|

Meryem'in alamadığı nefesin sancısı

Sosyal sorunlara çözüm aramadan sadece yönetim biçimini gündeme getirmenin sorunu hiçbir şekilde çözmeyeceğini ifade eden Mehmet Altan, İstanbul'un Şişli ilçesi ile Bitlis'in Yedisu ilçesi arasında 274 misli gelir farkı olduğuna dikkat çekiyor

Niyazi Efe
00:00 - 9/02/2011 Çarşamba
Güncelleme: 23:04 - 7/02/2011 Pazartesi
Yeni Şafak
Meryem'in alamadığı nefesin sancısı
Meryem'in alamadığı nefesin sancısı

Meryem, sadece ismiyle var olabilmiş bir çocuk. Gazetelerde yer almış, televizyon programlarında hakkında konuşulmuş, adına haberler yapılmış, bahtsız, günahsız bir bebek. Bedeniyle ise, sistemdeki sorunlara ve kargaşaya ancak on iki saat dayanabildi. Dünyaya yaşamak umuduyla gelen bu melek, civardaki hastanelerde yeterli küvöz bulunmadığı için, belki elinden yeterince tutmadığımız için, belki de insan olarak ona yeterli değeri vermediğimiz için, bize küserek, bu dünyayı terk etti.

Evet, yanlış okumadınız. Bütün bunlar bu topraklarda yaşandı. Hem de sadece birkaç yıl önce... Fakat şimdi çok az ayrıntısı hafızamızda. Çok azımız, Meryem bebeğin başına gelenleri anımsayabiliyor, önemsiyor.

Yaşam ile ölüm arasında tercih

2009 yılının Temmuz ayında, Muş'ta, 6,5 aylık olarak dünyaya gelen Meryem bebek; civardaki illerden sadece Van'da (o da yalnızca bir tane) müsait küvöz bulunduğu için, ikiz kardeşi Ebrar'ın yaşaması uğruna hayatını feda etti. Hayır, yanlış söylemeyelim. Bu tercihi o yapmadı. Daha acı olanı da bu zaten: Bu tercihi yapmak, Ebrar ve Meryem bebeklerin anne ve babasının omuzlarına ateşten bir gömlek olarak bırakıldı. Ve o gün, bu anne ve baba, sırf Türkiye'de bir şeyler hiç değişmediği için, iki bebeklerinden birisinin ölümünü seçmek zorunda kaldılar. Erzurum'da, Şanlıurfa'da, Diyarbakır'da, Muş'ta bir türlü bulunamayan boş küvöz yüzünden, Meryem'i cennete uğurladılar. Ebrar'ı ise, yine riskli bir yolculukla, 223 kilometre ötedeki Van'a yolladılar. Ebrar kurtuldu, Meryem ise... Meryem artık bedensiz bir melek...

En iyi sorgulamalar olaylar üzerinden yapılır

Mehmet Altan Etkileşim Yayınları'ndan Ocak ayı içinde çıkan Muş'ta Meryem Olmak kitabında sisteme dair sorgulamalara girişiyor. Herkesin büyük büyük cümlelerle birbirlerine yüklendiği, suçladığı bir alanda; Zergan Deresi, Ceylan'ın bir havan mermisiyle öldürülmesi hadisesi, Bilgeköy Katliamı, Zonguldak'taki cinnet olayı ve nihayet kitaba ismini de veren Meryem bebeğin kısacık hayat serüveni üzerinden sisteme derin ve sağlam eleştiriler yöneltiyor. Zaten kendisi de kitabının ilerleyen bölümlerinde; yaptığımız en büyük hatanın; sistemi demagojik söylemlerle tartışma telaşına girip kuru sloganlar savurarak, aksaklıklar üzerine hiç konuşmayışımız olduğunu söylüyor. Altan'a göre; sistem hakkında en iyi sorgulamalar ancak olaylar üzerinden yapılabilir. Olaylar, sistemlerin iyi çalışıp çalışmadıklarını en açık bir şekilde ele verirler. Şu an iyileştirmelere uğrayan kanunların bile uygulanıp uygulanmadığını biz, bu olayları inceleyerek anlayabiliriz. Aksi takdirde sadece kanunları değiştirerek ve uygulama hatalarını görmezden gelerek Türkiye'nin sorunları çözülemez.

Kitabın içinde anlatılanlar bir yazıda bitirilemeyecek kadar zengin. Bu yüzden sayfalar arasında cımbızladığım notları yazmaktan vazgeçiyorum. Fakat Mehmet Altan'ın sorunlarımızın başı olduğunu düşündüğü "meseleleri insanî boyutlarıyla ele alamamak" hakikaten en büyük sorunsalımız gibi... Çünkü bu topraklar üzerinde birçok kesim eziliyor, ama hiçbiri bir diğerini önemsemiyor. Aleviler eziliyor, ama Sünniler de eziliyor. Kürtler eziliyor, ama Türkler de eziliyor. Hıristiyanlar eziliyor, ama Müslümanlar da eziliyor. Hepsi bir yönleriyle sistemdeki hatalardan mağdurlar. Fakat en büyük problem Mehmet Altan'ın da ifadesiyle aynen bu: "Hiçbir kesim bir diğerinin mağduriyetini mağduriyetten saymıyor." Herkes, bir diğerinin ezilmesine sessiz... Bu karşılıklı sessizlikler, elbette bir çığlığa dönüşemiyor ve vesayet düzeni alıp başını gidiyor.

13 yıl önce