|

Şeytandan değerli bir melek olmasını istemek

Bugün dünyanın genel olarak kendisini iyiliğe ve her türlü kötülükten sakınmaya çağıran bir sese muhtaç olduğunu söyleyen Malik Bin Nebi'ye göre, bu ancak Müslümanların kuracağı medeniyetle mümkün olacaktır

Cemal Şakar
00:00 - 12/10/2011 Çarşamba
Güncelleme: 20:32 - 8/10/2011 Cumartesi
Yeni Şafak
Şeytandan değerli bir melek olmasını istemek
Şeytandan değerli bir melek olmasını istemek

Malik Bin Nebi Düşünceler'inde Müslümanları yeni bir uyanışın eşiğinde görür; dedesinin dönemini durağanlık, babasınınkini şaşkınlık hali olarak niteler. Artık Müslümanlar şaşkınlık halinden çıkıştadır. Arap toplumunu kalkınma ve gelişme krizinde gören Malik Bin Nebi, buradaki zorlukları dört ana başlık altında toplar: Şahıslar, fikirler, eşyalar/fiziksel olgular dünyasındaki aksaklıklar ve dördüncü olarak da bu üç dünyanın birbiriyle ilişkileri bağlamında ortaya çıkan aksaklıklar.

Söz konusu aksaklıkların telafisi için insan faktörüne önem veren Bin Nebi, insanı tek başına ele almaz. Zira insanın hayatı, özel dünyası ve kişisel yeteneğiyle değil, her şeyden önce yaşadığı toplum ile arasındaki ilişkiye göre belirlenen bir süreçtir. O, insanı iki cephesiyle ele alır; “insanın kıymet ve şerefi, daha başta Allah tarafından değer verilmiş bir varlık olması itibarıyla sabittir. Hiçbir şart ve hiçbir kimse onun bu niteliğini değiştiremez.” İkinci cepheyse toplum, yani insanın içinde yaşadığı sosyal şartlardır. İnsanın şerefli bir varlık olarak hayatını sürdürebilmesi için güçlü bir ekonomiyi ve bunun doğal bir sonucu olarak, sosyal güvenceyi önemseyen Bin Nebi'ye göre sosyal ilişkilerin temelinde ahlak olmalıdır. Çünkü: “Ahlakî prensip tam olarak şahıslar dünyasını inşa eder. Şahıslar dünyası olmadan ne eşyalar, ne de kavramlar dünyasının düşünülmesi söz konusu olur.” İnsanın doğuştan getirdiği fıtri zevk de bu ilişkiler ağında önemli bir yan tutar. Fıtri zevkten doğan estetik duyum toplumsal ilişkilere mührünü vurur. Bu bağlamda pratik zeka ve bilim de kültürün doğuşunda diğer kaynaklardır. Kültürlerin öznel olduğunu, toplumlar arası kültürel farkların da bu öznellikten kaynaklandığını söyleyen Bin Nebi'ye göre; kültürlerin ahlak ya da estetik prensipten herhangi birini öncelemesine göre medeniyetlerin de rotasının belirlendiğini iddia eder.

Medeniyet fikri, onun düşüncelerinin merkezindedir. Zira o, insanlık hallerini bile medeniyet öncesi, medeniyet nimetlerinin tam ortası ya da medeniyet dairesinden çıkma hali olarak tasnif eder. Bu noktada Arap milletinin halini belirlemez, ancak gelinen noktayı yeni bir medeniyet kurma aşaması olarak görür. Müslümanların yeni bir medeniyet kurmaktan başka çareleri yoktur. Çünkü daha önce değindiğimiz gibi ferdin insan izzetine yaraşır bir hayat sürmesinin tek koşulu medeniyet içinde yaşamaktır: “Bizler, ferde sosyal güvenliği garanti eden, dünya çapında güvenlik ve asayişi destekleyen bir toplum olma irademizi dile getirdiğimizde yahut milletimizin temel ekonomik veya toplumsal sorunlarını araştırmak istediğimizi söylediğimizde bütün bunları gerçekleştirme aşamasına varmamızın aynı zamanda medeniyet şartlarını oluşturduğu bir hakikattir.”

Medeniyete açılan ilk kapı, sorunlara karamsar değil iyimser bir bakış açısıyla yaklaşabilmemiz olarak ortaya koyan Bin Nebi, ikinci kapı olarak ödev bilincini ortaya koyar. Günümüz Müslümanlarının kişiliği eşya ile sınırlı bir bakış altında körelmiştir. Ancak geri kalmışlığın yol açtığı sorunlardan kurtulmanın yolu; bu sorunları kendi yolunu çizmiş, eşya mantığından ve o psikolojiden çıkmış başka bir medeniyetin hazır araçlarıyla çözmeye çalışmaktan değil; asıl çözüm ne olursa olsun var olan potansiyelleri kullanarak medeniyet inşa etmektir. “Bu medeniyet, medeniyet öncesi dönemin engel ve kalıntılarından kurtulduğu ölçüde aşamalı olarak kendi enstrümanlarını üretecektir.”

Verimlilik farkı

Bin Nebi, dünyadaki medeniyetleri Washington-Moskova, Tanca-Cakarta şeklinde ikiye ayırır ve bunlar arasındaki farkı verimlilik olarak izah eder. Verimlilik, konferanslarında sıkça başvurduğu bir nirengi noktasıdır. Tanca-Cakarta hattının temel sorunlarını tembellik ve cahillik olarak ortaya koyar. Müslümanların ortaya koyduğu medeniyette iki temel kırılmaya işaret eder; Hicret ile başlayan süreç Sıffin Savaşıyla kırılmaya uğrar. İkinci kırılma için net bir tarih vermez ama şu tespiti yapar: “İslam medeniyetinin son bulması. Bu da başlangıçta insana verilen değer anlayışının fizikî iktidar ve devlet kapısından kovulduktan sonra fertlerin vicdanlarındaki manevi sistemden de atılması sürecidir.”

Bir gölgeyle mücadele

Bu çöküşle birlikte Müslüman topraklarının sömürüye açık bir hale geldiğini söyleyen yazar; çok bilinen ve yankı uyandırmış şu tespitini dillendirir: “Müslüman halklar sömürüden kurtulabilmek için onunla kahramanca savaştılar. Fakat aslında bir gölgeyle mücadele ettiler, daha doğrusu yaşanan gerçeklikle savaşmadılar. Yıllarca bir hakikatle değil, bir vehimle, bir hayaletle savaştık durduk. (…) Bu tavrımızla sanki şeytandan kendini düzeltmesini ve değerli meleklerden biri hâline gelmesini istiyor gibiydik. Gerçek hasta, yani sömürülen, sömürülebilirlik hastalığına yakalanan kişiye gelince, onu kendi hâlinde bıraktık.” Tarihi olayları hakkıyla ve layıkıyla değerlendirilememesinin bir sonucu olarak gördüğü bu hastalık halinden kurtuluş için Cemalettin Afgani'nin açtığı yolu çok önemser. 19. yy ortalarında başlayan bu uyanışa rağmen, Müslümanlar sadece Batı medeniyetinden eşya getirdikleri/yığdıkları için bir medeniyet kuramazken, aynı yıllarda Japonlar yığmak yerine kurmayı/inşayı seçtikleri için kendilerine ait bir medeniyet kurabilmişlerdir.

Yaşananları bir medeniyet meselesi olarak ortaya koyan yazara göre, medeniyet insan-toprak-zaman unsurları üzerinden yükselir. Artık Batının ortaya koyduğu medeniyet kendi varlık nedenlerini yitirmeye başlamıştır. İslam şafağının 1868'lerle birlikte yükseldiğini, 1905 yılıyla birlikte de İslam dünyasında aydınlanmanın başladığını söyler. Ancak bu aydınlanmaya ket vuran kimi faktörler vardır; uyanışın hedefinin, sosyal problemlerin net ve açık olarak belirlenmemesi ayrıca araç ve imkanların konulan hedefe uygun bir şekilde belirlenmeyişi gibi.

Bugün dünyanın genel olarak kendisini iyiliğe ve her türlü kötülükten sakınmaya çağıran bir sese muhtaç olduğunu söyleyen Bin Nebi'ye göre, bu ancak Müslümanların kuracağı medeniyetle mümkün olacaktır.

Malik Bin Nebi'nin demokrasi, sosyal adalet (sosyalizm), ilerleme, verimlilik ve kültür gibi konulardaki görüşlerini sarih bir şekilde ortaya koyduğu konferanslarından oluşan Düşünceler adlı kitabı, yarım yüzyıl sonra yine aynı sorunlarla baş etmeye çalışan Müslümanlar için bir başvuru kaynağı olmaya devam ediyor.



12 yıl önce