|

Mutluluk bazen insana suçluluk olarak geri döner

Selim İleri, yeni kitabı Yağmur Akşamları'nda, edebiyat dünyasının ve okurun bazen ne kadar acımasız olabileceğini küskün bir yazarın hayatı üzerinden anlatıyor. Kitap, İleri'nin gençliğinden de izler taşıyor

Yusuf Atlıhan
00:00 - 8/06/2011 Çarşamba
Güncelleme: 23:01 - 7/06/2011 Salı
Yeni Şafak
Mutluluk bazen insana suçluluk olarak geri döner
Mutluluk bazen insana suçluluk olarak geri döner

Selim İleri, tartışmasız edebiyatımızın yaşayan en önemli kalemlerinden. Yazınımıza şimdiye kadar onlarca öykü ve roman kazandıran usta kalem, bu kez gerçek hayatla yoğrulmuş bir hikayeyle okurlarının karşısına çıkıyor: Yağmur Akşamları... Everest Yayınları tarafından yayınlanan kitap, en temelde, kıyıda köşede kalmış bir yazarın küskünlüğünü anlatıyor. Konusunu gerçek bir çevre ve yazardan alan kitabın bir bölümü otobiyografik öğeler de barındırıyor.

Yağmur Akşamları ilgisizlikten kendi köşesine çekilmiş, beklediği ilgiyi göremeyince küskünlük içinde kaybolup giden bir yazarın hikayesi. Böyle bir karakteri yazmaya nasıl karar verdiniz?

Yağmur Akşamları gerçek hayattaki bir insandan doğrudan esinlenerek yazılmış bir kitap. Edebiyat dünyamızın ve okurlarımızın, zaman zaman ne kadar haksızlık yapabileceğini, kırıcı olabileceğini ortaya koyuyor. Bir insanın etkin olduğu, çalışma arzusuyla dolup taştığı bir dönemde, yazılarıyla, çalışmalarıyla fazla ilgilenilmemesi, kıyıya kenara itilmesi ve bunun sonucunda ortaya çıkan bir tür küskünlüğün hikayesi…

Bu kitabı yazınınız içinde nasıl konumlandırıyorsunuz?

Yağmur Akşamları'nın diğer hikaye kitaplarımdan en büyük farkı, içindeki geçmiş yaşamla kurmaca yaşamların iç içe geçmesi. Eskiden belki biraz da olsa gerçek yaşam yazılarıma esin kaynağı oluyordu. Fakat bu çalışmada çok bilinçli olarak gerçek yaşantılardan yararlanmayı tercih ettim. Teşvikiye'de kendisine yeni bir hayat kurmaya çalışan genç, aslında benim kendi gençliğimle ilgili. Eğer o gencin okumaya ilgisi olmasaydı belki bugüne kadar gelemeyecek ve kitaba adını veren Yağmur Akşamları'ndaki gibi bir küskünlük içinde kaybolup gidecekti. Kitapta bunun etrafında durmaya çalıştım. Biraz da belki Türkiye'nin son 30-40 yılındaki -hatta belki 100 yıl- bitmeyen çalkantılarının bize ne kadar çok şey kaybettirdiğini anlatmaya çalıştım. Teşvikiye'deki başlangıç, yolun başındaki umutlar, beklentiler, ümitlerle geçen 40 yıl, sonunda umutsuzluklar ve o ülkülerin kayboluşları… Yağmur Akşamları bir anlamda iflasın kitabı gibi..

'Geçmiş' yazarlık hayatınızın ana teması gibi. Birçok kitabınızda 'geçmiş' kurgu içinde önemli bir yer kaplıyor. Geçmişle aranızdaki dostluğu, köprüyü nasıl kuruyorsunuz?

Geçmiş insanın sürekli olarak dönüp baktığı bir şeydir. Aslında geçmişe takılıp kalmak çok da doğru değildir bir anlamda. Önündeki zamanı iyi değerlendirmek gerekir fakat geçmişte çözümsüz kalan bazı noktaların insan hayatında ilerde çok ağır ödentileri oluyor. Geçmişle hesaplaşma arzum biraz da bununla ilgili bir şey aslında. Geçmiş olmasa, geçmişteki hatalar olmasa, insan o hataları beynine yükleyemezse yarın da o hataların tekerrür etmeleri kaçınılmaz oluyor. Bundan kaçamıyorsunuz. Biraz belki ödeme, ödeşme içgüdüsüyle yapılan bir şey benimkisi.

Kitabınızın bir yerinde “Beni öyküye alıp götürenler arasında Oktay Akbal, Nezihe Meriç ve onlardan okuduğum Sait Faik. Sabahattin Ali var” diyorsunuz. Bu yazarlar iç dünyanızı nasıl etkiledi?

Özellikle Oktay Akbal'ın Yalnızlık Bana Yasak adlı kitabı beni çok etkiledi. Ç ünkü benim ruh dünyama çok yakın hikayeler içeriyordu. İnsan kendisiyle karşılaşmış ya da yapmak istediğiyle karşılaşmış gibi oluyor. Onların yazdıklarından etkileniyorsunuz, esinleniyorsunuz hatta bazen kendinizi buluncaya kadar taklit ediyorsunuz. Bir anlamda onlar ustanız oluyor ve usta- çırak ilişkisi devam ediyor. Sanatın başlangıç kısmında taklidin olmamasına imkan yoktur. O dönemde bu yazarların bana büyük etkisi oldu. Sait Faik'i biraz geç tanıdım. Belki Oktay Akbal'ın üzerinde de Sait Faik'in etkisi vardır. Ama hepsinin bende etkisi oldu ve hala da devam ediyor bu etki.

Çok üretken bir yazarsınız. Hayatınızın herhangi bir döneminde ve özellikle son döneminde anlaşılmamak gibi bir kaygı taşıdınız mı?

Öyle bir kaygımın olmamasını temenni ederdim. Özellikle son zamanlarda “Zor anlaşılıyor, kitaplarını daha dolaysız yazabilir” türünden eleştiriler gelebiliyor. Ben zor bir şey yazdığımı düşünmüyorum ama insanlar 'zorlanıyoruz okurken buna mukabil yemek tariflerinin olduğu kitaplar gibi yazsanız daha açık olur' türünde şeyler söylüyorlar. Fakat edebiyat böyle değil. Yeni bir okur var bence ve edebiyatın ne olduğunu bilmiyor. Sunulan bir takım hafif kitapları edebiyat diye okuyor. Tabiî ki bu kitaplardan da lezzet alınır fakat onlara edebiyat gözüyle bakmak yanlış olur. Edebiyat dediğimiz şey tabi olarak okuru zorlamalıdır. Biraz kolaycılığa kaçıyor okur. Okurken yorulmak istemiyor, yorulunca da sizden soğuyor.

Kitaplarınızda çok sık beslendiğiniz bir kaynak İstanbul. Son kitabınızda da yine İstanbul var. Hayalinizdeki İstanbul nasıl bir yer?

Hayalimdeki İstanbul benim yetiştiğim, özlediğim eski İstanbul. Özlediğim İstanbul da çocukluğumdaki İstanbul diyebilirim. Bu kadar betonu olmayan, dört bir yanı gökdelenlerle donatılmamış, her tarafı AVM haline getirilmemiş, çok daha bahçeli, çok daha yeşil İstanbul. Bu bana çok zevksiz ve korkunç geliyor. Benim yetiştiğim yıllarda o dönem için modern sayılan apartmanların bile arka bahçelerinde bahçeler, meyve ağaçları vardı. Her apartmanın iki bahçesi vardı. Ön bahçede çiçeklerin olduğu, arka bahçede meyve ağaçlarının olduğu o İstanbul'u düşünün. Şimdiki İstanbul'u tanıyamıyorum. Bugünkü İstanbul'da yaşadığımdan mutluluk duyduğumu söyleyemeyeceğim. Özellikle trafik çok vaktini alıyor insanın. Onun için ben dışarı çıkmıyorum. Sürekli evde çalışıyorum. Ancak sevindiğim tarafları da var. Geçmişte tarihi yapılarımıza karşı insafsız bir hayırsızlığımız vardı. Bugün onları en azından koruma fikri taşıyoruz. Belki koruyamıyoruz tam anlamıyla ama daha olumlu adımlar atılıyor. Onun için eski İstanbul'u yazmayı seviyorum.

Çok sayıda dostunuz, okurunuz var. Buna rağmen kendinizi yalnız hissediyor musunuz?

Evet hissediyorum. Kendime ait olarak görmüyorum bunu. Bizim toplumumuzda büyük bir acı görüyorum. O acıyı anlamaya çalışıyorum. Hiçbir zaman insan bir başkasını kendisi kadar ne sevebilir ne de anlayabilir ama yine de başkalarının acılarına karşı kayıtsız değilim. Evet, çok dostum sevenim var fakat başkalarının acılarını gördüğünüz zaman o mutluluk olan şey size suçluluk olarak dönüyor. Bunca acı varken ben nasıl mutlu olabilirim diyorsunuz. İnsanlar maddi manevi zorluklar içindeyken kendinizi suçlu hissediyorsunuz. Mesela yeni bir elbise giydiğim vakit kendimi suçlu hissederim. Çünkü toplumun yarısından fazlası ekonomik zorluklar içerisinde yaşıyor. Bu durumda yeni bir şeyler alıp giymek bana çok ayıp geliyor. Yaşadığım toprağı ve insanlarını seviyorum ben. Tek bir birey olarak ele aldığım zaman onları seviyorum. Bizde bazı şeylerin siyasallaşması çok tehlikeli. Çünkü birbirimizi anlamaları alıp götürüyor. Ben gerçekten insanların tek tek tahlil edilmesi gerektiğini düşünüyorum. Özellikle edebiyat bunu yapmalı.

“Her insan yalnızdır ama kimileri vakit bulup dinleyemez yalnızlıklarını” diyorsunuz. İnsan kendi yalnızlığını nasıl dinler?

İnsanın kendi yalnızlığını dinleyebilmesi için ekonomik imkan sahibi olması gerekiyor. Akşama ne yiyeceğiz? Aileme nasıl bakacağım? Bu gibi mesuliyetler olduğu vakit milyon defa yalnız kalsanız da yalnızlığınızı dinleyemezsiniz. Çünkü var gücünüzle oraya odaklanırsınız. Kendinizi dinlemeye pek fırsatınız olmaz. Bana göre insanın kendi yalnızlığını dinlemesi biraz da lüks bir şeydir. Maalesef günümüzde artık kitap okumak bile lüks haline geldi. Ekonomik zorluklar bunu nerdeyse imkansız hale getiriyor.

Sanat yaşamınızda 43 yılı geride bıraktınız. Sizin için ne ifade ediyor?

Şanslı biri olduğumu düşünüyorum. Çünkü cumhuriyet tarihinde meslek olarak sadece yazarlık yapan bir tek benim sanırım. Yalnızca yazıyla götürebildiğim bir meslek alanım oldu. Ben de senaryoyazdım, program yaptım ama bunlar yine edebiyattan besleniyordu. Bu durum bir yazar için çok önemli bence. Başka mesleklerin yanında ikincil olarak edebiyat yapmak gerçekten çok çetin bir şey. Geride bıraktığım 43 yıla baktığımda beni buraya kadar getirmiş olan okura çok büyük bir şükran borçluyum.

13 yıl önce