|

Kimse benden şiir beklemiyor ki...

İki yıllık aradan sonra Kör kitabıyla okuyucuyu selamlayan Ömer Erdem “Ben sadece şiirin dünyasındayım ve orada akla ilişkin her şey devre dışıdır. Ne hesap yaparım ne korku duyarım ne paniğe kapılırım. Kimseler benden şiir beklemiyor ki? Şiiri kimselerden miras edinmedim ki? Bu benim öznelliğim” şeklinde konuşuyor

Aysel Yaşa
00:00 - 7/02/2012 Salı
Güncelleme: 00:06 - 8/02/2012 Çarşamba
Yeni Şafak
Kimse benden şiir beklemiyor ki...
Kimse benden şiir beklemiyor ki...

Şair Ömer Erdem yeni şiir kitabı Kör'de hayatta karşılaştığımız yanlılıklara, yanlışlıklara, bazen de soyutlamalara uğruyor şiirleriyle. Bir çok mana, bir çok çıkarım var cümlelerinde. Artık şiirinde geldiği noktanın evrilmeye işaret ettiğini söyleyebileceğimiz şairle Kör'ü, şiiri ve şair cesaretini konuştuk.

İki senelik bir aradan ve Kireç'ten sonra Kör geldi. Nasıl geldi bu şiirler, yazım süreci nasıl geçti?

Bilememek, yazmanın ve yazım sürecinin en heyecanlı tarafıdır. Duyarsınız, duymaya devam edersiniz, döne dolana yaşarsınız. Fakat bilemezsiniz. O içinizdeki maya, kabarıp duran maya, tam düşlediğiniz tam söylemek istediğiniz müziğe dönüşecek mi? Kim bilir, kim bilebilir. Bir süre bilemedim. Kireç'ten Kör'e geçiş biraz da böylesi bir süreç izledi. Böyle söyleyerek her şeyin kontrol dışında geliştiğini söylemek istemiyorum. Dahası peşine düşülmüş, uğruna koyulunmuş bir hali işaret ediyorum. Yazdıkça, yaşadıkça, kendi boyunuzu aynalarda gördükçe, kendi sesinizin yankısını başka ağızlarda duydukça, kendinize doğru daha bir yol alıyorsunuz. Sanırım Evvel'den bu yana kendimle daha ilgilenmeyi bir nebze de olsa başardım. Sonra da kendime yol almaya, izimin beni çekip çevirdiği yöne adadım hayatımı. Şiire inanıyorum. Zihnimi, dilimi, algılarımı, eleştirimi, yaşantımı hep ona ayarlıyorum. Sonra birden bakıyorum dallardan dökülen kar tozları gibi yüksek güneş altında ona teslim oluyorum. Kör de öyle geldi. Yaza yaza, yaşaya yaşaya. Yaşata yaşata.

İlk şiiriniz Çember'le hayatı, insanları, kaybolup giden ruhları, duyguları, heyecanları ve bir nevi ah'lanmayı görüyoruz. Kör biraz da bu anlamda körlüğe mi değiniyor?

Yazdığım şiirin tam olarak neye değdiğine veya neye değindiğine ilişkin konuşmayı okurun özgürlüğüne ve elbette şiirin sonsuz çağırımlarına aykırı buluyorum. Her şey şiirin ve dilin çok katmanlı dünyasında olup bitiyor. Ve her şey ne gördüğümüzden ne de söylediğimizden ibaret. Şiirle asıl büyü yapma ve büyülenme yeteneğimizi geri kazanıyoruz. Belki gerçek şiir bunu ayaklarımızı hayattan koparmadan yapıyor. Bu canımıza dokunsa, bizi huzursuz etse bile böyle. Neyse hayata sıkışan ve hayat hakkı talep eden her şey, şiir ona estetiğin yüksek müziğiyle dokunmaya çalışıyor. Bir kere beste tamamlandığında müzik dinleyenin ruh haline günün seslerine göre yeniden yorumlanacaktır elbette. Şiir tek ama okuma ve yorum sonsuz. Her okuyuş bir yeniden icra.

Kör, 'ah' ve 'vah' şiirleri gibi geldi bana.

'ah' ve 'vah' bütün insani derinliğinden koparılmış bir tür psikolojik sızlanma karanlığına sıkıştırılmıştır bizde. Ömründe bir kez olsun bir ağacın ahını, oğlu öldürülmüş bir kadının vahını daha da önemlisi hayata dağılmış şiddeti ruhundan duymayanlar ah vah romantizmi daha da doğrusu işlevsizliğine mahkum ederler her şeyi. Ah vah da kimin ah vahı bunlar. Ahı tutan kim vahlayan nerede. Entelektüel tembelliğimiz, vicdansız vurdumduymazlığımız, ahlaki aymazlığımız daha da doğrusu iki yüzlülüğümüz şiirin bu keskin ve kesice yanını yedeklemeye çalışıyor.

Kör kitapta bir metafor. Aslında kitabın geneline baktığımızda hayatın içinde olmakla birlikte soyutlanmış birçok hal, birçok söz görüyoruz. Şairin işi, hayatı soyutlaştırmak mıdır?

Şiir ilkin ve özellikle yüksek soyutlama sanatıdır. Bir yanda kavramlarla şiir yazan şairler var bir yandan da hayattan beslenenler. Bir telin bükülüşü ne kadar soyutsa kanlı bir göz yaşı da o kadar soyut olmalıdır şiirde. Soyut dil sayesinde biz dilin katmanlarına, çağrışım derinliğine ve taşıma gücüne güveniriz. Zamana doğru konuşur şiir. Zamanı dönüştürür. Dakikayı saniyelerin elinden alır. Bir tür an sanatıdır bu bakımdan. Soyutla somut arasındaki yaşama dengesini kurabildiğimiz zaman şiirde yol alabiliriz.

Adem'in Özür Dileyişi şiirinde şiirsiz şairden özür diliyor Adem. Hem Adem'in hem de günümüz cephesinden baktığımızda nasıldır şiirsiz şair?

Şiirsiz şair iki cephelidir. Şiirsizden sonra bir virgül koymalı ilkin söyleme. Şiire bir durak vazifesi yüklemeden, şiirin öncesinde, kelimeyi şiire çağırmadan yapılan bir davet bu. Çünkü şiirle şair arasında da bir ara boşluk, yaratım boşluğu saklıdır. Her şey bu tanımsız boşlukta olup biter. Sonra da Adem yani insan, sonra da soyut dil yani şiir iç içe geçer birbirine sarmalanır. Öte yandan, şiirsiz şair, kendi iç ahlakını, estetik tutum ve eser değerini kendi kişilik terazisinde tartamayan şair olamadığı halde şairlik pozuna yatan, her şeyi bedelsiz elde etmeye çalışan her devirde benzerleri çok olan tipik bir varlıktır. O kime benziyorsa ve kime yakınsa odur, işte.

Peygamber isimlerinin geçtiği şiirler birçok kavramı da rahatça karşılar. Mesela Adem dediğimizde hem ilk insan, ilk baba, ilk acı gelir akla, Muhammed dendiğinde emin olmak gelir, inanılır olmak. Sizin de şiirlerinizde Adem, Yusuf, İsmail gibi isimlere rastlıyoruz. Nedir bunun sırrı ve dahi nedeni?

İbn-i Arabi'nin Füsus ul Hikem'ine baktığımız zaman, orada bütün zamanlara yayılmış isim sembollerini görüyoruz. Her bir isim sadece çağlarını değil gelecek zamanları da işaretliyorlar. 'Allah bilmediği isimleri Adem'e öğretti' ise, öğretim ve öğrenim diri sıfatına bağlı olarak sürmektedir. Ben kültürel ve inanç arkeolojisi ile ilgili değilim. Yaşayıp gelen ve yaşamakta olan benim ilgimi çekiyor, beni ateşliyor. Dahası o yaşayanı ben bütün çıplaklığıyla gördüğüm için şiirime yansıyor o isimler. Ölüm bile bir canlılık işareti gibi geliyor bana bu bakımdan. Bitmeyen ders. Kararmayan gökyüzü.

Kitapta sisteme dair eleştirileriniz de var üstü kapalı. Şiir politikaya, siyasete, sisteme nasıl bir bağla bağlıdır?

Şiir sadece kendisine bağlıdır ve şair bunu dışında bütün bağlanmalara karşıdır. Platon'dan bu yana bitmeyen bir kavga var. Bu soruyu tersinden soran, ikna olmayan, itaat etmeyen varlıklar, şairler ne olacak? Şair ve şiir en yüksek ses altında bile sessizliğin kadim kımıldanışına kulak kesilir. Dün, Osmanlı örneğinde, padişahlar, şairlere, şiir yazmaya özeniyorlardı ve bu onların güçlerine halel getirmiyordu. Şimdi şiir deyince patlamış sözler anlıyorlar. Şairin politik tutumu, dünya görüşü, evren algısı, sistem analizleri oya ve partilere indirgenecek kadar basit değildir.

Bu kez diğer şiirlerinizde çok fazla rastlamadığım bir şeyi gördüm. Ömer Erdem yaşıyla, düşünceleriyle daha fazla dahil olmuş kitaba. Yanılıyor muyum?

Yaş, yaşlanmayı da çağrıştırıyor ister istemez. Ve yaşlanmayı ne olarak algıladığımza bakmalı. Yaş ilerledikçe ben daha bağımsız olduğumu, daha gür seslendiğimi, kontrolün ipini bıraktığımı düşünüyorum. Fakat gelişmeyi birikimi, bilgiyi, marifeti anlıyorsak, yaş da güzel bir şeydir değil mi? Bana gelince, belki şairi daha çok aramaya başlıyoruz şiirde. Şairin belirgin olması kendi bütünlüğünü ortaya koymasıyla da yakından ilgili bu durum.

İlhan Berk'in çantasında ilk kelimesi henüz yazılmamış şiirler çıkıyor. Okuyucu, kırda Ömer Erdem'in çantasını bulsa içinden şaire ve şiire dair neler çıkar?

Geri geri, ilk kitaba doğru gitmek, sonra ortalarda durup dinlenmek, şimdiki yazılanlara bakmak, bu şiirlerin taşıdığı sonsuz arzuya kulak kesilmek lazım. İnsan geçer. Geçiyoruz işte. Dilimizde şiirin o bir damla bile tutmayan altın damlasından bir iz ya var ya yok. Hal içinde olmak, müstağni kalmak, insani olanı, kadim olanı, Tanrısal müziği duymak, içlenmek, kötüye karşı durmak, sessizce kemiğine dokunmak, bilmek, hep bilmek istememek. Seyahatin bütün uçlarına dokunabilmek. İnsan bir oluştur. Ben olmayı, olmayı sürdürmeyi, bu oluşun kök kıpırtılarına şahitlik etmeyi her zaman önemsedim. Var oluşun bahası nedir diye kurban seslerine komşu oldum. Ben ne kadarsam dahası ne kadar uzağa bakabildiysem çantamda da onlar olacaktır.

Öyle çok öyle fena sildim ki beni/ allahtan, başka yalana inanmadım. Çarpıcı bir mısra, siz yazarken nasıl bir düşünce dünyasındaydınız?

Ben sadece şiirin dünyasındayım ve orada akla ilişkin her şey devre dışıdır. Ne hesap yaparım ne korku duyarım ne paniğe kapılırım. Kimseler benden şiir beklemiyor ki? Şiiri kimselerden miras edinmedim ki? Bu benim öznelliğim. Her şeyim, varlığımın özü. Düşünce dünyası ayrı duyuş dünyası ayrı. Şairin entetektüel birikimi, inancı, dünya görüşü, günlük sorunları şiir devereye girince erir, dibe çekilir. Orada başka kanunlar işler. Ve her kanun her şaire göre başka karşılıklar bulur.

12 yıl önce