|

Öznel ve özgür portreler galerisi

Sadık Yalsızuçanlar, düşünce dünyamızın farklı parçalarını oluşturan yazarları, okur zihninde bir bütüne tekabül edecek şekilde bir araya getiriyor

Hale Kaplan Öz
00:00 - 9/06/2010 Çarşamba
Güncelleme: 22:22 - 8/06/2010 Salı
Yeni Şafak
Öznel ve özgür portreler galerisi
Öznel ve özgür portreler galerisi

Sadık Yalsızuçanlar 'Dünya Durulmaz' ismini verdiği yeni kitabında edebi portreler üzerinden güncel göndermeleri olan, yeniden okumalar yapıyor. Yahya Kemal, Ahmet Hamdi Tanpınar, Necip Fazıl Kısakürek gibi modern dönem yazarları da Yunus Emre, Niyazi Mısri, Mela Ceziri gibi geleneksel dönem arifleri de bu yazılarda farklı bir portre olarak karşımızda duruyor. Bu portrelerin düşünce hayatımızın farklı parçaları olduğunu ve bir araya geldiklerinde bütünü oluşturduklarını düşünen yazar, “Onların tümünü okumak, yorumlamak gerektiği kanaatindeyim. Böylesi nüfuz edici okumalar, bize fotoğrafın bütünü hakkında sahih bir imkan sunabilir.” diyor.

Dünya Durulmaz isimli kitapta okuduğumuz yazılar ne zaman, ne amaçlarla yazıldı ve nasıl bir araya getirildi?

Farklı zamanlarda, gazete ve dergilerde yayınlanan, bir kısmı sempozyum tebliği olan yazılar bunlar. Şeref Yılmaz bir kitap isteyince, tematik bir bütünlük içinde bir araya getirdim.

Pir Sultan Abdal'ın “Dünya Durulmaz” dizeleri sizi hangi yönüyle etkiledi ve böyle bir kitaba isim olarak seçtiniz?

Bilgelerin sözleri beni hep etkiliyor. Pir Sultan Abdal, gerçeği üst düzeyde idrak etmiş ariflerden. Bu dizesini öteden beri zihnimde dolaştırıp duruyordum. Dünyanın hem durulamaz oluşuna hem durulmaz oluşuna gönderme yaptığını düşünüyordum. Zaten kitaptaki yazıların da dolaştığı temaya uygun idi. Kitaba böylece adını verdi.

Çok farklı çevrelerden, çok farklı isimlerin çok farklı yönlerini de ortaya koyuyorsunuz. Mesela Hasan Ali Yücel'in 'Allah Bir' adıyla kitaplaşan tevhid şiirleri… Portreleri oluştururken, zihninizde en başta beliren fotoğraf en çok hangi isimde değişim yaşadı?

Portre yazıları, işin doğrusu, Zaman'ın Yorum sayfasında yayımlanan yazılar. Onları, Yorum yazarken bir kalkış noktası olarak kullanıyordum. Güncel göndermeleri olan, bir tür yeniden okumalardı. Hasan Ali Yücel dışında Yahya Kemal, Ahmet Hamdi Tanpınar, Necip Fazıl Kısakürek gibi modern dönem yazarları da vardı, Yunus Emre, Niyazi Mısri, Mela Ceziri gibi geleneksel dönem arifleri de… Bunun dışında, ahret yurduna göçenlere ilişkin taze yazılar da kitapta yerini aldı. Tabi öteden beri yazmayı düşündüğüm Sezai Karakoç, Nuri Pakdil, Cahit Zarifoğlu gibi şair ve yazarlara ilişkin düşüncelerimi ve okumalarımı da ifade imkanı bulmuş oldum. Bunlar tümüyle öznel yargılarla yüklü, özgür okumalar olarak değerlendirilmeli.

Cemil Meriç'in aydın tutumu, Oğuz Atay'ın gerçeğe yönelik ironisini hayranlıkla anlatıyorsunuz. İlgi alanı geniş bir yazar olarak ortaya koyduğunuz tüm bu portrelerle nasıl bir bağınız var?

Onlar, bu iklimi oluşturan modern dönem okur yazarları…Kemal Tahir, Oğuz Atay, Cemil Meriç, Sezai Karakoç, Nuri Pakdil gibi kişilikler, bizim modern edebiyatımızın, düşünce hayatımızın farklı parçaları ve bir araya geldiklerinde bütünü oluşturuyorlar. Onların tümünü okumak, yorumlamak gerektiği kanaatindeyim. Böylesi nüfuz edici okumalar, bize fotoğrafın bütünü hakkında sahih bir imkan sunabilir. Biraz bunun peşindeyim. Bunu sistematik biçimde yaptığım söylenemez. Ama, sanırım okur açısından bu yazıları anlamlı kılan şey, dünden bugüne ve yarına uzayan bir perspektifle okunmuş olmaları. Bu iklim dediğimiz zaman, farklı politik eğilimler gösterseler dahi, adını andığımız okur yazarların son kertede aynı atmosferde soluk alıp vermelerinin getirdiği bir ortaklık söz konusu. Bu kesişen noktaları aradığımı söyleyebilirim.

“Şiir, yerle göğün temasını anlatır. Biz, modern zamanlarda bu teması yitirmeye başlamıştık. Yahya Kemal, yeri çevreleyen göklerden birinde, aşk gezegeni Venüs'te oturan Hz. Yusuf makamından inen o büyük şiirle ilgiliydi. İhtiyar Şark'ın son firarilerindendi.” diyorsunuz, O Derin Bahçede Yaşayan Ruh başlıklı yazınızda. Yahya Kemal'in dikkatleri çektiğiniz bu yönü, takip eden nesilde nasıl bir değişim gösterdi ve 'büyük şiir' bugüne nasıl ulaştı?

Özellikle Kısakürek'le birlikte ve Karakoç'ta derinleşerek gerçekleşen bir şey oldu denilebilir. Gelenekle, geleneğin son büyük şairi Şeyh Galib'e, oradan Yunus Emre gibi aziz şairlere yönelik bir dikkat gerçekleşti. Bu şairler, gelenekle yeniden temas kurabildiler. Yahya Kemal, son büyük firari idi. Yorgun Şark'ın son şarkısı idi. Ama bugün, geleneksel ve kutsal olanla temas imkanları artmıştır. Bunu da andığım şairler büyük oranda gerçekleştirmişlerdir.

“Sezai Karakoç, kamil insanın varlığına tanıklık eden bir şiir diliyle konuşmaktadır” ifadesi önce Heidegger'e sonra İbn Arabi'ye bağlanıyor. Oradan da Mevlana'ya. Karakoç şiirinin coğrafyasını sunduğunuz bu yazı, okur için farklı bir okuma rehberi aynı zamanda. Bu kitabın geneli için de söylenebilir diye düşünüyorum ne dersiniz?

Doğrudur. Bunu, Turgut Uyar'ı okurken de yaptığımı düşünüyorum. Onda da geleneksel hikmetin kırıntılarını bulmak mümkün. Dediğim gibi aynı iklimde nefes alıp veriyorlar. Doalıyısıyla, Doğu ile Batı'nın, gelenekle modern olanın birbirinden kopuk olmadığını varsayıyoruz.

14 yıl önce