Gazeteci Yazar Mehmet Ali Bulut, Ruhun Deşifresi çalışmasıyla alışılmış kişisel gelişim kitaplarının dışına çıkıyor. Beden ve ruh uyumunun ancak dini keşfetmekle mümkün olacağını dile getiren Bulut, Batılı değerlerin insanı yozlaştırdığına dikkat çekiyor. Yazar, mutluluğun, ruh ve beden uyumunda, bu uyumunda dini yeniden keşfetmekte olduğunu söylüyor.
Size şunu söyleyebilirim ki, bu kitabı yazmaya beni sevk eden, Batıdan çevrilen kişisel başarı kitaplarındaki insana ve yaratıcıya dair küstah ve haddini aşan ifadelerdir.
Bildiğiniz gibi Batıdan bize bir yığın kişisel gelişim önerileri, yoga ve meditasyon gibi ruhu ve bedeni huzura kavuşturma(!) pratikleri, NLP prensipleri transfer ve hatta çoğu kez empoze ediliyor. Üzüntüyle görüyorum ki aslında özünde bizim yüzyıllar önce terk ettiğimiz gerçekleri, inkarcı bir zihniyete de alet ederek önümüze koyuyorlar, üstelik de çuval dolusu paramızı alıyorlar. Batının disipline ettiği ve bilim haline getirdiği bu prensipler, dikkatli incelendiğinde görülecektir ki özünde, bizim yüzyıllar önce terk ettiğimiz usullerden üretilmiş yöntemlerdir. Biz o usulleri uygulamayı terk ettiğimiz için hayatı doğru kurgulamayı kaybettik. Hayatı doğru kurgulayamayınca her şey mihverinden kaymış oldu ve başarısızlık da doğal olarak kadere dönüştü.
Bunun tek yolu var. Dini yeniden keşfetmek... Din, bize işlerimizi daha hızlı ve kolay yoldan anlayıp yapmamızı sağlayacak şu dünyevi düzen hakkında da çok reçeteler sunar. Halbu ki bugünkü geri kalmışlığımıza din sebep gösterildi uzun zaman. Medeniyet yarışında geri kalmamızda dinin büyük rol oynadığı sanıldı. Mamafih bu 'sanı'da bir hakikat kırıntısı var. Çünkü dinin mevcut anlatım şekli, kavramların bizdeki ilk çağrışımları ve mevcut izahları bizi cidden atalete sevk etmiş. Oysa Kur'anî kavramların hiç birisi bu ithamı hak etmiyor. Öyleyse yanılgı bizim algı biçimimizde. Yani sorun bizde. İşte o yüzden ben tam da bu sebeple o kavramları yeni bir perspektifle ele almamız gerektiğini söylüyorum. Benim telaşım dini anlamda değil. Hayatı ıskalamamak içindir. Seküler bakıyorum yani Kur'anın kavramlarına... Diyorum ki, doğrularımızı gözden geçirmemiz, kavramları, ta başlangıçtaki algılarıyla yeniden formatlamamız gerekiyor.
Evet duygusallık konusu, kitapta değişik vesilelerle çokça vurguladığım bir konu. Çünkü duygusallık, 'duygu' dediğimiz ve aslında insanı yücelten bir özelliğin, sinsice insanı yıkan ve içten içe çürüten merhalesidir... Duygusallık, insanın irade kullanımını engelleyen bir beladır. Aklın iptalidir... Aslında insanı yücelten duyguların, onu alçaltmaya neden olan bir hal almasıdır... Elbette duygu ve duyarlılık olmadan bu alemin kahrı çekilemez. Duygular, insana, insanlara, çevreye ve eşyaya karşı saygılı olmamız için bize verilmiştir. Annemizi, babamızı, eşimizi, çocuklarımızı, ailemizi, akrabalarımızı, milletimizi ve insanları sevebilmemiz, üzerinde yaşadığımız şu dünyayı yaşanabilir kılmamız ve yardımlaşmamız için verilmiştir... Ama siz o duygularla oluşturduğunuz ilişkileri, sevgileri, bağlılıkları, sizin doğru karar vermenizi önleyecek ifrat noktalara ulaştırırsanız, o artık sizin tuzağınız ve zaafınız olur...
Hepsini! Çünkü insan bunların hepsidir. Bir araba kaportası, motoru, benzini, marşı, krankı, direksiyonu vs... hepsiyle birlikte arabadır. Birini önceleyemezsiniz. Ama illa da bir şeyi önceleyecek olursam, ben ego=Ene'yi öncelerdim. Çünkü o, Cenab-ı Hakk'ın bizde tecelli etmiş tüm isimlerinden oluşmuş bir terkip, bir mahiyettir. İnsanı batıran da çıkaran da nefstir. Akıl, yürek, duyular hepsi ama hepsi onun birer fonksiyonudur. Ruh bile, nefsin mahiyetinde var olan kabiliyetlerin tezahürü için şu bedene sıkıştırılmıştır...
Kendi yöntemlerini kullanmalı. Bizi bugün yanılgıya sevk eden bir paradokstur. Bugünün rekabet usulleri tanrı tanımaz, kapitalist ve emperyalist Batının üretip dayattığı usullerdir. Biz, 'şahit' bir ümmetiz. Mesela, Batılılar, 'medeni' olma ididasında oldukları halde, diğer medeniyetlere karşı toleranssızdırlar. Endülüs, Maya, İnka, Aztek, Kızılderili medeniyetlerini yok ettiler. Kesa bizim Balkanlardaki bütün eserlerimizi haritadan sildiler. Şimdi onlar öyle yapıyor diye Müslümanların da katliam yapması veya onların inşa ettiği eserleri yıkması mı gerekiyor. Hayır!Biz vasat ve insanlık için şahit olmak üzere çıkarılmış bir ümmetiz. Biz tahripkar olamayız. Onların yıkıcı ve tahrip edici usullerine rağmen, biz hayatın içinde sıdkiyyetin mümessilleri olmayı başaramazsak, onların usulüne hayat kazandırmış oluruz ve nitekim oluyoruz da. İşte paradoks burada. Biz onların yöntemiyle onlarla mücadele etmeyi sürdürdükçe onların medeniyetine hayat vermiş oluyoruz. Her şeye rağmen, kendi rahmani ve insani yöntemlerimizi geliştirmek zorundayız. Çünkü sıdk, bizim dinimizin de ahlakımızın da medeniyetimizin de üssü'l-esasıdır.