucu ideolojik kısırlaştırıcılığın etkisi bir yana, bu ülkelerin edebiyat kaynaklarının canlılığı, Türkiye'nin yaşadığı edebiyat, kültür ve inanç inkârcılığının sonuçlarına bakıldığında bir imkân bile sayılabilir. Bu anlamda, bugün hem Türk edebiyatı hem de dünya edebiyatıyla boy ölçüşebilecek bir edebiyat var Türk Cumhuriyetlerinde. Aynı yargıyı Ortadoğu ülkelerinin edebiyatları için de hiç duraksamadan paylaşıp onaylayabiliriz.

Dönem dönem bu iki ülke edebiyatı arasında bir karşılaştırma yapıldığında bu yargımızın daha çok doğrulandığı görülecektir. Cezayir, Mısır, Pakistan öyküsü de Türk ve dünya öyküsünden hiç de geri değil. Batı edebiyatına verdiğimiz önem kadar bu ülkelerin edebiyatına önem vermiyoruz ve Batı edebiyatını bildiğimiz kadar bu ülkelerin edebiyatını bilmiyoruz ne yazık ki...

Özellikle bu dört ülkenin öykülerinde konu seçimi bağlamında neler söylersiniz?

Hem öyküleri hem de genel olarak edebiyatları açısından konu seçimi, bizim önyargılı siyasal açımızdan görüldüğü ve sanıldığı kadar kısır değil; hele hele son dönem itibariyle hiç değil. Köklü bir edebiyat geleneğine sahipler; ayrıca yönleri de aynen bizim gibi zaten Batıya dönük. Bu açıdan da bakınca son derece zengin bir konu seçiminin olduğunu ve bunların işlendiğini görebiliriz. Çünkü edebiyat ve sanat, toplumsal ve siyasal koşullar ne denli ağır olursa olsun, eninde sonunda kendi tarihsel birikimine yaslanarak ayakta durur ve her zaman geçmişten gelen bir sesle konuşur. Her genç sanatçının ve edebiyatçının bütün bir iddiasıyla oluşturduğu en yeni seste bile klâsiklerin tınısı, rengi ve dokusu kendisini apaçık hissettirir; bu bir eksiklik değil, tam tersine bu sesin sağlıklı oluşuna işaret eden bir zenginliktir.

10 yıl önce