|

Sadeleştirme güncelleme mi ihanet mi?

Yakın dönemde Said Nursi'nin Risale-i Nur Külliyatı merkezinde tekrar tartışılmaya başlayan edebi eserlerde sadeleştirme, dilde fakirleşme mi yoksa kaçınılmaz bir gereklilik mi?

Hale Kaplan Öz
00:00 - 14/03/2012 Çarşamba
Güncelleme: 22:43 - 13/03/2012 Salı
Yeni Şafak
Sadeleştirme güncelleme mi ihanet mi?
Sadeleştirme güncelleme mi ihanet mi?

Eski metinlerin güncellenmesi, sadeleştirilerek yeniden yayınlanması dile dair en önemli meselelerden biri. Çok uzun yıllardan bugüne tartışılan bu meselde iki temel husus öne çıkıyor. Bunlardan en önemlisi sadeleştirmeyi yapan kişinin metnin müellifi kadar dile hakim olması gerekliliği. Aksi halde, müellifin kastettiği anlam tamamen değişebiliyor ve bu durum hangi alanda olursa olsun, geriye dönüşü olmayan büyük kayıplara neden olabiliyor. Bir diğer önemli husus eserin tahrip edileceği korkusu. Öte yandan esere hiç dokunmamak da yeni neslin, eski ve çok değerli birçok eserden ayrı kalmasına sebebiyet verebiliyor. Yakın dönemde Said Nursi'nin Risale-i Nur Külliyatı merkezinde gündeme gelen sadeleştirme meselesini akademisyen, yazar ve yayıncılar tekrar değerlendirdi.

Sınırlı dağarcıkla yapılan okuma fayda sağlamaz

Beşir Ayvazoğlu (Yazar): Elbette, sadeleştirme dilde fakirleşmeyi ve yozlaşmayı geçmişe de taşımak demektir. Türkiye'de bir süredir eski yazarların eserleri güya daha anlaşılır kılınmak için gelişigüzel sadeleştiriliyor. Sadeleştirilmiş bir metin, artık başka bir metindir. Herhangi bir yazarın sadeleştirilmiş eserlerini okursanız, onu okumuş olmazsınız. Bir yazar üslûbuyla vardır; üslûp yazarın dile ilâve ettiği hususi renktir, zenginliktir. Dil bakımından eskidiğini düşündüğünüz metinlerin genç nesillerce anlaşılmasını mı istiyorsunuz, sayfa altlarına dipnotlar düşerek gerekli açıklamaları yaparsınız. Sadeleştirmeyi yapan kişilerin ehil olup olmaması da o kadar önemli değil. Tabii ehil olmayan kişiler, işi faciaya dönüştürüyorlar. Daha da kötüsü, sadeleştirme yapılırken metne gelişigüzel ilaveler yapılması, hatta zaman zaman bazı ifadelerin ideolojik mülâhazalarla çıkarılmasıdır. Yayıncılar, dili anlaşılmayan kitapların ticarî olmadığını söylüyorlar. Kendi açılarından elbette haklıdırlar. Ama ticarî kaygılarla edebî eserleri tahrip etmek hiç ahlakî değildir. “Ne yapılmalıdır?” sorusunun cevabına gelince: Genç nesillerin kelime hazinelerini hiç değilse Cumhuriyet devrinde yazılmış eserleri okuyup anlayabilmelerini sağlayacak bir Türkçe eğitiminin şartlarını ve imkânlarını hazırlamak gerekir. Ve daha da önemlisi, üç-beş yüz kelimelik bir dağarcıkla yapılan bir okumanın hiçbir fayda sağlamayacağını öğretmek…

"Padişah hamamın kurnasında sohbet etmekteyken..."

Hamdi Akyol (İz Yayıncılık-Editör): Sadeleştirme, başarılı bir şekilde yapıldığında "gerekli" bir işlemdir. Kimi hâtırat türü eserler günümüz okuru için anlaşılabilir seviyede iken, özellikle bürokratların ve ilim adamlarının eserleri için aynı durum sözkonusu değildir. Bu türden eserler, çok ağdalı bir Osmanlıca ile yazıldığından, "genel okuyucu kitlesi" dediğimiz günümüz okurunun anlayabilmesi mümkün değildir. Üslûp ve günümüze ulaşmış kelimeler muhafaza edilerek yapılmış, "telif tadında" sadeleştirmeler, çok sayıda kıymetli eserin günışığına çıkmasını sağlamıştır. Bu anlamda bir yozlaşmadan bahsetmemiz mümkün değil. Ancak, işinin ehli olmayan insanlarca yapılmış, çok sayıda "sadeleştirme faciası"ndan söz etmemiz gerekiyor. Bu tür kötü çalışmalar, maalesef pek çok kıymetli eserin zâyi olmasına neden olmakta. Hatta çok yakınlarda okuduğum böylesi bir sadeleştirmede geçen bir cümle, buna iyi bir örnektir. "Padişah kurenâsı ile sohbet etmekteyken..." ibaresinde, sadeleştiren kişi "kurenâ" kelimesini (yakın çevresi demektir) "kurna" olarak okumuş ve metni şöyle günümüze aktarmış: "Padişah hamamın kurnasında sohbet etmekteyken..."

Köksüzleşmenin göstergesi

Erhan Güngör (İnsan Yayınları- Editör): Kanaatimce, daha 50-100 sene önce eserleri bile sadeleştirme ihtiyacı duyuyarsak, bu dilimizin kısırlaştığını ve hatta soysuzlaştığını gösterir. Bunu şunun için söylüyorum. Bugün bir İngiliz 500 sene önce yaşamış olan Shakespeare'i veya bir İranlı 1000 sene önce yazılmış olan Şahname'yi rahatlıkla okuyabiliyor ve anlayabiliyorsa sorun bizde demektir. Yani sadeleştirmeye duyulan ihtiyaç, gelenekten ne kadar koptuğumuzun ve köksüzleştiğimizin trajik bir göstergesidir.

Hal bu iken, içinde bulunduğumuz gerçekliği de göz önünde bulundurarak sadeleştirmeye kökten karşı çıkmak da pek yapıcı bir tutum gibi gözükmüyor. Bu sebeple sadeleştirmeye toptan karşı çıkmak yerine, bunun niteliği hakkında konuşmak daha doğru olur. Yani en azından, sadeleştirme yapılırken bazı kriterler göz önünde tutulmalı ve sadeleştirme bir tağşişe dönüşmemelidir. Burada aslında tüm çevirilerde karşılaşılan anlamın ve üslubun muhafazası sorunu karşımıza çıkıyor. Özellikle dini ve tasavvufi içerikli eserlerde anlam bakımından karşılaşabileceğimiz en önemli sorun anlamın buharlaşması ve metnin profanlaşmasıdır. Örneğin tasavvufi bir ıstılah olan "fena" kelimesini "yok olma" diye sadeleştirmeye veya çevirmeye kalkarsak, bu kelimenin içerdiği tüm özel anlamları buharlaştırmış oluruz. Maalesef bu tür örneklere rastlamak mümkün bugün. Diğer bir sorun da üslubun muhafazasıdır. Sadeleştirme yapan şahıs klasik ve çağdaş edebiyatımıza vakıf değilse, ayrıca edebi zevkten de mahrumsa bu noktada da maalesef hüsranla karşılaşmak kaçınılmaz oluyor.

Hulasa, sadeleştirme günümüzde kaçınılmaz bir durumdur. Fakat bunu yaparken metnin anlam ve üslubunu olabildiğince korumak da elzem bir husustur.

Amaca uygun yenileşmeler teşvik edilmeli

Prof Dr. Adnan Karaismailoğlu: Sadeleştirme çabalarını değerlendirmeden önce galiba birkaç hususa işaret etmek gerekir. Önceki asırlarda, hatta önceki yıllarda yazılmış Türkçe eserleri anlamadaki güçlükler üzerinden bu tartışma yapılmaktadır. Başka dillerden yapılan çeviriler içinse sorun bu denli değildir. Denebilir ki bir açıdan yabancı dildeki eserler daha şanslıdır. Çünkü çeviri metin çeşitli nedenlerle toplumda okuyucusu azaldığında veya gerekli görüldüğünde yeniden tercüme edilmektedir. Böylece yazar ve eseri tekrar canlılık kazanmaktadır. Türkçe yazılmış bir eserin, yılların geçmesi ve birikim farklılıklarının oluşması sebebiyle anlaşılması güçleştiğinde sadeleştirme tartışmaları kaçınılmazdır. Ancak iki husus daima gündemde kalmalıdır: İlki, klasik eserlerin okunması birey ve toplum için zaruridir. Diğeri, klasik eserlerin diline ve kültürüne mümkün olabildiğince yaklaşmaya çalışılmalıdır. Yani toplumdaki fertlerin gerek kelime hazinesi ve gerekse kültürel birikim açısından daha donanımlı olması daima önemsenmelidir.

Bu hususlar göz ardı edilerek okuyucuların eldeki eserleri anlayamadığı görüşüyle sadeleştirme faaliyetine başlanması üzücü sonuçlar doğurmaktadır. Dolayısıyla sadeleştirme sorununa geçmeden önce iyi niyetin ve çabanın altı çizilmelidir.

Bu çerçevede, dil içi çeviri şeklinde tanımlanan klasik eserleri sadeleştirme faaliyeti gerekli ve anlamlı olabilmektedir. Ayrıca okumak ve anlamak için geleneksel usuller vardır ve elbette yeni ilave yollar da bulunabilir. Şu veya bu şekilde Yunus Emre, Âşık Paşa, Kemalpaşazade, Katip Çelebi gibi önemli zevatın bilinmez hale gelmesinin üzüntüsü toplumca paylaşılmalıdır. Yeniden yapılan çevirilerle başka dilde yazılı eserler okunmaya devam edilmekte, ancak Türkçe klasikler ise ya hiç okunmamakta ya da özensiz sadeleştirmelerle okunmaz hale gelmektedir. Bu eksiklik ve özensizlik maalesef birçok çeviri eser için de sözkonusu olabilmektedir. Sadeleştirme, seçme ve uyarlama gibi ifadelere sığınılarak yayın dünyasında kötü örnekler oluşturulmaktadır. Aslından daha hacimli “Gülistan”, orijinal metni/hikayesi değiştirilmiş “Mesnevi” hikayeleri veya uyarlamaları günümüzde ticari piyasada yerini almıştır. Kitap dünyamızda yanlış örneklerin ciddiyetle dışlanması, amaca uygun yenileşmelerinse dikkatle teşvik edilmesi galiba doğru olacaktır.

Çeviri cinayet midir?

Münir Üstün (Basın Yayın Birliği Derneği Başkanı): Sadeleştirme deyince aklıma hemen “çeviri cinayettir” sözü geliyor. Aynı sözü sadeleştirme için de kullanabiliriz. Edebi bir eseri ilk yazıldığı şeklinden alıp başka bir forma dönüştürme işini eğer ehil eller yapacaksa bu çok iyi olur. Ama bugün öyle kitaplar yayınlanıyor ki, hem dilimiz hem öz kültürümüz bundan çok olumsuz etkileniyor. Bazı kitaplarda ideolojik, bazı kitaplarda dini müdahalelerde bulunuluyor ve işin içinden çıkamaz hale geliyorsunuz. Edebi eserleri sadeleştirirken aslına sadık kalınmalı ve gerekirse dipnot kullanılarak okuyucuya rehber verilmeli. Kıymetli eserlerin mutlaka çocuklarımız, gençlerimiz tarafından okunması gerekir. Sadeleştirme edebiyatı bilen, dile hakim uzman edebiyatçı, akademisyen ve yazar tarafından yapılırsa hiçbir sorun çıkmayacağını düşünüyorum.

Keşke hepimiz çok dil bilsek ve atalarımızın bize bıraktığı bu değerli kitapları kendi orijinal dilinden okuyabilsek ne güzel olurdu diye düşünmeden edemiyorum.

12 yıl önce