|

Roman yazmadım isyan ettim

İstanbul'da yapılan bir kaldırım projesini denetlemek üzere AB tarafından görevlendirilen bir İngiliz kaldırım mühendisinin başından geçenleri mizahi ve hicivli bir dille anlatan Boğaziçi Üniversitesi hocası Mehmet Nafi Artemel, 'Yalnızca roman yazmadım bir şehrin bozulmasına isyan ettim' diyor.

Zeynep Ceran
00:00 - 18/08/2013 Pazar
Güncelleme: 14:53 - 18/08/2013 Pazar
Yeni Şafak
Roman yazmadım isyan ettim
Roman yazmadım isyan ettim
Kaldırım Mühendisi'ni yazma fikri nasıl oluştu?

Bu roman nihai halini almadan önce de üzerinde çalıştığım kısa hikâyeler, romanlar bulunuyordu. Ancak, ya az bir süre önce ya da Boğaziçi Üniversitesi'nde öğretim üyesi olarak çalışmaya başlamam ki bu 2004 yılının ilkbahar dönemiydi, kaldırımlar, yollar, binalar hakkında tutmakta olduğum notlar ile kısa hikâyeler derlerim diye düşünürken, yazdıklarım roman şeklini almaya başladı. Sanki bu konularda insanların görüşleri, en azından sesli olarak, günümüzde olduğu kadar belirgin değildi ya da belki yankı bulmuyordu. Ben romanı aslında 2008 yılında bitirmiştim. Daha sonra akademik ve idari yükümlülüklerim yüzünden onu bir kenara koymak durumunda kaldım. 2 yıl kadar önce ahşap tarihi evimize TIR girdikten sonra verdiğim bir röportajda romandan bahsetmiştim. Röportajı okuyan bazı dostlarım romanın başlığından etkilendiklerini ve merak ettiklerini belirtip, basılmamış haliyle de okumak istediklerini söylediler. Bu, tekrar ilk fırsatta, son rötuşlar ve düzeltmeleri yapıp romanı bastırmak fikrini canlandırdı. Diğer taraftan, tesadüfen romanda değindiğim bazı hadiseler teker teker cereyan etmeye, adeta gerçeğe dönüşmeye başladı. Bunun üzerine, eğer yazdıklarımı en yakın zamanda yayınlamazsam, insanların sadece olanları kendimce yorumladığımı düşünecekleri kaygısı, romanı bir an önce bastırmaya beni teşvik etti.

Ülkemizde şehirleşme konusunda hep sıkıntılı bir süreç olduğundan bahsedilir. Avrupa ülkelerinde birkaç yüzyıldır aynı kaldırımlar olduğundan söz edilir. Bizim ülkemizde özellikle de İstanbul'da neden Avrupa'daki gibi bir sistem oluşamıyor.

Amacımın, tam olarak şehirleşme konusunda çekilen sıkıntının vurgulanması olduğunu söyleyemem. Ben, belki de özellikle var olan bir şehir neden bozulmamalıdır, nasıl bozuluyor diye duyduğum isyanı dillendirmek istedim. Kaldırım konusuna gelirsek, Avrupa ile yapmış olduğunuz bu kıyaslama ilginç zira bir süre önce Cumhurbaşkanımızın eşinin buna benzer bir yorumu medyaya yansımıştı. Hatırlayabildiğim kadarıyla, Cumhurbaşkanının kendisine 'Kaldırım Mühendisi' diyerek takıldığını söyleyip, Portekiz'i örnek vererek 500 yıldır aynı kaldırımların kullanıldığından sitayişle söz ediyordu. 'Sistem' derken yine arzu ederseniz 'kaldırım' ile sınırlayayım cevabımı. Aslında kaldırım bir bakıma dediğiniz gibi bir şehri şehir yapan unsurlardan biri, belki de en önemlisi, ama özellikle kaldırımları ele alırsak neden birçok başka alanda yaptığımız gibi bari en azından taklit edilmesi kolay olabilecek, muazzam bir teknolojiye ihtiyaç olmayan kaldırımları taklit etmek düşünülmüyor diye insan hayret ediyor. Aslında, bırakın taklit etmeyi, bir zamanlar eski fotoğraflardan görebileceğiniz gibi, hem estetik, hem sağlam, hem nizami, hem kentin tarihi ile uyumlu harikulade kaldırımlar var iken yenilerini yapmaya kalkınca, bu bilgi dağarcığı, bu isçilik, bu malzeme nereye gitti diye merak ediyor insan. Facebook'da 'Kaldırım Mühendisi' adıyla bir sayfa açtım ve buraya ülkemizin dört bir tarafından özellikle de kaldırımlar ile ilgili haberler yüklüyorum. Ama inanın, o kadar çok kaldırım döşeme, kaldırım açılış töreni vs. var ki, hepsini yüklemeye kalksam hem zamanım yetmez hem de herhalde tüm takipçileri canlarından bezdirebilirim.

İSTANBUL'U MÜZE GİBİ KORUMALIYIZ
İstanbul gibi büyük bir hızla gelişen bir metropolde şehirleşme adımları nasıl uygulanmalı?

Bu sorunuzda iki anahtar kelime üzerinde durmak bence çok önemli: Birincisi, 'gelişen' ibaresi, diğeri de 'şehirleşme'. İstanbul, gelişmekten ne kastediliyorsa, 'gelişmemeli', 'geliştirilmemeli' ya da daha doğrusu 'geliştirilmemeliydi'. Benim gelişmeden anladığım şekliyle İstanbul, tarihi geçmişi, kültür mirası açısından dünyada çok az sayıda örneği olan 'gelişmişliğin' zirvesinde olan bir kentmiş zaten. Bazen Floransa veya Prag gibi şehirler için açık hava müzesi dedikleri gibi, İstanbul tümüyle devasa bir açık hava müzesi, hem de en nadidesinden imiş. Burada belki sorunuzdaki 'İstanbul' kelimesini 'Müze' kelimesiyle değiştirerek yeniden formüle edersek ve soruyu tekrar sorarsak 'Bir Müze nasıl gelişir?' sorusunun cevabı bir bakıma benim söylemek istediğimi özetleyecektir zannediyorum. 'Şehirleşme' ibaresini de ben bu anlamda İstanbul ile bağdaşmayan bir tanım olarak algılıyorum. İstanbul zaten tarihin eski çağlarından beri ihtişamlı ve çok nadide bir şehir. Genellikle kırklı yıllardan itibaren İstanbul'un bütününde görülen değişimler bu yüzden kanaatimce 'şehirleşme' olarak nitelendirilemez. Bilakis, var olan emsalsiz bir şehrin bozulmasına ya da dediğim gibi bir müzenin içinin boşaltılmasına benzetilebilir ancak.

Kitabınızda eleştirdiğiniz hızlı inşaatçılar için ilhamı nereden aldınız?

Doğrudur, eleştiri mevcut ancak bununla beraber kimseyi kişisel olarak rencide etmek veya tamamen tenkit etmeyi amaçladığım da söylenemez. Örneğin müteahhit Beton Basri'nin dahi duygusal olduğu ve belki de yaptığının doğru ve iyi olduğuna inandığı anlar var ve bunlara da değinmeye çalıştım. Sizin ifadenizle 'hızlı inşaatçıları' görmemek mümkün mü? Her yerde karşınıza çıkıyorlar, evinize dönerken, televizyon seyrederken, reklamlarda, gazetelerde, evinizin, okulunuzun, işyerinizin önünde kısacası hayatın her noktasında son derece mağrur ve mütebessim şekilde her tarafta arz-ı endam ediyorlar.

SIRADAN İNSANLARLA DOSTLUK KURARIM
Kitabınızın dili çok mizahi, ironik. Söz bir akademisyen olarak sokak diline, hayatına nasıl bu kadar hakimsiniz?

Doğru mizahi ve ironik bir üslup bana uygun geliyor. Özellikle de böyle dertlendiğim konularda galiba kendimi daha rahat ifade etmemi sağlıyor. Ama hem yazarken, hem sonradan düzeltmeler aşamasında hiç kimseyi rencide edecek bir ifade olsun istemedim. Bu da belki benim tarzım. Şu an bir akademisyenim ama ondan önce farklı işlerde çalıştım. İngiltere veya diğer ülkelerde olduğu gibi burada da sokaktaki insanlar, dilleri, yaşam tarzları hep daha çok ilgimi çekiyor. Bir konferans için dahi yurt dışına gitsem, hep aklım sokakta oluyor. İlk fırsatta bir taksici, bir esnaf, çöpçü, kimi bulursam dostluk kurmaya ve iletişim kurmaya gayret ediyorum. Beni bu tür sohbetler, paylaşımlar besliyor, mutlu ediyor.

İSTANBUL NİYE NEW YORK OLSUN Kİ?
Bir dünya kenti olan İstanbul için şehirleşme adına önerileriniz nelerdir?

Daha önceki bir sorunuzda değindiğim gibi, kanaatimce İstanbul, bugüne kadar idareciler veya toplumun hangi kesiminden olursa olsun anlaşıldığı şekilde 'şehirleşmemeli' ya da daha doğrusu 'şehirleştirilmemeliydi'. Ama zaten artık çok geç, şehirleşme denen politika adına çok ama çok büyük tahribat oluşmuş. Tabii yine de geriye kalabilen, kıyıda köşede gözden kaçan, hala o eski zanaatın, estetiğin izlerini taşıyan nadide örnekler var ama onlar da maalesef 'şehirleşme' denen olgu adına herhalde uzak olmayan bir tarihte kaybolup gidecek. Burada, birkaç yıl önce ağırladığım bir İngiliz misafirim ve bize eşlik eden bir Türk işadamı ile olan sohbetimiz aklıma geldi. Maslak tarafına doğru giderken, işadamı dostumuz: 'Görüyor musunuz, nasıl gelişiyoruz? İşte İstanbul'u bir New York yapacağız' demişti. İngiliz misafirim de: 'Neden bir New York'a daha ihtiyaç olsun, zaten bir tane var' diye kısaca cevap vermişti. Açıkçası ben de misafirimiz gibi düşünmeden edemiyorum. Neden bu kadar zengin bir tarihe sahip bir şehri bozup yerine New York gibi, geçmişi kıyaslanamayacak kadar yeni olan bir şehrin kopyasını yaratmak hedeflenebiliyor anlamıyorum. Kaldı ki New York'ta bile birkaç yüzyıl önce inşa edilmiş olan binaların özenle korunduğunu görüyoruz.

Türkiye'de yanlış şehirleşme akımından kurtulmayı başarmış bir kent var mı sizce? Şehirleşme açısından iyi bir örnek olarak gördüğünüz bir şehir?

Türkiye'nin her tarafını kapsamlı olarak şahsen görüp, tanıyıp bildiğimi ve incelediğimi söyleyemem ama gittiğim her yerde şehrin yapılaşmasına dikkat etmeden yapamıyorum. Dediğim gibi ki bu yeterli bir kıstas oluşturmaz, sanal olarak, internette devamlı surette özellikle kaldırım ağırlıklı olmak üzere, Türkiye'nin her köşesindeki, köyündeki, kasabasındaki haberleri takip etmeye çalışıyorum. Ama en azından kaldırımlar açısından maalesef sâri bir hastalık gibi ayni zevksizlik ve bozukluklara şahit oluyorum. İşin ilginç tarafı, hizmet veriyorum diye sanki bir tek kaldırımlar varmış gibi, mahalli idarelerin yöneticileri, belediye, ilçe başkanları kanaatimce hiç de estetik görünümü veya özelliği olmayan kaldırım ve yolların başında mağrur bir edayla poz verirlerken görülüyorlar.

Kitabın Künyesi:

Kaldırım Mühendisi

Mehmet Nafi Artemel

Timaş Yayınları

Haziran 2013

240 sayfa

11 yıl önce