|

Mesafeli mesafesizliğin edebiyat içindeki yeri

Esra Yalazan'ın kendi öznelliğini, okuma deneyimini yani ben'ini soyutlamaksızın, edebi olan ile bağlantı kurma eğiliminin baskın olduğu Kelimeler ve Kader'de en çok mesafe/sizlik meselesi dikkat çekiyor

Asım Öz
00:00 - 14/12/2011 Çarşamba
Güncelleme: 21:49 - 13/12/2011 Salı
Yeni Şafak
Mesafeli mesafesizliğin edebiyat içindeki yeri
Mesafeli mesafesizliğin edebiyat içindeki yeri

Edebiyatta mesafenin ne olduğunu herkes bilir, fakat onu tarif etmekte herkes zorlanır. Mesafe/sizlik konusu bu yazının başlangıcından ziyade hedefidir. Ernst Bloch“Edebiyatta Şimdiki Zaman” adlı yazısında bir durumu daha iyi anlayabilmek için o durumla aramıza belli bir mesafenin girmiş olması gerektiğini vurgular. Ona göre: “(…) mesafe olmaksızın, bir durumun tam içindeyken, o durumun deneyimini yaşamamız bile imkânsızdır; hele yaşadığını temsil etmeniz, onu doğru bir biçimde sunmanız- bu temsil ya da sunumun genel bir durumu ortaya koyması gerektiği de düşünülürse- hiç olanaklı değildir. Genel olarak şunu söyleyebiliriz: Yakın olmak meseleleri zorlaştırır; herhangi bir şey çok yakınınızdaysa, sizi körleştirir, en azından dilinize ket vurur.” Bazı durumlar için fazlalık olan mesafe bazı durumlar içinse gereklidir. Öyle ki, bazı durumlarda mesafesizlik bir erdem olarak da ortaya çıkar.

Edebi dünya ile akademik olarak ilgilenmenin bariz yanı öznelliğini yitiren ifadelerden kurulu anlatımın baskın oluşudur. Bu baskınlık hâli çoğu zaman edebiyatın kişisel tınısının, en önemlisi de öznelliğinin yitimiyle sonuçlanır ve arada büyük hatta kapatılması pek mümkün olmayan bir mesafe meydana gelir. Makale ile deneme arasındaki fark gibi de düşünülebilir bu. Edebî kamuya bakıldığında bunun pek çok örneği görülebilir. Düşüncelerin kişisellikten arındırılarak sunumunun getirdiği üçüncü şahıs anlatımları ya da anonimleşme bu büyük yitimin sonuçlarından sadece biridir.

Kişisel tınıyı yansıtmak

Bu genel tasviri niçin yaptım? Elbette sebepsiz değil. Edebiyat dünyasına ilişkin yazdığı yazılarda kişisel tınıyı yansıtabilen başarılı yazarlardan biri olarak gördüğüm Esra Yalazan'ın Kelimeler ve Kader adıyla kitaplaşan denemelerinin en dikkat çeken yanını ortaya koymak için. Mesafe/sizlik meselesini esaslı bir biçimde bilmek ve kavramak için, Kelimeler ve Kader'e odaklanmak ve bu bilinç durumunun ortaya çıkış hallerini somut örneklerle tartışmak bu yazının hedefi.

Esra Yalazan, bu kitabında yer alan tüm denemelerinde Türk edebiyatının ve dünya edebiyatının önemli isimleri/eserleri üzerinde durmaktadır: Woolf, Borges, Fowles, James Joyce, Zweig, Hesse, Marquez, Buzzati, Sandor Marai, Gide, Pasternak, Tanpınar, A. Şinasi Hisar, Sabahattin Ali, Refik Halit Karay, Tezer Özlü, Ingeborg Bachman, Pascal Mercier ve Thomas Bernhard ve diğerleri kronolojik olmayan, portreyi andıran bir biçimde işlenmektedir. Düşüncelerini içtenlikle anlatmayı başaran Yalazan'ın ilk yazısının düzyazıyı hor gören “edebiyatçılara karşı da biraz mesafeli” duran bir şairin şiir üzerine düşünceleri ile mesafesiz ilgilenen bir değini oluşu da mesafe/sizlik meselesini tartışmak bakımından önemsenmeli.

Denemeleri Fatma Barbarosoğlu'nun ayrımıyla yatay değil dikey boyutta mesafe/sizlik teması üzerinden okumanın önemsenmesi gereken bir okuma deneyimi olduğunu düşünüyorum. Yalazan, büyüdüğünü sandığı zamanlarda Herman Hesse ile mesafesinin epey açıldığını itiraf ederek okur cemaatlerinde zaman zaman nükseden aşma psikolojisini örnekler. Tabii her zaman olumlanan bir durum değildir mesafesizlik. Mesela şu vurguya dikkat edilmeli: “Bazen berbat bir 'sıkışmışlık' duygusundan sıyrılabilmek için kendime hayali seyahatler icat ediyorum. Bu çabam daha ziyade tanıdığım dünyayla arama mesafe koyma arzusuyla ilgili.” Burada bilinen dünya ile yazar arasına konulan mesafe dikey olarak kalıcılıklarını kanıtlayan metinlere mesafesiz yaklaşmanın da başlangıcını oluşturuyor.

Sözgelimi yazar Bruno Nardini'nin yazdığı Leonardo Da Vinci biyografisinde anlatılanın anlatıcıyı değerlendirdiği satırlardan “mesafeli, titiz ama samimiyetle yazılmış bir biyografi” bölümüne dikkat kesilir. Biyografilerini mesafesini koruyarak yazan ve Avrupa kültür tarihine ışık tutan Stefan Zweig hakkında ise şu cümleleri kurar: “Ben onun gibi mesafeli olmayı beceremiyorum. Son sayfayı kapatırken gözlerim yanıyor. Bu ânı ağaçlara, taşlara, yeryüzüne onun için de bir çentik atmak için kaydedersem belki bizi duyar diye olduğu gibi yazıveriyorum işte...”

Mesafenin derinliği

Tolstoy'un özellikleri arasında sayılan kalabalıklara mesafeli olma hali hakkında herhangi bir yorum yapılmadığı dikkat çekerken Tezer Özlü'nün özlü yazılarına değinilen satırlarda mesafe koyma durumu olumlu bir nitelik olarak anılır: “Öyle can yakan, sade bir üslubun kendiliğinden akışını sezebilmek, doğallığını anlayabilmek için, bir yazarın kendisiyle acıları arasına koyduğu mesafenin derinliğini de hissedebilmek gerekiyor çünkü.” Neruda'ın üçüncü ve son karısı Matilde Urrutia'nın ürperten kitabı Neruda'yla Hayatım'ı okuma deneyimini anlatırken “Bütün dünyanın hayran olduğu, politik duruşuyla da sevilen, sabırsız bir çocuk gibi iştahla hayatı merak eden, hep gitmek zorunda olan 'huysuz' bir şairi, tutkuyla sevmek ve onu ölümünden sonra mesafeli bir sevecenlikle anlatabilmek pek kolay olmasa gerek, diye düşündüm mütevazı cümlelerini okurken” der. Thomas Bernard'ın Ses Taklitçisi ise yazara onun yazıyla kendisi arasına koyduğu mesafeyi düşündürür.


12 yıl önce