Doğduğu, büyüdüğü topraklardan ayrılmayan, ömrünü toprağının çocuklarına adayan bir isim Sara Gürbüz Özeren. Öğretmenlik yaparken bir yandan da çocuklar için yazarak onları çok yönlü besleyen Özeren, Eskader, TDK gibi kurumlardan ödül almasına rağmen yazarlığı hobi olarak yaptığını söyleyecek kadar da alçakgönüllü. Özeren'le yazı macerasını konuştuk.
Yazmak hep içimde vardı. İlkokuldan beri yazı benimle desem yanlış olmaz. 1975 yılında öğretmen okulundan mezun olunca Erzurum Şenkaya ilçesinin bir dağ köyüne tayin oldum. Yolu, elektriği, suyu olmayan bir köydü. İki öğretmen birleştirilmiş sınıf okutuyorduk. Çocuklara okumaları hızlansın diye kitap okutmam lazım ama materyal yok. Elimizdeki birkaç kitap da yaşlarına hitap etmiyordu. Ben de bu eksikliği gidermek için geceleri hikaye yazıp sabah çocuklara dağıtmaya başladım. Ya da anlatıyordum onlar dinliyordu. Akıllarında kalanları yazıyorlardı. Böylece kitap açığını kapatmaya çalışıyordum.
Kesinlikle. 39 yıldır çocuklarla birlikte yaşıyorum. Onları yakından gözlüyorum. Sınıfta onlar gibi oluyorsunuz zaten. Bu yazarken de kolaylık sağlıyor.
Bizde sözlü kültür çok önemlidir. Doğuda kışlar çok uzun geçer. Benim çocukluğumda başka bir iletişim aracı yoktu. Halk ozanları gelirdi ilçemize. Kahvehanelerde, halk evlerinde, erkekler gider onları dinlerdi. Babam da bir halk ozanıydı. Onlardan derlediklerini ertesi gün gelir bize anlatırdı. Çok merakla dinlerdim. Akşamları ise sıra gecesi gibi oturmalar olurdu. Her akşam bir eve misafirliğe gidilirdi. O evin yaşlısı askerlik hatıralarını anlatır, savaş hatıralarını anlatır, masal anlatır, köy içinde yaşanmış komik olaylar anlatılır. Bunlar birikti galiba. Meraklıyım dinlemeyi seviyorum. Bu biraz da beni gözlemci yaptı. Baktığımı daha çabuk görebilme yeteneği geliştirdi. Çok etkisi oldu yaşlıların anlattıklarının.
Tarihi konularda yazarken bilgi belge araştırmadan yazmak haddime değil. Karşılaştırmalı okumalar yapıyorum. Aynı tarihte yazılmış kitapları karşılaştırarak okuyorum. Bulabilirsem canlı kaynakları dinliyorum. Bu konuda yazılmış ne kadar eser, gazete kupürü bulabilirsem okuyorum. Sonra bilgileri kendi duygularımla harmanlayarak yazıyorum. Mesela Sarıkamış'ın girişi benim kendi çocukluğumdur.
Bir yıldan fazla sürdü çünkü Çanakkale, Kurtuluş savaşı, Balkanlar az çok biliniyor ama Sarıkamış'a büyük bir sansür uygulanmış. Kulaktan dolma bir şey olmasın diye bir buçuk seneye yakın kitapları inceledim. Bazı kitapları 3 kere okudum. Not almak, elemek zamanımı aldı. Yazım süreci de bir seneye yakın sürdü. Aslında ben çok kısa sürede çalakalem yazarım ama Sarıkamış'ta öyle olmadı.
Ben müsvedde yazayım sonra geçireyim şeklinde yazmıyorum. O andan kağıda dökülenleri yazarım. Daha sonra geriye dönüp hatalarım vardır diye okuyorum. Bazılarını çıkarıp eliyeyim diyorum. Fakat okuduğumda çıkarmıyorum. Değerler eğitimine gelince ben zaten öğretmenim. İşim değerleri kavratmak. Sonra bir anneyim. Doğu'nun aileye, değerlere bağlı kültürüyle büyüdük. Değerleri eğitmek için özellikle kitaplara katmıyorum. Benim ömrüm zaten bunun içinde geçiyor. Çocuklarıma da bunu vererek yaşadım.
Mezun ettiğim sınıf çok afacan bir sınıftı. Futbola da çok tutkundular. Öğretmenim ne zaman futbol yazacaksınız diye sorarlardı. Onlara söz verdim, yapmam lazım. Şimdi elimde o var ama asıl gayem Sarıkamış'ın devamını yazmak. Çünkü Sarıkamış 15 Ocak'ta bitmemiş. Sarıkamış'ın asıl acıları askerimiz geri çekildikten sonra başlamış. Orada 37 yıl boyunca Rusların egemenliği altında kalan geniş bir coğrafya var. Oradaki Türk Müslüman vatandaşlarımıza, Osmanlı askeri böyle bir harekata girişince 'Siz yol gösterdiniz. Sizi vatandaşımız olarak kabul etmiştik ama siz Türklere kapınızı açtınız' diye çoluk çocuk demeden, 8 yaşındaki çocuktan, 50 yaşındaki erkeklere varıncaya dek herkesi esir etmişler. Sibirya'nın uzak yerlerine sürmüş, neslini kurutmaya çalışmışlar. Bugün Sarıkamış'ın köylerinde Türk nesli varsa büyükannelerin yorganlara sararak saklayarak kurtardığı erkek çocuklardan gelmiştir. Bir de 93 harbinde Erzurum'un yaşadığı zulmü yazmak istiyorum. Orada tabyalardaki askerlerimizin öldürülmesi, Erzurum ve civarının yaşadığı mezalimin hala yaraları silinmemiş. Madem buralıyım bari kendi coğrafyamın tarihini tanıtayım dedim.
Geçen hafta 5. Sınıftan bir kızımız yanıma geldi. 'Öğretmenim ben de sizin gibi kitap yazıyorum. Ama nasıl bastıracağımı bilmiyorum' dedi. Burada bir yazar olmak, çocukların içinde olmak onlara yazar olmak tutkusunu ve bunun yanında okuma tutkusunu veriyor. Gizli bir hizmet de görmüş oluyorum böylece.
Benim ayrıcalığım zaten çok uzak bir köşeden yazmak. Tabi ki İstanbul'daki yazarların yayınevleri ellerinin altında, kütüphaneler ellerinin altında, Boğaz'a karşı oturup duygulanmamak, imbat rüzgarında serinleyip hislenmemek mümkün değil. Ama ben kendi kültürümü yansıtmaya çalışıyorum. İstanbul'a taşınma gibi bir fikrim de yok.
Donmuş Umutlar Sarıkamış
Sara Gürbüz Özeren
Damla Yayınevi
Aralık 2013
288 sayfa