|

Şairi, mekan ile ilişkisinden biliriz

Kendine özgü olan ve sonsuz yenilenen madde ve ruh, mekânların hafızasında durur; 'Şiir ve Mekân', şairin bu hafızaya bağlılığını ya da bu hafızaya olan kayıtsızlığını görmek ve göstermek istiyor

Cemal Şakar
00:00 - 3/10/2007 Çarşamba
Güncelleme: 23:03 - 9/10/2007 Salı
Yeni Şafak
Şairi, mekan ile ilişkisinden biliriz
Şairi, mekan ile ilişkisinden biliriz

İçine doğduğumuz ve içinde yaşadığımız şehirler, evler odalar, üzerinde yürüdüğümüz toprak, yücelerine ya da enginliklerine baka baka içlendiğimiz dağlar, denizler, kültürel hafızayı hem yapan hem de onu muhafaza eden, tasavvur ve tahayyüllerimizi biçimlendiren yerlerdirler. İçine mekânların ruhu sinmemiş bir müziğin, romanın, öykünün ve şiirin, dilini, kültürünü, ruhunu taşıyabileceğini düşünemiyorum. Tanpınar'ın Beş Şehir'ini okuduğum günden beri okuduğum her eserde mekânların ruhunu aradığımı fark etmişimdir.

Mehmet Narlı, Şiir ve Mekân adlı kitabında, Cumhuriyet dönemi Türk şiirinde, şiir ve mekân ilişkisinin nitelikleri belirlemeye; şiirdeki eğretilemeleri, simgeleri, imgeleri, kısaca bütün mekânsal mecazları çözümlemeye çalışıyor. Şiir-şair-mekân ilişkisinin kültürel, poetik ve kişisel kökenlerine dair ulaştığı sonuçlar önemli. Bu çözümleme gösteriyor ki, şiirin mekânları, şairin ve şiirin bütün yaşantı ve düşlerini, şehirlerin, evlerin, dağların ve denizlerin hafızalarında toplayan; aynalarında yansıtan nesnel, simgesel ve imgesel kaynaklardırlar.

Kitapta Yahya Kemal'den Necatigil'e kadar yaklaşık 85 şairin 250 kitabı taranmış. Narlı'nın çözümlemesine göre, Örneğin Yahya Kemal, medeniyeti oluşturan kolektif ruhun peşinde olduğu için, İstanbul'u şiirinin merkezi haline getirmiştir. Onun plastik sanatlara yaklaşan şiiri, biraz da şehri, şiirde yeniden inşa etmek istemesine bağlıdır. Denizler ve göller, Hâşim'in saklanıp gizlenmesi için, muhayyel manzaralara dönüşmüşlerdir. Tanpınar, içindeki estetik ve kültürel düzeni ararken mekânların diline bakmış ve onların hafızasıyla, kendi hafızasını buluşturmaya çalışmıştır. Ağrı Dağı, Ahmet Muhip'te, sınırlılık ve sonsuzluk, özgürlük ve yücelik, dünyevî ve metafizik ile ilgili bir çok mecazlara ve hayallere kaynaklık etmiştir. Kaldırımlar, Necip Fazıl'da, modern hayatın ayartıcılığının, yalnızlığının, kaotik yapısının simgesi olmuşlardır. Cumhuriyet döneminin önemli bir figürü olan "devrimci ve mazlum şair" kimliği, Nazım Hikmet'in yattığı hapishanelerden çıkmıştır.

n Kitapta 1920'den 1950'ye kadarki şiirin mekânla ilişkisini çözümlemeye çalıyorsunuz. Şiir için biraz geniş ve soyut bir arka plan mekân. Nasıl bir çerçeve çizdiniz?

Evet doğru, geniş ve biraz da soyut bir arka plan. Her hangi bir mekân, şiire girdiği andan itibaren, yaşanılan bir yer olmanın ötesine geçiyor ve genişliyor. Şiirsel mekânlar, şairin ve şiirin bütün yaşantı ve düşlerini hafızalarında toplayan; aynalarında yansıtan nesnel, simgesel ve imgesel kaynaklara dönüşüyorlar. Bu açıdan bakıldığında şiirin tek tek her mekânla ilişkisini çözümlemeye çalışmak gerekir. Fakat benim amacım, bir dönem şiirinin mekânla ilişkisinin temel niteliklerini belirlemek; şiirdeki eğretilemeleri, simgeleri, imgeleri, kısaca bütün mekânsal mecazları çözümlemeye çalışarak; şiir-şair- mekân ilişkisinin kültürel, poetik ve kişisel kökenlerine dair bazı sonuçlara ulaşmak, bir fotoğraf çekebilmektir. Bu yüzden en yakın mekândan dışarıya doğru (oda ev, şehir, kırsal, dağ ve deniz) bir çerçeve çizmeye çalıştım. 30 yıllık bir dönem içinde şairlerin mekânsal algılarının, muhayyilelerinin benzer ve kendine özgü yanlarını göstermek istedim.

n Çalışmanızda mekânı bir hafıza olarak değerlendiriyorsunuz; şairin beslenebileceği zengin bir hafıza. Burada konuya biraz tersten bakalım isterseniz, sizce hafızayı besleyen kaynaklar neler?

Çok çeşitli sebeplerle ilişki kurulan bütün mekânlarla insan arasında, korunma, barınma, üretme, dinlenme, eğlenme gibi "pratik ilişkiler" olarak adlandırılabilecek yoğun anlamlar vardır. İnsanlar, bu anlamları devralarak / devrederek yaşaya geliyorlar. Bu insanî "gelenek", mekânlara, dinsel, sosyal, kültürel, sanatsal hatta siyasal bir içerik katmakta; bu içerik ya da simgesel kimlik de onlarla ilişkide olan insanların kimliklerinin oluşmasında önemli etkilere sahip olmaktadırlar. Bu açıdan bakıldığında, insanların yaşamış ve düşlemiş oldukları bütün yaşantılar ve bu yaşantıların yansımaları, mekânların hafızalarında durmakta ya da bu zaman ve mekânlar, bilinçli- bilinçsiz hafızanın arketipleri olarak yaşamaktadırlar. Örneğin dağların ve denizlerin inanış sistemleri içindeki yerinin, dinsel, kültürel ve tarihsel muhayyilenin temel kaynakları olarak görülüp incelenmesi bununla ilgilidir. Yapılan mekânlar da, onları yapanların ruh ve akıl dünyalarını içlerine sindirdikleri için, aynı zamanda bu ruh ve akıl dünyasını yansıtıcı bir nitelik kazanırlar. Türkçe'de ev ve ev dolayında söylenmiş deyim ve atasözlerinin simgesel ve imgesel içeriği, bütün bir inanç sisteminin ve yaşama biçiminin nasıl mikro kozmik ifadeler haline geldiğini gösterirler. Edebiyat ve mekân ilişkisi, bir bakıma, mekândaki bu hafızayı ve hafızalaşmış mekânı, hatıra ve düşler yoluyla çözümlemeye dayanır. Bachelard, şairin mekânla ilişkisinin duygusal boyutu aştığını söylerken; şairin, şiirsel mekânı keşfederek, daha derinlere indiğini vurgularken, bunu ifade eder.

n Niçin 30 yıl veya Cumhuriyet Dönemi?

Şu bir gerçektir ki, poetik eğilimlerin, tematik dağılma ve yoğunlaşmaların, ideolojik ve bireysel şiirin, olgucu ve soyut şiirin, birlikte göründüğü ve her eksenin önemli şairler yetiştirdiği tek dönem Cumhuriyet dönemidir. Bu dönemin estetik, kültürel, politik ve kişisel arka planı, şairin ve şiirin mekânla ilişkilerini etkilemiştir. Yahya Kemal'lerin, Hâşim'lerin, Necip Fazıl'ların, Nazım Hikmetler'in Asaf Halet'lerin yaşadığı yıllar bu yıllardır. Şiir muhatapları, bir taraftan Yahya Kemal'in kolektif ruhu plastikleştiren şiirini; bir taraftan Hâşim'in muhayyel ve muğber şiirini; bir taraftan da Necip Fazıl'ın modern/sembolik ve bunaltılı bireyini hazmetmeye çalışır. Aynı yıllar içinde, Garip Hareketi'nin geleneği yakıp yıkmak isteyen şiiri; Nazım Hikmet'in serbest ritimli, akışkan ve sosyal nitelikli şiiri; tasavvuf disiplinini ve mistik Budist anlayışı şiirlerine yediren Asaf Halet şiiri de görülür. Daha önce Mehmet Emin ve Ziya Gökalp'le uç veren "milli şiir", "ulusal" bir içerik, iddia ile ideoloji ve edebiyatı başka bir şekilde birleştirmeye çalışır. Şairlerin mekân algısında, bu poetik, ideolojik ve tematik etkilerin izleri olduğu açıktır.

n Kiminin dağı, kiminin İstanbul'u, kimininse sokakları seçmesi böylesi bir ilişkinin sonucu mudur?

Az önce değindiğim gibi dönemin estetik, kültürel, ideolojik ve kişisel arka planı, şairin ve şiirin mekânla ilişkilerini etkilemiştir. Açık bir gerçektir ki Yahya Kemal'in mekânı şehir daha doğrusu İstanbul'dur. O, medeniyeti oluşturan kolektif ruhun peşinde olduğu için, İstanbul'u şiirinin merkezi haline getirmiştir. Muhayyel mekânların şairi kuşkusuz Hâşim'dir. Hâşim'in kaçan, gizlenen kişiliği, bütün mekânları ve varlığı, bir siluet halinde görmüş ve şiirini de loş mekânlara benzetmiştir. Anadolu'yu, kurtuluş, arınma ve dirilme mekânı haline getiren, Orhon Seyfi, Faruk Nafiz, Ahmet Kutsi, Behçet Kemal gibi birinci ve ikinci hece kuşağı şairlerinin milli ve romantik ülkücü tavırlarıdır. Şehrin, kırsalın, hapishanenin, yoksul ve ezilmiş kimselerin ve onurlu ve asi duruşu, Nazım Hikmet'in ve onu izleyenlerin diyalektik materyalizminden doğar. Bu temel üzerinde boy veren romantik devrimci tavır, lirizmi ve epiği sentezleyerek ortaya yeni bir şiir koyar. Necip Fazıl'daki modern bunalım, şehri, bir labirente; mistik duruş ise şehri, muşamba bir dekora çevirir. Tanpınar, değişen içindeki değişmeyeni, sonlu olanın içindeki sonsuz olanı aradığı için, su ve müzik sesiyle rüyâya dalar; denizlerde yolculuğa çıkar. Orhan Veli, yaşayan ve zevk alan; duyusal gerçekliği yeterli ve geçerli bulan "küçük adam"ı yazmak istediği için, meyhanelerde, deniz kıyılarında, sinemalarda, şehrin en canlı yerlerinde gezer. Cahit Sıtkı'yı meyhanelere götüren de, derin bir kuşatılmışlık ve kapatılmışlık duygusudur.

n Mekânı medeniyetin, kültürün taşıyıcısı olarak değerlendiriyorsunuz. Oysa günümüzde edebiyat mekândan uzaklaşıyor ve gittikçe bireyin içinde boğuluyor. Bu anlamda öncellikle şiirin, sonra da diğer edebiyat eserlerinin gelecek kuşaklara neleri taşıdığından söz edebiliriz?

Evet, hem kültürü taşıyan hem de yapan en önemli ögelerden biridir mekân. "dünyada mekân" diyen kültürün, mekânsızlığı, ruhsal bir yurtsuzluk olarak algıladığına inanıyorum. Mekânı silinmiş ya da Tanpınar'ın dediği gibi "mukavemet"ini yitirmiş şairin, romancı ve öykücünün de aslında hem eserinde hem hayatında hem de kendi dilinde yurt tutamayacağını düşünüyorum. J.Joyce, "Dublin'in görüntüsü bir gün yeryüzünden silindiğinde, bir rehber kitap gibi Ulysses'e bakarak yeniden eksiksiz bir biçimde kurulsun istiyorum" derken; Tanpınar, "Biz mukavemet fikrini kaybettik; ne yeniye, ne eskiye, hiçbir şeye mukavemet edemiyoruz. Şehrin sahibi değiliz, sadece içinde oturuyoruz; devletin ve belediyenin misafiri gibi" derken, hayatiyetlerimizdeki kopukluğun ve kimliksizliğin mekânla bağlantısını işaret ederler. Tam da dediğiniz gibi, son yıllarda mekânın, zamanlaşarak ruhumuza üflediği "devamlılık" yok gibi. Galiba bazı şair ve öykücülerin kendi eseri içinde dilin ve imgenin pek kıymetsiz bir "misafiri" gibi durması bu yüzdendir. Hatta bazen şöyle düşündüğüm olmuştur: Acaba şairler, bu gün şehre, sadece eski mimari ve manzaralar şeklinde bir kimlik kazandırma uğraşında olan küresel sömürünün turistik kültürel manipülasyonuna karşı bir kaygı duyuyorlar mı? Post modern sürüklenme ya da "gibi olmak" çağı, mekân algısını simgesel binalara kilitliyor ama dergilerdeki şairler, "Kocamustafapaşa"nın dışındalar; "Bursa'da zaman"ı duyumsamıyorlar; "Evler"imize girmiyorlar gibi geliyor bana. İnkırazın "aşiyan"nına kilitlenen Fikret de değiller.

17 yıl önce