|

Şairden not defteri

Lâle Müldür, Bizansiyya'da, kendisiyle ilgili, eksik-tam, doğru-yanlış edinilmiş ne kadar bilgi varsa, bunları reddetme ya da teyit etme; şiiri, sadece şairinin söylediğini arayarak, şairin kendisiymiş gibi okumak isteyenlere, yazılmış yahut yazılacak şiirlere öncülük eden metinlere ulaşma imkanı sunuyor.

Seyhan Arslan
00:00 - 7/03/2007 Çarşamba
Güncelleme: 20:21 - 8/04/2007 Pazar
Yeni Şafak
Şairden not defteri
Şairden not defteri

Kültürler arasında, kendine yer bulmaya çalışan, hangi coğrafyaya ve hangi duruma ait olduğundan bir türlü emin olamayan, yok, tamam artık, aramaktan vazgeçip, olduğu gibi, olanı, bana verildiği kadarını yaşayacağım, dedikten sonra bile, arama, ait olma, ait hissetme, kendini ve ötekini tanımlama sıkıntısına bir kez düşen herkes gibi, aramaya devam eden insandan, buradan ve burası olmayandan bahseden bir roman Bizansiyya. Ama bir roman okur gibi okunmayı da kaldıracak cinsten değil.

Roman yazmak mı daha zor, şiir yazmak mı? Ne kadar zorsa o kadar mı değerlidir? Hangisi daha çok layıktır övgüye? Şairden roman yazarı, roman yazarından şair olur mu? Yazarlar ve şairler arasında, bazen, açık açık söylenmese, bazen, seyri komik bir hal alsa da süre gelen bu tartışmalara son noktayı koymaya kalkışmadan, birkaç şey söylenmeli yine de. Binlerce kelimenin içinden seçtikleriyle, bu güne kadar söylenmiş onca sözün üzerine, yeni, güzel ve eşsiz söz söyleyebilen, hayalperestlikle, gerçeklikle gerçek olmayanı birbirinden ayırt edememek ve yalan söz söylemekle itham edilen şair kişi, iş kurgulamaya, uydurmaya, gelince tıkanır. Roman yazmakta ne var, o kadar uzun metinde hata yapma hakkına sahipken, tabii ki yazarsın, şiir öyle mi, tek bir harf fazlalığı bile şiiri okunmaz kılar, hatta şiir olmaktan çıkarır ve bu nedenle biz şairlerin işi daha zordur, denilen roman yazarının rahatlıkla yarattığı karakterleri yaratmaktan, kurduğu hikayeyi kurmaktansa -kim bilir, kurgusu, karakterleri ve olay örgüsüyle kusursuz bir roman yazmaktan özellikle ve farkında olmadan kaçınıyordur- kendini, kendi hayatını, anlatmayı tercih eder ki bu tercihin ikna edici bir açıklaması da muhakkak vardır.

Önemli olan, şair Lâle Müldür'ün, şiirin dışında, anlatma, dümdüz söyleyip, eksik ve muğlak bir şey kalmayıncaya kadar, açıklama isteğinin gerçekleşmesidir. Ne kadar doğrudur bilemem, fakat zikredilmeden geçilemez bir bakış açısı vardır: Kötü şairler, iyi romancı olurlar. Müldür'ün romanına buradan bakarsam, çok iyidir demeye dilim varmaz. Zira misal, yaşamının bundan sonrasında, dur durak bilmeden, raflar dolusu roman yazsa ve hatta kendini şair olarak nitelendirmediğini belirtecek de olsa, Lale Müldür, Türk şiirinin büyük şairlerindendir ve bu reddedilip çürütülemez ve kişisel bir düşünce olarak değerlendirilemez.

Şair, ben ısrarla şair diyeceğim, önsöz niyetine yazdığı bölümde, Bizansiyya'nın, yıllardır tuttuğu notlardan ve vaktiyle yazdığı ama bitirmediği romanından ibaret olduğunun, bunun kendiliğinden ya da aslında yıllardır farkında olmadan yavaş yavaş ve sanki görmezden gelinen/görünmeyen bir bilinçle, yazıldığının, evrenle, kutsal olan ve olmayanla ilişkisinin, aşk, dostluk ve bazen şehir, bazense millet, kültür dediği Bizansiyya arasında gidip gelmelerinin, ve en çok da İsa Mesih'e olan tutkusunun anlaşılmasını ister. Rüyalar, rakamlar ve harflerin işaret ettiği mucize, bir de hiçbir şeyin olmadığı bir dünya tasavvuru var..

Ve sanki, roman, Lâle Müldür'ün okuruna mirasından bıraktığı, kıymetli, fakat öteki mirasçıların dönüp bakmayacağı, paydır. Yazılmış onca şey, sonrasında belki çöpe gidecek ki bu o kadar da sorun değil, asıl tehlike, bulunursa, yayınlanmış ve bütünlük arz eden eserlerle notlar arasında bir ilişki kurulup, notların yeni baskıda, tam ve bitmiş esere dahil edilme olasılığıdır. Yemek tariflerinden -ki yemek tariflerinin romana eklenmiş olması, şair kadının, maruz kaldığı, erkek olma çabasındasınız, suçlamalarına, nazik ve yine de alaycı cevabı gibidir- yollanmış ya da sadece yazılmış mektuplara kadar, not ettiği her şeyin kitaplaştırılması, evvelce yazılmış olanların bozulma ihtimalini de ortadan kaldırmış olacaktır.

Bize öğretilen roman tanımına bağlı kalarak, okunmaya kalkıldığında, söylemek istediğini, kelime kalabalığına boğamayan, kutsal metin göndermeleri ve imge olmaksızın, söylenmek istenenin tam olarak ifade edilebileceğine inanmayan bir algılayışla yazılmış olan roman, okura yabancılaşır. Bizansiyya'nın, Lâle Müldür şiirini bilmeyen okura yabancılaşır mıyım, diye bir kaygı taşıdığını zannetmekse, bir hayli zor.

Şimdi ne olacak, diye, bir solukta okumaya sevk edecek hikayeden yoksun Bizansiyya'ya, bunu yazan bir şair, önyargısından arınarak yaklaşmak imkansız. Yazmak, yaşamak, bilmek, inanmak ve anlamak temeline dayalı olsa da, çözülüp halledilecek bir bulmacanın, çıkıp ferahlanacak bir labirentin içine çekmez ya da daha büyük bir labirentin ortasında, kendine has çıkışı bulması için özgür bırakır. Bir ihtimal de okurla hiç uğraşmıyor olmasıdır. Bir okur olarak, en iyisi son ihtimali görmezden gelmek.

Lâle Müldür, Bizansiyya'da, kendisiyle ilgili, eksik-tam, doğru-yanlış edinilmiş ne kadar bilgi varsa, bunları reddetme ya da teyit etme; şiiri, sadece şairinin söylediğini arayarak, şairin kendisiymiş gibi okumak isteyenlere, yazılmış yahut yazılacak şiirlere öncülük eden metinlere ulaşma imkanı sunar.


17 yıl önce