|

Şairin dünyası

"Bazen kontrol genç şair için iyidir, bazense bir şiirin, genç şairin yazdığı o yeni şiirin iç dünyamızda bilinçsizce var olan bir yaşantıyla çakışmasına mani olan bir engele dönüşebilir."

Hayriye Ünal
00:00 - 20/06/2012 Çarşamba
Güncelleme: 22:15 - 19/06/2012 Salı
Yeni Şafak
Şairin dünyası
Şairin dünyası

Mallarmé bir söyleşisinde şairin kendine özgü bir kavrama ve çalışma biçimi olduğunu söyler, “şaire sunulan hiçbir öneri onun kendine özgü bu kavrama ve gizli çalışma şeklinden üstün olamaz.” Bu sözleri etmeden evvel edebiyat okullarından nefretini dile getirir. Bir şairin kendine özgü çalışma şeklini baltalayan en önemli etken devrin baskın şiir tanımlarıdır. Neyin şiir olup olmadığına dair bitip tükenmez kestirimler, tartışmalar genç şairin dünyasını istila edebilir. Etkili bir şairin bile bizzat damgasını taşıyan bir ortamda dünyasını dış etkiyle değiştirebildiğini görürüz. Elbette bu onun yaşadığının kanıtıdır, ya şairin dünyası diye tabir ettiğim şey biraz başka. Şairin dünyası geçmişi ve geleceği bir arada tutan dildedir. Uzak geçmiş ve uzak gelecek ya da şairin yaşamı süresi boyunca geçmiş ve gelecek. Bu dil şair tarafından güncelliğe ödün vermeksizin korunmalıdır. Onun şimdi'ye etkisi bu ilişkiyi belirlemelidir. Şimdi'nin bu dünyaya etkisi kesinlikle teferruat olarak kalmalıdır. Şiirin derin doğası orda gizli: hamurun temel harcında, şairin bazen patolojik olabilecek bazen saplantılı dünyasında. Stephen Spender “gerçek şairlerin yalnız 'şiirsel' (herhalde şiiriyeti değil, şiirle düşünmeyi kast ediyor HÜ) olmakla kalmadıklarını gördüm” der. “Bir düşünce şiirsellikten yoksun göründüğü halde onun ardını bırakmayacak kadara yürekli bir düş güçleri olduğunu, onları nereye vardıracak olursa olsun kendi düşgörülerine (vision) sıkı sıkıya sarıldıklarını gördüm böyle şairlerin.”

Evren Kuçlu 1982, Vural Kaya 1975 doğumlu. İkisi de Ebabil Yayınlarının son şiir atağında ikinci kitaplarını yayımladılar. Ebabil şiir kitabı yayımlama konusunda takdir edilesi bir cesaret sergiliyor. Son çıkan kitapların tasarımını ve Şarkdemir tarafından yapılmış kapak görsellerini de çok beğendim. Aynı yayınla ilintili Karagöz dergisinde yayımlanan şiirlere dair genel bir gözlemim var: Şiirsel beğeninin bir tavanı varmış gibi şiirler belli bir menzil içinde bulunuyor. Derginin poetik düzlemi keskin sınırlarla tanımlanmış olmamasına rağmen şairlerin müşterek bir alanı kolladıkları söylenebilir. Bu alanın göze çarpan niteliği; sert nesnelerle ve makineleşmiş bir dünyanın unsurlarıyla düşünmek, hem doğanın hem insan doğasının tümden geri çekildiği, acıtıcı imgelem, eril, özgürlükle temasın sık kesildiği, fazla uzağa gitmeye gerek duymayan, yer yer “çivi atıştırmak”, “ağızdan kaçan piranha” gibi örneklerde somutlaşan bedensel kontrolsüzlük hali. Nesneler hep tacizcidir, fakat konuşmaz bu şiirlerde. Dünyanın kozmolojik rolü hiç hesaba katılmaz, hep insanla mamur olmuş bir dünyanın hesabı tutulmaktadır. İnsanın ölümsüzlük arzusu, ölümle bitmeyen sınanması, evrensel insanın kadim dertleri, kısa yoldan ifade etmek gerekirse trajik sansürlenmiştir. Fakat yoğun bir dil bilinci göze çarpmaktadır. Bu nedenle bu kitaplara dair beklenti eşiğimiz yükselmiş olarak söz alıyoruz. Şiirsel üslup konusunda da serbestlikle bir sorun varmış gibi. Birtakım görünmez çitlere dikkat ediş var. Üslubun salıverilmiş olmadığı söylenebilir. Bazen kontrol genç şair için iyidir, bazense bir şiirin, genç şairin yazdığı o yeni şiirin iç dünyamızda bilinçsizce var olan bir yaşantıyla çakışmasına mani olan bir engele dönüşebilir. Bu noktada bireysel tavırları ortak alandan ayırt edebilmek konusunda ayrıntılara kafa yormak zorundayız. Her şeyin eşiğinde olan, olmaya yatkın, şiir dünyasını kurmaya da yakın kitaplardan söz ediyorum. Bu ortak gözlemin eşliğinde son seriden çıkan iki kitabı tartışabiliriz.

Cezbede bir narsist

Vural Kaya şiirlerinde iki tutum öne çıkar. Modernizme karşı koyuş ve insan manzarası. Modernizme karşıt tutumuyla modernizmi kendi zamanına bir tanı koyma olarak algılamadığını belirtmiş oluyor Vural. İçinde yer aldığı modern şiir zeminine ters düşen bir tavırla moderndeki olumlu vurguyu şiirleriyle yıpratıyor. Böylece yazdığı şiirin zeminini de yıprattığı için başka bir şeyi sevgiyle anmak zorunda. Bu da hiçbirisi Vural Kaya ile örtüşme zorunluluğu bulunmayan Anadolu ve özellikle Türk insanıdır. Kaya'nın yaşattığı bu poetik çelişki şiiri doğallıkla söyleyişinde güzelliğe, şiiri yapmaya başladığında tatsızlığa götürür. O eşik durumunu şair bilincinin gerisinde duyumsayabiliriz. “Kimi sever kelimeleri kimi onlarla geviş getirir” der Tellâl şiirinde. Bu ikiliği hep yansıtır. O Abdi'yi hiç unutmaz fakat Abdi olan biteni hatırlamaz. Vural'ın kişiliği –yani modern karşısındaki ikircikli tavrı- isimler arkasında gizlenir. İsimlerin o kadar da popüler kimseler olmayışı bu maskelemeyi açıklıyor. Onlar büyük dramların büyük aktörleri değildirler. İsimler özellikle kırsal alanda kullanılan isimlerdir. Kaya, kendisinden yüksünülmeyen mağduriyet hissini, hafif bıçkın edayla parlatarak bu isimlerin sırtına yüklemiştir. Ancak onları şiirde temsil ederken sıklıkla kendi sesini onlarınkine karıştırır. Kendi sesine ise modernliğin evveliyatı silip süpürme arzusu bulaşmıştır. Bu, üslupta ortaya çıkar. Garibanlık zor zanaat, fakat mazlumluk başkadır. Vural Kaya'nın şairlik durumu bundan da başkadır. Uçmaya hazırlanan, fakat bir türlü hızlanmayan bir uçak gibi apronda ilerliyor şiir. Gerçekten Kaya kendinin “fatalist jilet”i olmaya razı mıdır? Sanmıyorum. Mağduru sevmek yetmez, şiirin yolu amor fati'yle tıkanmamalıdır. Vural'ın Spender'in bahsettiği o yürekli düş gücüne yaslanmaktan içtinap etmemesi gerekiyor. Ortamın şiirsel beğeni tavanları Kaya'nın sıçramaları için alçak kalıyor. Çünkü Kaya kendi “kederli bilgileri” ile zaten değerli bir dimağ. “Dili yok çocukluğumun” diyerek kendinden vazgeçmesi en azından bu vazgeçişi şöyle anlatmasına engel olmamışsa ben de yanılmıyorum demektir: “ama bir keresinde yalnızdım ve açtım işte acıkmak kederli bir şey sonuçta / ben o bütün kederli bilgilerle varım sonuçta / o aralar aralıkla bir Abdi vardı kasabada bir figür olarak Abdi,/ Abdi gene var gene var /…/ Abdi'nin taş gibi bir kalbi” Böylece Abdi'liğin bilgisini, şiirin tamamında, sıcak ekmeğin kokusuna tezatlığıyla zihne çakabilmişse Kaya'nın kendini, kendi şiir dünyasını şiirine ve ortama dayatması çok daha güzel olacaktır.

Talimatlar

İlk kitabının adı Çete Kurma Hazırlıkları olan Evren Kuçlu yine hiyerarşik bir düzeni, savaş hazırlığını anımsatan bir isim koymuş kitabına: Talimatlar. Bu gerçek savaş olmayacağına göre şiirsel bir topluluğun içinden konuştuğunu varsayabiliriz onun. Çete de talimat da başkalarının varlığını varsayar. Her ikisi de bir ilişki durumudur. Evren Kuçlu'nun dünyası başkalarıyla şenelmiş bir dünyadır dememiz gerekirdi devamında. Peki, şen midir? Hayır. Bu dünya şimdide konumlanarak bütün hayatiyetini şimdiden ve şairin sözlerinden alır. İlk okuyuşta kendini ele vermeyen bir şiir yazıyor Kuçlu. Bu şiirdeki dünyeviliğe, metafiziğe prim vermeyişe tamam, fakat geniş bir kişisel dünyadan haberler getiriyor mu bize. Sanırım açılmamış ve haberleri gizleyen bir dünya bu. Yeterince açık değil Evren bize, ancak vaadi var: bir çetin cevizin tadı: “Cesedimi çiğneyerek ancak /Anlaşılır dünya ağır ağır”. Fakat tarihsizdir. Bir gerçeklik, bir zemin veya uzak anısı olan bir bütünlük olarak bile tarih yoktur şiirde. Çok belirgin bir yokluk olduğu ve gözüm aradığı için vurguluyorum bunu. İlla Abdi'si olması gerekmiyor, Melahat'i veya Taha'sı olmadığı için –şair bilincini vicdana nasıl ulayacak mesela?- şiir tüm gücünü konuşan öznenin şahsiyetinden –bireysel trajedisinden- almak zorunda. Ancak Evren'in dünyası belki soğuktur, fakat karanlık ve kederli bir dünya değildir. Teste muhtaç bir sezgim var: şair, kendi şiirsel eyleminin sonuçlarına vahşi bir inançla bağlanmış değil, tabir caizse oyunculdur. Değme şairin de sıklıkla duçar olduğu saflığı kaybetmekten söz ediyorum aslında. Şiirle aramızda gerili Şiir fikrinin yol açtığı soğukkanlı duruşu kastediyorum; akılla biçimlenmekten, denetimli yazmaktan, diş bilemeden. Bu denetim, neyse ki italik kısımlarda sekteye uğruyor. “Stop” şiirinde kendini durdurmak istercesine stoplarla başlıyor şiire, fakat şu bölümde denetim bozulur ve şairin ben'i istediğimiz kuvvette belirir, imgelem başkalarından sıyrılmakta ve o sevinçsiz gülme tam da Evren'i anlatmaktadır: “Buraları senin nefretin ısıtabilir bu saatten sonra / Onlara nefretin anlatabilir daha fazla tahammül edemediğimi / Artık aşama aşama / Böyle güle güle aralarından çekildiğimi”.

Bu yazıda teknik meselelere girmedim, sadece şairlerin dünyasına değinebildim. Her iki kitap da başka incelemelere gereksinim duymaktadır.



12 yıl önce