|

Resmi dini söylem çok ciddi bir krizle yüz yüze

Şebusteri, Resmi Dini Söylemin Eleştirisi isimli kitabında İslam toplumlarının yaklaşık 150 yıldır karşılaştıkları modern durumla birlikte geleneksel olarak ürettikleri dinsel ve toplumsal yapıların kökten sarsıldığı tespitini yapıyor

Cemal Şakar
00:00 - 10/08/2011 Çarşamba
Güncelleme: 22:55 - 1/08/2011 Pazartesi
Yeni Şafak
Resmi dini söylem çok ciddi bir krizle yüz yüze
Resmi dini söylem çok ciddi bir krizle yüz yüze

Muhammed Müctehid Şebusteri Resmi Dini Söylemin Eleştirisi'ne girişmeden önce, bu söylemin ciddi bir krizle yüz yüze kaldığını tespit eder. Krizin birçok sebebi olmakla birlikte o, kitabında iki ana sebep üzerinde durur: “Birinci sebep bir din olarak İslam'ın bütün zamanlar için geçerli siyasi, iktisadi ve fıkıhtan kaynaklanan hukuki bir sistemi olduğunun ileri sürülmesi. (…) İkinci sebep ise yanlış olarak devletin İslam hükümlerini uygulamakla yükümlü olduğunun savunulmasıdır.” Yaptığı bu tespitini de üç husus üzerinden açıklamaya girişir: 1- Kalkınma sonucu Müslüman toplumlarda meydana gelen köklü değişimler. 2- İslam Devrimi ve Din'in makul bir yorumu. 3- Resmi dini söylem nasıl ortaya çıktı ve neden çıkmaza girdi.

Köklerin sarsılması

Resmi dini söylemin yaşadığı krizi moderniteyle ilişkilendirir. İslam toplumlarının yaklaşık 150 yıldır karşılaştıkları modern durumla birlikte geleneksel olarak ürettikleri dinsel ve toplumsal yapıların kökten sarsıldığı tespitini yapan Şebusteri'ye göre; “Bugün dünyadaki bütün milletler gibi Müslümanlar da kalkınma ve ilerlemeyi esas alan bir yaşam tarzını benimsemişlerdir.” İşte bu benimseyişle birlikte, bir dönemler Müslümanların yaşam tarzını belirleyen doğal çevre ve koşullar, ayrıca tabi oldukları gelenek ve görenekler ciddi bir şekilde sarsılmıştır. Dini yaşamın aynı zamanda toplumsal yaşama dönüştüğü bu geleneksel yapıların yıkılmaya yüz tutması sonucu Müslümanlar yepyeni soru ve sorunlarla karşılaşmışlardır. Artık fıkıh ne bu yeni sosyal ve siyasal olguları analiz etme gücüne ne de planlar hazırlayarak onu belirlenmiş hedefler doğrultusunda değiştirme potansiyeline sahiptir. Çünkü Şebusteri'ye göre; “Bunlardan da daha önemli olan şey, fıkıh ilminin böyle bir yaşam tarzının gerektirdiği modern, insani, sosyal ve siyasi değerlere sahip olamamasıdır.” Bu bakımdan kitapta yer alan Siyaset Fıkhı Akli Mecrasını Kaybetmiştir adlı bölüm dikkat çekicidir.

Ciddi bir kafa karışıklığı

Modern Siyasi Kavramlar ve İslami Gelenek adlı ikinci bölümde Temel Haklar, Hoşgörü, Cumhuriyet ve İslam'ın Asli Yapısı ile Demokrasi ve Demokratlık gibi güncel sorunlar ele alınmaktadır. “Fıkhi ve kelami tartışmalar çağımızın felsefi ve siyasi sorularının cevaplarını veremez” tespitini yapan müellife göre; özünde fıkhi ve kelami olan konuları siyaset felsefesi olarak takdim etmek, sonuçları çok tehlikeli olabilecek bir kafa karışıklığıdır. Çünkü ona göre; “Temel haklar ve özgürlükler, vatandaşlık hakları ve sosyal haklar, kelam ve fıkıhtaki insan ve toplum anlayışlarına tamamen yabancı olan kavramlardır.” Müellif bu konudaki iddialarını daha ileri bir boyuta taşır: “Acaba bu naslar çağımızın sorularına da cevap vermek istemişler midir yoksa sadece bu nasların indiği asırda geçerli olan sorulara Müslümanların akli ve şeri maslahatlarını gözeterek mi cevap vermişlerdir?”

Üçüncü bölümün adı: İnsan Hakları. Bu bölümde, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi bağlamında tartışmalar yürütülmekte, onun felsefi temelleri irdelenmektedir. Ona göre, insan haklarını Batının komplosu olarak görmek ya da seküler kökenleri nedeniyle karşı çıkmak tehlikeli bir söylemdir. “Müslümanlar çağdaş insan haklarıyla nasıl bir ilişkiye girmek istediklerini ortaya koymaları gerekir” diyen Şebusteri; insan haklarını Batı kültürünün bir ürünü ya da sonucu olarak görmez; daha çok moderniteyle ilişkilendirir ve modernitenin bir gerçeği olarak görür. Ona göre, çağdaş Müslüman toplumlar sosyal ve siyasi sistemi adalet ve ahlak üzere kuracaklarsa bunun yolu çağdaş insan haklarını kabul etmekten geçer. Adalet ve ahlak temelli bir yapı kurulabilmesi ve yapının insanlar arası ilişkilerde cari olabilmesi için insan haklarına çokça önem veren müellif, bu konuda çaba içinde olmayı salih amelin en belirgin karşılığı olarak değerlendirir.

İnsan Merkezli Bir Din Anlayışına Doğru adlı dördüncü bölümü, daha çok çözüm ve öneriler bölümü olarak okumak mümkündür. İnsan merkezli bir İslam düşüncesinin kurulması gerektiği varsayımının merkeze alındığı bölüm; daha çok modern soru ve sorunları göğüsleyen, onunla yüzleşen modern bir İslam düşüncesinin kurulacağı yeni temelleri ve ilkeleri tespite yöneliktir. Yeni bir dini söylemin ne şekilde kurulabileceğiyle ilgili olarak İlahi Kelamın ve Nebevi Söylemin özelliklerini çözümler ve ilk olarak her halükarda bu söylemin tarih ve toplum içinde yaşayan insanı muhatap alması gerektiğini iddia eder. Nebevi söylemin ikinci özelliği adalete yönelmiş olması; üçüncüsü gerçekçiliği; dördüncüsü ise sertlik ve intikama karşılık olarak rahmet ve şefkate davet etmesidir: “Ancak bu kişiler saf bir söylem ve temiz davranışlarla 'tamamen öteki' olan ilahi mesajı diğerlerine ulaştırabilirler.”

Tartışma vakti geldi

İnsanın merkeze alındığı ve dini tecrübenin kurucu unsur olarak değerlendirildiği son bölüm, elbette diğer bölümler gibi tartışmaya açıktır. Ancak bu tür tartışmaları 'kamu önünde' yapmaktansa bir grup ulemanın kapalı devre olarak ve sadece beyin fırtınası şeklinde tartışılmasının sıkça önerildiği ülkemizde hem kafalardaki hem de mahalledeki baskıyı göğüsleyerek kamusal alanda tartışmanın vakti gelmiştir. Çünkü ülkemizdeki resmi dini söylem de benzer bir kriz içindedir. Moderniteyi seküler ve pozitivist olmak gibi suçlamalarla peşinen reddedip geleneğe sarılmak sadece soru ve sorunlardan kaçmaktır. Henüz modern durumla yüzleşecek argümanları geliştiremeden bugünlerde postmodern durumla yüz yüze gelen ulema elbette gecikmiştir.

Haksızlık etmemek için, ülkemizde son 20-30 yıldır lanetlenmeyi, kargışlanmayı göze alan ulemanın ödediği bedeli unutmamız gerekir. Bugün konuşulabilen birçok konu, onların açtığı ve açmaya devam ettiği yol sayesinde mümkün olmuştur. Azim bir cüsseye ve kütleye sahip Diyanet İşleri Başkanlığı'nın, modernliğin özü olan hemen, şimdi, burada'nın yarattığı hızlı, acil ve yıkıcı tempoya ayak uydurmakta zorlandığı aşikardı; şimdi Mehmet Görmez bir şans; tabii ki bu cüsse ve kütle altında bir nebze olsun rahat nefes alabilirse.

13 yıl önce