|

Külebi ile içi sevda dolu bir yolculuk

Turan Karataş
00:00 - 1/08/2007 Çarşamba
Güncelleme: 15:25 - 15/08/2007 Çarşamba
Yeni Şafak
Külebi ile içi sevda dolu bir yolculuk
Külebi ile içi sevda dolu bir yolculuk

Anılar, kararan derin kuyulardan şavkıyan su damlaları gibidir. Kimi zaman, bir sahip tarafında gün ışığına çıkarılırlar ve bir çiğ damlası olur, ıtır dallara düşerler. Çok vakit, derin kuyuların serin gölgesinde unutulur, kararıp kalırlar. Kör kuyularda ise balkıyan su damlalarına tesadüf edilmez.

Anılar niçin yazılır? Bu soruya birden fazla/ farklı cevap verilebilir. Geçmişi hatırlayarak yaşanan güzel anları yâd edip yeniden yaşamak arzusu muharriri tahrik etmiş olabilir. Kişioğlunun zengin yaşantısından çağdaşlarına ve sonraki nesillere aktaracağı zengin tecrübeleri vardır, bunları yazmak ister. İlgiye, meraka değer serüvenler yaşanmıştır, bunlar başkalarına ibret olsun diye anlatılır. Anı yazarı, hayatına bir şekilde dahil olan ve sonradan nâm, şöhret bulan kişilerin ipliğini pazara çıkarmak niyeti taşıyabilir. Toplumların tarihleri için önem arz eden bazı olaylara tanıklık etmiş olan kişi, yaşadıklarını, gördüklerini anlatıp aydın/ birey sorumluluğunu yerine getirmek isteyebilir. Çevresinin, arkadaşlarının tabir yerindeyse "dolduruşuna gelenler" vardır anı yazanlar arasında. Meşhur olmak, para kazanmak gibi sebeplerle de anılarını yazanlar çıkabilir. Ve daha başka nedenlerle de yazılabilir anılar.

Her ne sebeple yazılırsa yazılsın, anı sahibinin anlattıkları hususunda dürüst ve samimi olması gerekir. Bir de hoşgörülü. Sağlam/ salim bir hafızaya sahip olmak ise ilk şarttır. Şurası da var ki, anı yazarı, işittiklerine fazlaca itibar etmemeli hatta hiç etmemelidir. Çevresindekilerden intikam almak duygusuyla hareket eden, başkalarını küçültüp kendisini önemli göstermek isteyen hatırat yazarı, birtakım insanlara haksızlık etmiş olur. Olayları çarpıtarak zihinleri karıştırır. Üstelik vebal altına girer.

Şimdiye kadar okuduğum hatıra kitaplarının pek çoğunda, yazarlarını nesnel ve samimi bulmadım. Birçok hatıra muharriri bana, Murathan Mungan'ın ifadesini ödünç alarak söylersem "Zekâlarını hep başkalarını görmede kullanan, kendini sürekli entelektüel hilelerle kayıran, başkaları hakkında söz alırken pervasız, ama kendinden söz ederken içi cimri olan" adamlar olarak gözüktü.

***

Bir zamanların ünlü şairi Cahit Külebi'nin anılarının toplandığı kitap şu günlerde yeniden okur huzuruna çıktı: İçi Sevda Dolu Yolculuk (Ankara: Bilgi Yayınevi, 2007, 158 s.). "Bir zamanların" diyorum, Külebi'nin yetmişli, seksenli yıllarda edebiyat ortamlarındaki yaygın ünü bugün görülmüyor, hissedilmiyor. Şiiri bugün de okunuyor elbet. Yarın da okuyanlar çıkar. Ama onun şiiri ancak kendine yeten bir ufuktur. Bir başka şiiri kışkırtmaz yahut beslemez.

Külebi, isminin etkin olduğu yıllarda kaleme aldığı anılarının bir kısmını ilkin bir gazetede bölük bölük yayımlatmış. Sonra, bu yazılar bazı eklemelerle kitaplaşmış. Yazar, "Şiir yazar gibi hevesle, coşkuyla birkaç gün içinde tamamladığım karalamalar" dediği anılarını beş kısma ayırmış: Solgun Resimler, Dost Bahçesi Gülleri, İki Büyük Oyuncu, Ankara Devlet Konservatuvarı'nda, Atlar ve Kediler.

"Solgun Resimler" kısmında, çocukluğunda, gençliğinde ve askerdeyken tanıdığı bazı kişileri tanıtıyor, onların kimi özelliklerine değiniyor Külebi. Anlatılanların çoğu şairin hayatını aydınlatan, zenginleştiren unsurlar değil. Öyleyse niye anlatılıyor bunca şey? Bunların bir kısmından belki bir ibret dersi çıkarılabilir. Kalanında ise ne bir ibret, ne bir öğüt, ne bir kıssa, ne de bir yaşama sıcaklığı... Yüz buruşturan, iç acıtan anekdotlar gibi. Külebi yer yer "günahı söyleyenlerin boynuna" diyerek bazı yaşamalar naklediyor. Aynı günahı, vebali kendisi de yüklenmiş olmuyor mu acaba?

"Dost Bahçesi Gülleri", bana göre kitabın en mühim kısmı. Külebi Sivas'tayken tanıdığı Ahmet Kutsi Tecer, Âşık Veysel, Talibi Coşkun ve Ali İzzet ile daha sonra tanıdığı arkadaşları/ dostları Ahmet Muhip Dıranas, Cahit Sıtkı Tarancı, Orhan Veli Kanık, Behçet Necatigil ve Ceyhun Atuf Kansu'ya dair hatıralarını anlatıyor. Bunlarda edebiyat araştırmacıları için yeni bilgiler bulunabilir. Bu kısımda en çok sayfa Dıranas'a ayrılmış, ama son cümleyi hiç de şık bulmadım: "Ne var ki, bu Muhip'ti, alıngan, görkemli, duygusal ve hoyrat." Cahit Sıtkı'nın evliliğine dair ilginç şeyler okudum. Ama en çok "Otuz Beş Yaş" şairinin bir tavrı hoşuma gitti. Yeni yayımlanan bir şiiri için "beğendim" diyenlere, Cahit Sıtkı hemen "bir dizesini söyle bakalım" diyerek samimi olup olmadıklarını test edermiş. (Hiç de fena bir yöntem değil. Şair dostlara duyurulur.) "Garip" şiirini tek başına Orhan Veli'nin temsil ettiği anlamına gelen bir tespitini de aktarmak istiyorum Külebi'nin. "Öbür iki arkadaşının temelde 'Garip' akımıyla pek ilgileri olmadığı, Orhan öldükten sonra yazdıklarıyla bellidir."

Kitabın sonraki iki bölümünde, Külebi, Ankara Devlet Konservatuvarı'nda tanıdığı "iki büyük oyuncu" Saim Alpago ve Yıldırım Önal ile müzikte birer otorite/ öncü saydığı Necil Kâzım Akses, Mahmut Ragıp Gazimihal, Ulvi Cemal Erkin, Ferit Anlar, Necdet Remzi Atak'a dair hatırladıklarını anlatmaktadır. Anıların son kısmı ise şairin hayatında önemli denebilecek bir yer tutan "atlar" ile "kediler"e ayrılmış. Tabiatıyla bu kısım, kitabın hava bütünlüğünü bozmuştur. Ne var ki, at ve kedi sevenlerin hazzedecekleri yazılar.

Külebi, geçmişte yaşayıp unutamadığı, önemli saydığı olayları; tanıdığı, arkadaş ve dost olduğu, "kimini sevdiğim, kimini sevmediğim, hatta kimine karşı ise bu duygulardan hiçbirini beslemediğim" dediği kişileri anlatırken, bazı durumları yazarkenki hâlin aktüalitesiyle irtibatlandırmasa elbette daha içten ve sahih olurdu. Yani "güncel"e bulaşmasaydı, 'zamanla kurduğu ilişki'de tutarlı olabilseydi demek istiyorum. Bu tutum, yazarla birlik çıktığımız yolculuğun tadını kaçırabiliyor. Külebi, duyduklarını da aktarıyor yer yer ve inandırıcı olmaktan uzaklaşıyor.

Yazarın dil konusundaki tavrına da bir iki cümle ile değinmek istiyorum. Külebi, 50'li 60'lı yıllarda sayıları hayli fazla olan "özdeşleştirme" taraftarlarının tutucularından. Şaşılası nice kelimede ısrar ediyor. İlksel, insansal, izdeş, ekin [kültür anlamında], yazın [edebiyat anlamında], yarkurul benim dikkatimi çekenler.

Son sözüm şu; ölümünden sonra şiiri üzerine uzunca bir yazı yazdığım, zaman zaman bazı şiirlerini açıp okuduğum Külebi'nin anıları beni sarmadı. Sıcak bulmadım. Önyargılarından rahatsız oldum. Örneğin "Şu gericilerin çok benimsediği mehter marşları beni sinirlendirir." cümlesi, bir Türk şairine yakışır mı?

17 yıl önce