|

Okuyun, iyileşin ve güzelleşin...

Mustafa Kutlu'nun kısa öykülerden oluşan yeni kitabını okurken aynı zamanda kendi hayatınızın kitabına dair bir seyrana da çıkıyorsunuz. Siz de seyran ediyorsunuz, dünya üzerinden geçen ömrünüzü... Herkesin hayatının, başlıbaşına bir kitap olabileceğinden bahsediyor aslında Hayat Güzeldir...

Sibel Eraslan
00:00 - 13/07/2011 Çarşamba
Güncelleme: 22:11 - 12/07/2011 Salı
Yeni Şafak
Okuyun, iyileşin ve güzelleşin…
Okuyun, iyileşin ve güzelleşin…

Mustafa Kutlu'nun son kitabı Hayat Güzeldir, aramıza hoş geldi.

“Hoşça bak zatına” nasihatinin, vücut bulmuş hali olarak…

Hayat Güzeldir'deki hikayeleri, kalbinize inecek inşırahlar gibi okuyacağınıza eminim. Çünkü; yarılma, çatlama ve temizlenmeye yol açacak, gün doğumu hikayeleridir bunlar.

Hayatın içinde olduğu halde, hiç de zaman ayırmadığımız için görünmez kıldığımız, sırra kadem basmış; küçük güzelliklerden haber veren, günümüz menkıbeleriyle dolu bir kitap. Dolu dedimse de, taşıyor demek belki daha doğru... Kıpırtı ve devinim misali, hayatı hayra yorulacak bir rüyaya benzeten hikayeler bunlar…

Kapağındaki gelinciklerden başlıyor bir kere kıpırtı. Birinci kıpırtıyı müteakiben tam yirmi bir kere yeniden atıyor kalp ve yirmi bir kere açılıyor hikayeler sandığı… Birer derviş kanaatkarlığında akan anlatılar bunlar… Güzellik temrini dokunuyor adeta tam yirmi bir hikaye boyunca… Birbirine zincirlenmiş halkaları andırırcasına, masalsı tadların yol açtığı mistik bir hava da yayıyor Hayat Güzeldir… Okumak adına; güzelliği ve iyiliği fark edebilmenin ibretli derslerini veriyor Mustafa Kutlu…

Hayat Güzeldir'i okurken aynı zamanda kendi hayatınızın kitabına dair bir seyrana da çıkıyorsunuz. Siz de seyran ediyorsunuz, dünya üzerinden geçen ömrünüzü… Herkesin hayatının, başlıbaşına bir kitap olabileceğinden bahsediyor aslında Hayat Güzeldir…

Hani çöldeki kum tanesine sormuşlar; “sen kimsin” diye de, “ben bir dağ idim” diye cevap vermiş… O misal. Küçük olanın taşıdığı sırlı cesamete dikkat çekiyor kitap… Küçükte rastlayınca, hayrete düşeceğiniz, büyüğe dair, azim olana dair alametler bunlar. Mesela “Çiçek Tefsiri” adlı hikayede, hayat/ölüm sarkacı o şekilde anlatılıyor ki, kutsal kitaplarda bahsedilen hayata dair, bir varmış bir yokmuş mesabesindeki gelip geçicilik, o kısacık hikayenin içinde derlenip toparlanıyor…

Kun/yekun bilgisi

Derlenip, toparlanmak…

Hayat Güzeldir'deki hikayeleri, kun/yekun bilgisi içinde okurken buluyorsunuz kendinizi.

Kitap, baştan sona iyilik ve güzellik üzerine oturduğu halde, garip bir şekilde, bana kıyameti de çağrıştırdı. Hız ve haz içinde akışını giderek süratlendirdiğini hissettiğimiz çağımız zamanı hakkında ciddi soruları var kitaptaki hikayelerin… Güzeli tasvir ve tefsir ederken, örtülü biçimde, yitiklerimizi de işaret ettiği içindir belki de… Ben kıyametin birazdan kopmak üzere olduğu, hatta belki de koptu da bizim halen haberimizin olmadığı sanrısına kapıldım… Kitap, kapağından içeriğine kadar kıpır kıpır iyiliklerle, güzelliklerle dolu olduğu içindir belki de, huzursuzluğu ve kaosu asıl alan çağımız sanat algısını sarsacak bir tema gücüne sahip.

Mustafa Kutlu öykücülüğüne has “iyimserlik” tarzının tepe yaptığını düşündüğüm bu son kitap; aslında “bizi biz kılan” yerli hikaye söylemini de kuruyor.

Pırıltılar kitabı

En başta, bu hikayelerin inşa edilmiş değil de işitilmiş ve anlatılmış olduğu hissini uyandırıyor her zamanki gibi yazar. Büyük bir alçakgönüllülükle, şarka dair tevazu ile, “Allah bes!” diyen ve işi parlatmaktan ibaret olan… Kendisini değil de yüce Yaratıcı'yı işaret ederek akan hikmetli edep duruşunun (edebiyatın) öğretisidir de diyebiliriz Kutlu hikayeciliğine…

Tarz-ı Kutlu'dan bahsederken, Mesnevi'de anlatılan ressamlar müsabakası da geliyor akıllara. Hani birisi Şark'tan diğeri ise Garp'tan gelmiş iki büyük sanatkar, günlerce çalışırlar eserleri üzerinde… İkisi arasında bir perde örtülüdür. Müsabakanın bittiği gün aralarındaki perde açıldığındaysa, Garp'tan gelen ressamın mükemmel resmine karşın, Şark sanatkarının tablosuna parlatmaktan başka bir şey çizmediğine hayret eder seyirciler. Garptan gelenin binbir emekle renklendirdiği tablonun şavkı, diğerinin parlak zeminine o şekilde akseder ki gözler kamaşır… Birinde elbette kıymetli bir inşaat söz konusuyken, diğerinde pırıltıdan başka bir şey yoktur, inşaat değil ama hakikat vardır, iddia değil hayret makamındadır…

Kutlu'nun Hayat Güzeldir adlı kitabı, pırıltılar kitabıdır…

O, kitabını sayfalara değil, sabırla parlattığı gönül tuvaline yansıtmayı tercih etmiştir.

O, güzel olan Allah'ın yarattığı her şeyin de güzel olacağından o kadar emindir ki, Şeyhinin dergahına eğri bir tek odun bile getirmemiş Yunus'un takipçisi olarak… İyilik ve güzelliği esas alan bir kıvamın yolcusudur…

Dünya gözüyle görüp, işitmek ve nasihatini almak muradına ermiş tüm öğrencilerinin de söyleyeceği gibi; Hocamızın, bize edebiyat dünyasında verdiği ilk öğüt; iyi insanlar olmaya dairdir. Nice güzel şiirler, güzel hikayeler getirenlerin onun dizinin dibinde aldığı ilk nasihat, iyilerden, güzellerden olmaya dairdir… Ben bu ibretin, son kitapta tüm okuyuculara da tekraren verildiğini hissettim…

Bu yüzden, Hayat Güzeldir adlı son kitabı, bir tür menkıbeler kitabı olarak okudum…

Açlığını güvercin kanadı severken unutan simitçi çocuklar, menkıbe değildir de nedir mesela?

Kendisine çocuk yaşta emanet edilen yetim çırağını evladı gibi bilen ustalar…

İnce bilekleriyle karpuz taşıyan küçük emekçilerin, üzerine ampüller takılı sergiye dair gördükleri o masum rüyanın altında titremeyecek kalp var mıdır?

Sevdiği kıza Elif-Ba getiren çocuk…

Duvardaki tabloya bakarken kenarından nehir geçen bir köyün hayalini kuran ihtiyar… Şarampole devrilen arabasının kırık camından içeri giren gelinciğin kadife yapraklarını severek, “naber güzelim” diye soran kazazede…

Halini hatırını ancak Hızır aleyhisselamın sorduğu yaşlı nineler…

Tam herşey bitti dendiğinde ortaya çıkıveren çocukluk arkadaşları, meyvalarla, nevalelerle dolup taşan torbalar, yeniden tütmeye duran ocaklar…

Kanser olmadığını anladığı gün, laleleri ancak fark eden yorgun babalar…

Patronundan arta kalan yüklü terekeyi, azar azar eritmek için her gün yeni bir yoksul mahallesine giden sırtı terlemiş emektarlar…

Uçmayı yeni öğrenen yavru kargalar…

Gülünün açtığını bir kez bile göremeden, gözlerini yummuş bülbüllerin haklı isyanı…

Her birisi de büyülü gerçekçilik döngüsü içinde, katmanlarını bize açan güzellik hikayeleri…

Minimal olana tam kadraj

Elbette Kutlu damgasını taşıyan tüm diğer anlatılarda olduğu gibi, sinematografik dilin ustalığı eşlik ediyor Hayat Güzeldir'e... Karpuz taşıyan çocukların anlatıldığı öykü mesela, Semih Kaplanoğlu sinemasının eşlik edeceği içtenlikte… Hatta sadece sinema değil, kareler halinde resimlenebilecek öyküler bunlar…

Günümüzde her şeyin; çokluk, büyüklük ve hatasızlık üzerinden değer bulup kazandığını düşündüğümüzde… Küçük, az, kısa ve kederli olanın öyküsünü yazmanın aslen ne kadar da zor bir iş olduğu ortada.

Kutlu, son kitabıyla kadrajı büyük ve cüsseli olandan kaydırıp, minimal olana odaklıyor. Yoksul kimselere, işçilere, çıraklara, esnafa, işsize, nişanlılara, cılız bilekli çocuklara… Hasılı kelam, çok da fark edilmeyenlerin, küçük ve kısık kalmışların dünyasındaki güzelliklere dikkat çeken bir hayret kitabı. Kütleye değil kütlesizliğe, mülkiyete değil mülksüzlüğe bakan hikayeler geçiyor kitapta…

Kitabın genel teması bir kütle sorgusu

Felsefi anlamda bir tür kütle sorgusuna dönüşüyor bu bağlamda kitabın genel teması. Zihin dediğimiz şey, kütlesizdir, kütlesiz bir dünya döner her birimizin içinde… İster inşa edici isterse anlatıcı olsun, edebiyatçının işi zihni bir performanstır. Mimar veya marangoz değildir sözgelimi, maddeyle uğraşmaz. Her edebiyatçı, (diliyle reddedenler de dahil), manevi olanla, ruhsal, tinsel, zihinsel olanla uğraşmaktadır esasında. Bir zan olarak edebiyat da güzel, doğru ve iyi olmalıdır Kutlu'ya göre… Zannını ve zihnini, ancak iyiliğe ve güzelliğe açık tutanların, çağdaş menkıbelerini kaleme almıştır son kitabında…

Hayat Güzeldir'deki hikayeler, her ne kadar, çok çeşitli ve rengarenk dış anlatılar gibi dursa da bizi aslen içimize çağırmaktadır. İçimize bakmaya. Ama iki gözünü dikerek değil. Baktığında ilahi ahengi ve sanatı görebilen, farkındalık sahibi, mütevazı bir gözdür bu… Göz de değil, görüştür, basirettir…

Samuel Beckett'i, “ulu efendi”/yazar olarak didikleme hakkından mahrum bırakan, o “esrarengiz iç uzama, beyinle, yürek ve düşünceyle, duyguların birbiriyle kaynaştığı tüm öteki kuytulara” dikkat çeken bir tarzı var Mustafa Kutlu öykücülüğünün… Sanatçı tarafından müdahaleye hiç de açık olmayan, ellenemez, berkitilemez, öze ve mukadderata dair hakikatin, terennümünü okuyorsunuz Hayat Güzeldir'de…

Bunaltı esasına dayalı, ego eksenli öyküler değildir bunlar. Elbette ben'leri vardır, elbette şikayetleri ve maruz kaldığı haksızlıklara itiraz eden halleri vardır öykülerinin, zira Kutlu öykücülüğü aynı zamanda sosyal gerçekçiliğin üzerinden yürür. Ne ki gerçekçiliğin bağlamı, güzellik ve iyilikle kuruluyorsa, elbette ki batı edebiyatındaki natüralizmden veya kafkaesk sıkıntılardan farklı bir netice çıkacaktır ortaya. Kutlu'yu iyimser gerçekçi kılarken aynı zamanda yerli ve buralı tutan bu ayrımı önemsiyorum. Rabbani ahengi keşfetmiş ve buna şapka çıkartan bir gerçekçidir o.

Hayret doludur.

Rahmeti gazabını elbette aşmış olan Allah'ın, cemali isimleriyle tecelli edişinde karar kılmıştır hikayeleri… Hayat Güzeldir'i ikram tepsisine dönüştüren şey de budur…

Okuyun, iyileşin ve güzelleşin…

13 yıl önce