|

Kurşun geçirmez şiirleri

Çobanoğlu'nun derdi heceyi diriltmek değil, kendi şiirini kurma çabası. Çobanoğlu şiirinde büyük ve derin bir gelenek algısı var; modern yaşamın yüzüne karşı söyleniyor bu. Her dize kurşungeçirmez bir organizma sanki

Cafer Keklikçi
00:00 - 13/01/2010 Çarşamba
Güncelleme: 23:08 - 12/01/2010 Salı
Yeni Şafak
Kurşun geçirmez şiirleri
Kurşun geçirmez şiirleri

Şiir söylemenin (veya yazmanın) gereği insanın 'iç düzen'ini sosyalleştirme eyleminin fakr-u zaruretiyle birlikte hâlihazırdaki düzene karşı koyuş cehdini de harekete geçirir. Ceht eden, derin kütle sahibidir; sonsuz ritim içinde kendi sesini 'görür'. Ben buna, kendi sesinin sahibi olmak diyorum. Şair kendi sesini ortaya koyarken birtakım materyallere ihtiyacı olacaktır. Bundan dolayı şiirin biçimi çoğunca biçemini de ele verir. Ama ses olmadan biçim de biçem de pek fazla işimize yaramaz. Şair şiirde sadece imajlara (duygu, düşünce ve hayallere) güvenemeyeceği gibi sadece forma (şekillere) da güvenemez. Güvenmemeli. Şiirin kadim ve ebedi temeli sestir. Ses bir şiirde bir unsur olarak yer almaz; şiirin ayırt edici en temel ve en önemli 'varlığı'dır. Şiiri nesirden ayıran en büyük özelliği ne vezin, ne kafiye, ne ölçü, ne tartı; şiiri nesirden ayıran temel özellik 'ses'. Özgün bir şiirde her sözcüğün 'ses ağırlığı' var. Söz konusu 'ağırlıkların' kendi içindeki özgün yaratımından şiirde müzik sadır olur. Şimdi can alıcı noktadaki sorumuzu soralım; bütün bu söylediklerimiz bir şiirin serbest, hece ve aruzla yazılmasından mı kaynaklanır? Hayır. Gerçi aruzu günümüzde hiçbir şair kullanmıyor. Bir şiirin sadece şekil özellikleri kalitesini vermez; esas kalitesini ses orijinalliği verir. Serbest ya da heceyle veya kafiyeli şiir gibi bayat tartışmalara gerek yok; günümüz şiiri serbest yazılıyor. Yalnız bu serbestlik şairin aklına geleni yazması demek değil; kendi içinde düzeni olan bir serbestlik… 'Serbestlik düzeni' içinde gerek hece, gerek kafiye ve gerekse de vezin istenirse kullanılabilir. Ki kullanılıyor zaten. Benim için bir şiirin hangi tarzda olduğu pek de önemli değil; özgün ve yeni olsun yeter. Şairin kendine has sesi, sözü ve geleceğe bırakacağı yeniliği var mı; benim temel ölçütüm bu. Bu ölçütüme tam da uyan bir şairden dolayısıyla şiirinden söz etmek istiyorum; Süleyman Çobanoğlu ilk şiir kitabı Şiirler Çağla'yı 1995'de yayımladı. On dört yıl aradan sonra Hudayinabit'le çıkageldi. Çobanoğlu, şiirlerini sadece iki dergide yayımladı; Nar ve Dergâh. Dergâh dergisi, ben de içine, birçok şaire 'okul' olmuştur. Çobanoğlu, Dergâh dergisi şairlerindendir. 90 Kuşağı'nın en önemli ve en az yazan (görünen) isimlerinden biri. Ayrıca, Süleyman Çobanoğlu bütün şiirlerini hece ölçüsüyle yazmış; 90 sonrası Türk şiirinin en ayrıksı şairi.

MODERN HECE ŞİİRİ

Süleyman Çobanoğlu şiirinin en önemli özelliği; modern şiirin hece vezniyle yeni bir biçemde yaratılmış olmasıdır. Daha önce yazmıştım (Ses Ayrıcalığı, Milli Gazete), yinelemekte fayda görüyorum; “Süleyman Çobanoğlu hece şiirini modern bir söyleme kavuşturarak Beş Hececiler'in Anadolu'ya romantik bakışını ve 'resmiyet'ini yıktı.” Beş Hececiler kendi yurdunu (Türkiye) kendi imge dünyasında yaşamamış; bürokratik bir havayla gözlemlemişlerdir. Elbette bir şair gözlemle şiir yazabilir fakat yaşayarak yazıldığında (en azından o havayı verdiğinde) daha inandırıcı oluyor. Yaşamı, sanatın bütün gereklilikleri içinde vermesinden söz ediyorum. Yoksa yaşanmışlığı olduğu gibi düz bir şekilde vermekten değil. Ki o zaman şiirden söz edemeyiz. Aklıselim ortak kanaat şu; hece şiiri Necip Fazıl Kısakürek'te en olgun dönemini yaşamıştır. Sonraki dönemlerde, şairler şiirlerinde heceyi pek kullanmamışlardır. Türk şiiri, doksanlara geldiğinde; 80 Dönemi şiirinin estetizmiyle karşılaşmış; dönem şairleri şiire bir çıkış yolu aramak için Garip ve İkinci Yeni akımlarını tekrar keşfe koyulmuşlardır. 90 Kuşağı şairlerinin hepsi bu 'keşif'te kendi konumlarını belirlemeye çalışırken; Çobanoğlu kendine özgü 'güzergâh'ını kurarak; o yolda -şimdilik- tek başına ilerlemiş/ilerlemekte. Hâlihazırdaki şiirin tersine bir şiirle. Çobanoğlu'nun derdi heceyi diriltmek değil, kendi şiirini kurma çabası. Çobanoğlu şiirinde büyük ve derin bir gelenek algısı var; modern yaşamın yüzüne karşı söyleniyor bu. Her dize kurşungeçirmez bir organizma sanki. Hayatın trajik sertliğini 'olduğu gibi' şiire taşıyor; kurduğu dünyanın her ayrıntısı orijinaldir. Trajik olan bir yanıyla her zaman ironi barındırır. Çobanoğlu şiirindeki ironi diğer 90 Kuşağı şairlerindeki ironiye benzemiyor. Asık suratlı bir ironi var. İfadenin 'çelişki' barındırdığının farkındayım; modern olana karşı modern bir söyleyişle ama geleneğin formuyla durması da 'çelişki'lidir. 'Çelişki' her büyük şiirin atardamarı değil mi. Büyük şiirler büyük 'çelişki'lerden doğar; 'kaynak' hep 'uzantı'da kendini korur/korumuştur.

KÖKENİNE BAĞLI IRMAK

Çobanoğlu şiirinin iki kaynağı var Türk şiir haritamızda. Biri halk şiiri (özellikle Karacoğlan) ve Ahmet Muhip Dranas, diğeri ise Necip Fazıl Kısakürek ve İsmet Özel. Çobanoğlu'nun ilk şiirlerinde; Özel şiirinin gür sesinde yankı bulan sertlik içerikte kendini gösterirken; formdaki 'takırtı' Necip Fazıl'ı andırıyor. Son dönem şiirlerinde ise, halk şiiri duyarlığı ve Dranas'taki ses yumuşaklığında 'mayalanan' esin hâkim. Şöyle de söylenebilir; form ilk şiirlerinde daha baskın yani teknik yapı hemen dikkat çekerken; son dönem şiirlerinde ise form geride durarak 'şiirin yumuşak dünyası' öne çıkmakta. Bu yönüyle Dranas kaynağından geliyor; müziğin bütün materyalleri kendi tınısını seslerken teknik bir tattan ziyade kendiliğindenlik önde durmakta. Tam bu noktada Fransız şair Paul Valery'nin “güzel olan hiçbir şey hülasa edilemez” sözü aklımıza geliyor. Çünkü bağlantı noktası geleneği imlese de, asıl kaynak (şair) mümkünü itibariyle Mutlak çizgiden. Türk şiir havzasında başka kaynağa eğilmiyor; kendi 'köken'ine bağlı bir ırmak… Yukarıda söylediğim isimler, sadece, 'güzergâh'ın önemli kilometre taşlarıdır. Yoksa Çobanoğlu şiirinde 'hak sahipleri' değil.Süleyman Çobanoğlu şiirinin biçeminde; modern yaşamın içinde kalarak 'İslam hassasiyeti'ni bütün alanlara hâkim kılma sorumluluğu ve isteği var. Bu durumdan dolayı aynı kuşaktan önemli bir şair olan İbrahim Tenekeci şiirinin çizgisine yakın olmakla birlikte; Tenekeci şiiri söz konusu çizelgede 'neşe'den kaynaklanması hasebiyle 'şımarık' dururken, Çobanoğlu'nda trajediden doğan 'ciddiyet' hâkimdir. Örneğin; “Allah'ım nasıl da bu kadar soylu”, “Asla namazdan önce şi're bakmayacaksın” ve “Sana yoksullarla şükür ederim” dizelerinde görüldüğü gibi.

2000'li yıllarda aşk şiiri pek yazılmadı. Bazı mevkutelerde (dergilerde) aşk şiiri olduğu söylenen, yazarının ergen hançeresinden çıkmış sivilceli, sulugöz, cıvık ve arabesk metinler piyasaya sürüldü. Biz bu 'piyasa işi' sürüme itibar etmiyoruz. Şiir sanatının 'şahsiyet'i ve teknik yapısı gereğince… Aşk şiiri beşeri olduğu kadar 'öteli' de olmalıdır. Burada öteli derken 'ilahi aşk'ı kastettiğim anlaşılmasın; bilakis ilahi aşkı yazdığını zanneden bazı kalemler, ergenlerden daha sulugöz ve arabesk. Kastım, aşk şiirinin yaşadığımız kaypak çağda şairin sokaktaki hayattan başka, kendine özgü değerler sisteminden yarattığı zihin dünyasından sadır olmasıdır. Yani sosyal hayattaki sıradan, çürük, pespaye durumları 'aşk şiiri' olarak sunmaya çalışması değil. Sosyal gerçekleri devre dışı bıraktığım sanılmasın; içinde bulunduğumuz yaşama şairin teklif edeceği bir 'algı dünyası' olsun istiyorum. Ben hem beşeri olan, hem Mutlak gerçeği yansıtan ve hem de masalsı bir yan barındıran bir şiirden bahsediyorum. İşte bunu Çobanoğlu başardı; günümüzde aşk şiiri nasıl yazılır onu gösterdi bize. Bu anlamda; Seni Aşkından Bile, Aşk Mektubu ve Tekfurun Kızı başlıklı şiirleri; sözcük zenginliği, hoş müziği, masalsı endamıyla ezberlenmeye teşne aşk şiirleridir. Süleyman Çobanoğlu kendi kuşağındaki diğer şairlere göre az ve öz şiiriyle, modern hece şiirinin tek ustasıdır. Türk şiirinde geleneği dönüştürüp, yepyeni, tekrar yaratarak ilk şiirinden son şiirine kadar usta kalabilmiş önemli bir şair.



14 yıl önce